Halk Edebiyatı Dergisi’nin Manifestosu
Not:Bu manifesto “Halk Edebiyatı Dergisi”nin ilk sayısı olan, Haziran-Temmuz 2014 sayısında yayınlanmıştır.İki aylık kültür-sanat ve edebiyat dergisinin ikinci sayısı da ağustos ayının başında raflarda yerini almıştır.Dergiye yazı için:senoltombas@hotmail.com ve halkedebiyatdergisi52@gmail.com’a yollayabilirsiniz.Dergi abone bedeli yıllık 250 liradır, kurum ve kuruluşlar için de 500 lira.Detaylı bilgi için iletişim bilgileri:0530 333 52 30 “halkedebiyatidergisi.com /bizimedebiyatimiz.com
Manifesto
Edebiyat sadece edebiyat değildir. Edebiyat kuşaktan kuşağa aktarılan bir mirastır. Biz kültürün bir toplumda binlerce yılda şekillendiğini biliyoruz. Amacımız, bu şuura sahip çıkıp üzerine bir parça da olsa katkı sağlayabilmektir. Zira gayemiz hayran yetiştirmek değil; yeni nesil köprüsünü inşa etmektir. Bu tabii, ciddi bir fedakârlık istiyor. Biz bunu seve seve yapmaya hazırız.
Harfler birleşir, söz olur; sözler birleşir, cümle olur, cümleler birleşir paragraf olur. İşte Halk Edebiyat Dergisi de kelimelerle büyüyecek. Silinmiş değerleri, o silginin tortularından kopyalayacak ve yeniden ihya edecektir. Onun içindir ki, sloganımız: “Halk, Edebiyatta Birleşecek!”tir.
Değerli üstadımız Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı’nın (Ocak 1972)birinci sayısında şu görüşleri paylaşmıştır:
“…Yabancıdan çalınmış mal, kırk yıl, geçse bile yerlileşmez. Ona sahiplik konusu kuru bir dava olarak kalır. Nitekim milli kültür ve sanat hazinesini horlayıp sadece “Batı malı” aktaranların alacalı yenilikleri çabuk eskimiştir…
…Yani sanat, ulu bir çınarın, bütün yaprakları ile yerli yabancı bütün çevrelerdeki ışık, ses ve rüzgârlara açılışına benzetilebilir. Yani sanat, üflemek üzere yabancı ağızlara uzatılmış bir nefesli saz değildir!” diye yazmışlardır. Bu ülkede kendini bilmeden ötekini anlatmaya çalışan hiçbir şey anlatmazlar var. Ondandır sanırım bileni konuşturmamaya özen gösterirler. Tanzimat’la ithal edilen ve dönemin buhranlarıyla beraber yenilmişlik, ezilmişlik, çaresizlik, duyguları ön plana çıkmıştır… ve kendimize olan güvenimiz sürekli sarsılmıştır. Bunun arka planında Batı merkezli eğitim veyahut taklitçiliğin olduğu da aşikârdır. Bizim kültürümüzde yiğitlik çok ön plandadır. İşte bu noktada kendine güvenen, kültürü ve sanatıyla gurur duyan, geçmişten aldığı değerleri gelecek kuşaklara aktarmayı görev bilmiş insanların buluşma adresidir dergimiz. Mehmet Kaplan hocamız: “Namık Kemal nesli hâlâ kahramandır.”der. İşte, bu ruhta yeniden birleşmemiz gerekiyor!
Bunu yapmak kolay değil tabii… Hele de her şeyin dijitale döndüğü bir zamanda dergi çıkarmak delilik gibi görünebilir. Fakat bir o kadar insanın da hâlâ somutçu olduğunu ve buna ciddi bir geri dönüş olduğunu bilmekteyiz. Bizde dijitale tamamen geçiş bir on yıl daha sürer. İnşallah o vakit var olursak çağın gereklerine göre adım atarız. Zira şimdi bunu yapmak zorundayız. Bizi şimdi eleştirenler gelecekte alkışlayacaktır. Birikmiş bir sermayemiz maddi olarak yok, ama Mustafa Kemal Paşa’nın söylediği gibi: “Muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kandadır” sözünü hatırlayıp asıl sermayeye yöneliyoruz.
İdeoloji, magazin, propagandaya kapılmış toplumlarda edebiyat yapmanın zorluğunu biliyoruz. Fakat bunların da aşılabileceğini bilmekteyiz. İşçisinden işsizine kadar, çiftçisinden sanayicisine kadar, profesöründen öğrencisine kadar bu ülkenin değeri olan insanların buluşma adresi olacağız inşallah.
Maalesef ömür çok kısa ve yapılacak işler çok. Medya ve basında üzülerek görmekteyiz ki, hep yabancı yazarlardan, sanatkârlarından, sinemasından, tiyatrosundan bahsedilmekte. Sonra da timsah gözyaşları dökülmekte: “Bizde sanatkâr yetişmiyor” nasıl yetişsin? Bu ülkede sanatın pek çok dalına hobi olarak bakılıyor. Çünkü sanat karın doyurmuyor. Böyle bakılırsa bu duruma şaşmamalı. Geçmişte yazarlarımızın ne sıkıntılarla eser verdiğini biliyoruz. Şimdi bakıyoruz da ağızlarından düşürmüyorlar. Ne hazindir ki, bize de tırnaklarımızla kazıyarak ilerlemek düştü. İşte bunu görebilen gözlerin birleştiği bir dergi olmaktır amacımız. Bu ihtiyaçtan dolayı bunu yapmak zorundaydık. Birçok gazetenin kültür-sanat sayfası bile yok. Olsa da alakasız yazılardan ve popüler yazarların reklamından başka bir şey yok. Dergilerin birçoğu belli ekipler için çıkıyor. İyi yazman önemli değil, önemli olan sistemin çıkarlarına hizmet etmen ve kukla olman. Şimdi soruyorum size, bize ne yapmak kalıyor? Tırnaklarımızla kazıyarak ilerlemek. İşte dergi birazda bu mecburiyetten çıkacak.
Halk bilinmeden hak bilinmez. Öyle değerlerimiz var ki, şöhreti ve üniversitede de kürsüsü yok ama irfanı var. Bu dergide yazanların rütbeleri sökük. Sahte unvanların, sıfatların dergisi değiliz. Biz sadece sanatın çilesini çekmiş ve bu uğurda savaşmış güzel eserler üreten insanların durağıyız. Çilesiyle egosunu öldürmüş merkeze kendisini değil de, sanatını almış insanların dergisi olacağız. Amacımız edebiyatı göklerden insanların arasına indirmek. Çünkü bütün mevcudat insan için var ve insanın olmadığı her şey anlamını yitir. Biraz da neler yapacağımızın sınırlarını çizersek şöyle ki:
İslamiyet öncesi Türk Edebiyatı’ndan başlayıp günümüze kadar gelen sözlü ve yazılı halk edebiyatını her sayımızda kronolojik bir sırayla işleyeceğiz. Dergimiz, şiirde hece ölçüsünü desteklemekle birlikte, şiiri yakalamış serbest şiirlere de yer vereceğiz. Edebi yazı türleri, şiir, öykü, masal, mizah, mani, makale, deneme, röportaj, tahlil vs. gibi türler olacak. Mizah köşemizde her sayımızda esnaflardan, kurumlardan, meslek gruplarından ve kişilerin yaşamış olduğu güncel fıkra(gülmece) derlemesi yapılacaktır. Hem böylelikle Türk Edebiyatı’na yeni fıkralar kazandırmak amacımız.
Sanatta yeniliği benimsemekle birlikte bu yeniliği eskinin temelleri üzere inşa edeceğiz. Bazı yapacağımız hususları açıkladık, fakat asıl yapacaklarımız açıklamadıklarımızdır.
Vesselam…
Şenol Tombaş
Manifesto :2
Sözü kutsal bilenlere selam olsun!
Türk’ündür Türk’ün; halk edebiyatıdır yüzün! Âşıkların yoludur yolumuz, hepimizin ortak malıdır şu sözümüz:
Özgürlüktür ülkümüz; budur türkümüz, Allah’tan başkasına eğilmez başımız; eğikse boynumuz, yakarıştadır sözün sahibine…
Değişiyor insan, mekân, zaman, atmosfer, köy çeşmelerinin başında o masum bakışlar nerede? Memleket tarlalarında, imecelerde dereleri inletmiyor türkülerimiz, masal anlatmıyor ninelerimiz; gurbete gidenin ardından yakılmıyor maniler…
***
Çok şükür, ikinci sayımızı beğeninize sunuyoruz. Geleneği, çağdaş edebiyatımızla buluşturup yeni nesil köprüsünün inşasına devam edeceğiz. Bir gün herkes eserine bakarak bu köprüden geçecek!
Bu sayımızdan itibaren daha çok halk edebiyatı çalışmalarına yer vereceğiz; hece ölçülü şiire, fıkra, masala, deyimlere, manilere, türkülere, ilahilere, efsanelere, fakat halk edebiyatını sadece biçim ve mazide aramamalıyız. Bugünkü halkın yaşamından doğan ve edebi bir değer taşıyan her türlü esere yer vermeye çalışacağız. Zira popüler kültüre karşı olmakla birlikle; gelenekten beslenip çağı da yorumlayabilen bu ülkenin değerlerine her zaman kapımız açıktır. Teknoloji ve akıl çağında hâlâ gelenekselden besleniyorsa insanlar, bu maneviyatın ve de halkın zaferidir. Folklor birikimi insanımızın bilinçaltında olduğundan dolayı; bu eserlere kendine daha yakın hissetmektedir.
Mamafih başarılı romanlara baktığımızda geleneksel motiflerden faydalandığını, hatta dizilerin, sinemanın, tiyatronun… Stand up gösterilerinin ise meddahlığın modern yorumu olduğu aşikârdır. Mekân ve atmosferin; toplumun yaşam biçimlerini, insan davranışlarını etkilediği ortadadır. Türkçe, yaşadıkça halk edebiyatı da yaşayacaktır; âşk, ayrılık, özlem gibi duygular var oldukça âşık sazın teline dokunacaktır.
Sümer Ezgü, halk edebiyatının Türkçe’yi koruduğunu savunuyor. Bu çok doğru bir tespittir. İfade biçimleri değişebilir ama gelenekten beslenen sanatkârı halk, hep benimseyecektir ve ilelebet yaşatacaktır. Örneğin; Yunus Emre, Karacaoğlan, Köroğlu, Âşık Veysel’den Barış Manço’ya kadar daha niceleri… Çağdaş edebiyatçıların birçoğunun halktan uzak olduğu gibi halk edebiyatına da mesafelidirler. Uzak olmayanlar da yakını pek görememektedirler. Yüzleri Anadolu’ya değil de Batı’ya dönüktür. O yüzden onlar, sadece batan güneşe hayrandırlar ama doğan güneşi görememektedirler. Görebilene ne mutlu…
Birçok edebiyat egemenlerimiz ise sadece kendine hayran yetiştirmektedir. Gençler ise bir şeyler üretmeye kalktığında da; “Olmaz, gitmez, yapamazsın!” gibi sözlerle engellenmektedir. Kanımca ülkenin gelişmesindeki en büyük sorun, bu zihniyettir. Edebiyat mekânlarını kapmış ve kendini yenilemeyen; genç yeteneklere sahip çıkmayan kişilerdir. İşinin hakkını verene, hakkımız sonuna kadar helal olsun.
***
Dergimize daha ilk sayısında ömür biçenler oldu. Oysaki bu kâhinler, kendi ölümünden bile habersizdirler. Biz, bu yola baş koyduk! Kalem kılıcımızdır, bunu sallamak boynumuzun borcudur. Yok, efendim neymiş: ”Batarmışız, dergicilik ölmüş, bir sayıdan fazla çıkaramazmışız, çok zor işmiş!” vs… Bu mudur tecrübe, bu mudur büyüklük? Biz batarsak da daha derinlere kök salmak için batarız, bu böyle biline. Bizim ağacımızın dalları kurumaz hiçbir zaman. Zekâdan yoksun eleştirileri kabul etmiyoruz. Edebiyatı sadece görselden ibaret sananlara da şunları söylüyorum: “Biz, aksesuar üretmiyoruz.“
Oysa edebiyat; hem sözlü anlatımdır, hem de yazılı anlatımdır. Dergiden bir tane bile yazı okumayıp sonra da: “Yok efendim, şu fotoğraf çok silik çıkmış!” diye. Oysa bu eleştiriyi bir dergide, sadece fotoğraflara bakan anaokulu çocukları söyler. Eleştiri yapmak bile bir sanattır. Tabii doğru, ufuk açıcı ve yerinde eleştiri yapabilenlere!
Dergimize dualarıyla, yazılarıyla, abone olan ve maddi katkılarıyla destek çıkan herkese sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
Neydi sloganımız?
“Halk Edebiyatta Birleşecek!”
Gerçek edebiyatçıların ve edebiyatseverlerin buluştuğu nice güzel sayılarda buluşmak umuduyla…
Şenol Tombaş
Yeni Nesil Köprüsü
Edeptir bizim edebiyatımız;
Ondandır al yanaklı sözlerimiz…
2014 yılında yayım hayatına başlayan Halk Edebiyatı Dergi’miz “Halk Edebiyatta birleşecek!” sloganıyla birleştirici bir güç olma yolunda ilerlemektedir. Üç kuşağı da aynı sofrada birleştiren dergimiz, edebiyatımızda kuşak çatışmasının da önüne geçmektedir. Geleneksel edebiyattan gücümüzü alırken Halk Edebiyatı’nı sadece biçim ve mazide aramıyoruz; bugünkü halkın değerlerini de önemseyip edebi bir kalitesi olan eserlere dergimizde yer vermekteyiz. Folklorumuzu önemseyen ve bu yolda ilerleyen dergimiz, alanında tek olma özelliği taşımaktadır. Anadolu kültürüne sahip çıkarak daha da geliştirip gelecek nesillere köprü görevini üstlenmek ve medeniyetini, kültürünü bilen genç kalemlerin yetiştirilmesini sağlamaktır. Yeni nesil köprüsü olma yolunda ilerleyen dergimiz “Halk Edebiyatı”nı önemseyip “halkın edebiyatını’’ yeniden ihya edip bugün çok ihtiyaç duyulan o üst aklı üretecektir. Medeniyetimiz de böylece şahlanacaktır. Velhasıl bir gün yine herkes insan olacaktır; “kâmili insan” bunun yolu hem dergimizden hem de derdimizden ve de medeniyetimizden geçer. Bütün hepsinin toplamı da “Halk Edebiyatı”dır. Yaşasın halkın dergisi: “Halk edebiyatı Dergisi!..” ***
Güzel, Güzeli Yaşatır!
Edebiyattır ebedi yaşayan;
Gönülden gönle söz taşıyan.
Bu hayat nasıl geçiciyse mal, mülk, makam ve mevkilerin de hepsi fanidir. Fakat bizim gece-gündüz, bin bir çileyle meydana getirdiğimiz eserlerimiz -inşallah- ilelebet baki kalacaktır. Cennet nasıl ki her inananın muradıysa, dünyada toplum adına güzel çalışmalar yapanların cenneti de eserlerinin onu sonsuz yaşatmasıdır. Güzel, güzeli yaşatır. Bütün kötülükler yanıp kül olmaya mahkûmdur. Günümüzde iyilik ve iyiler, öksüz bir çocuk gibi bir köşede yalnız kalsa da kuru kalabalıkların içinde kötülüğün parçası olmaktan, bir mahzende tek başına mücadele etmek daha yiğitçedir.
Eğer sanat, güzeli ifade etmekse O’nun dili ve hakikatin sonsuz zarafetinden bir parça görünür hale getirmektir edebiyat! Biz, bu şuurla dergimizi çıkartmaktayız.
İnsanların geçici olanlara ve anlık keyfiyetlere düşkünlüğü ortadadır. Bir anlamda bundan ötürü olsa gerek edebiyata olan ilgisizlik. Esasında kalabalıklar çoğu zaman gaflette olmuştur; sesin çok olduğu yerde doğruyu duyabilen kulaklar çok azdır. Bizler azınlığız ama duyarak, görerek ve bilerek yürüyoruz.
Bu manzaranın arka planına baktığımızda, toplumda itibar sağlayan eşya tutkusunu görmekteyiz. Bu yarış çoğu zaman ilim ve irfanın önüne geçmektedir. Bu yüzden eşya önde, insanlık geride kalmıştır. Fakat insan sevgisini merkeze alma çabasının en önemlilerinden biri de Halk Edebiyata Dergisi’dir.
***
Bizim medeniyetimizde hem de dergicilikte “ben” yoktur, “biz” vardır; birçok “ben”, “ biz” olmadığı için bizlerin önünde engel olarak durmaktadır; üreteni de durdurmak isteyen “ben”ler, çekilin önümüzden yoksa ezileceksiniz…
***
Dergimiz emin adımlarla gönüllerde yürümekte. Biz, “Yeni Nesil Köprüsü’yüz” bu köprüden; cahiller, bölücüler, parçalayanlar, kıskançlar, nankörler geçemez. Çünkü biz halkız; destanlar yazan, az sayıda insanla çoğunluğa galip gelmiş ve bir avuç da olsak “Gerçekten inanıyorsanız, siz mutlaka en üstünsünüzdür.” ayetini idrak etmiş cengâverleriz. Bu savaş dünya var olduğu sürece kâh cephede kâh cehalete ve sömürüye karşı hep olacaktır; iyiler pes etmediği sürece. Velhasıl iyiler yenilmezler ancak kaybederler fakat insan kaybederken kazanır. Esasında iyilerin yüreği cennettir herkes oraya girmek ister.
***
Kalemini “kalem” sanıyorsan yanılıyorsun. O, hakikati söyleyen zamanın sesidir; sen yeter ki bu sese kulak ver. Tarihinde nice destanlar yazmış bu millete kendini hatırlatma görevini de “Halk Edebiyatı Dergisi” üstlenmiştir. Esasen biz kendimizi hatırlasak ve bıraksak başkası gibi yaşamayı… İşte o gün değil bizim, dünyanın kaderinin değiştiği gün olacaktır! Sen de çıkar ellerini cebinden artık, zaman “Yeni Nesil Köprüsü’nde” yürüyerek boğulan insanlığı kurtarma vaktidir. “Ben mi kurtaracağım ?” deme; evet, sen kurtaracaksın! Bunun yolu da en üst aklı üreterek ve değerleri yeniden ihya edebilmekten, üretmekten, yeniden yüce ahlakı inşa etmekten geçiyor. Yükümüz ağır fakat gücümüz yeterlidir elbette…
***
Başarılı romanlara baktığımızda geleneksel motiflerden faydalandığını, hatta dizilerin, sinemanın, tiyatronun… Stand up gösterilerinin ise meddahlığın modern yorumu olduğu aşikârdır. Mekân ve atmosferin; toplumun yaşam biçimlerini, insan davranışlarını etkilediği ortadadır. Türkçe, yaşadıkça halk edebiyatı da yaşayacaktır; aşk, ayrılık, özlem gibi duygular var oldukça âşık sazın teline dokunacaktır.
Sümer Ezgü, halk edebiyatının Türkçe’yi koruduğunu savunuyor. Bu çok doğru bir tespittir. İfade biçimleri değişebilir ama gelenekten beslenen sanatkârı halk, hep benimseyecektir ve ilelebet yaşatacaktır. Örneğin; Yunus Emre, Karacaoğlan, Köroğlu, Âşık Veysel’den Barış Manço’ya kadar daha niceleri… Çağdaş edebiyatçıların birçoğunun halktan uzak olduğu gibi halk edebiyatına da mesafelidirler. Uzak olmayanlar da yakını pek görememektedirler. Yüzleri Anadolu’ya değil de Batı’ya dönüktür. O yüzden onlar, sadece batan güneşe hayrandırlar ama doğan güneşi görememektedirler. Görebilene ne mutlu…
Birçok edebiyat egemenlerimiz ise sadece kendine hayran yetiştirmektedir. Gençler ise bir şeyler üretmeye kalktığında da; “Olmaz, gitmez, yapamazsın!” gibi sözlerle engellenmektedir. Kanımca ülkenin gelişmesindeki en büyük sorun, bu zihniyettir. Edebiyat mekânlarını kapmış ve kendini yenilemeyen; genç yeneceklere sahip çıkmayan kişilerdir. İşinin hakkını verene, hakkımız sonuna kadar helal olsun.
***
Dergimize daha ilk sayısında ömür biçenler oldu. Oysaki bu kâhinler, kendi ölümünden bile habersizdirler. Biz, bu yola baş koyduk! Kalem kılıcımızdır, bunu sallamak boynumuzun borcudur. Yok, efendim neymiş: ”Batarmışız, dergicilik ölmüş, bir sayıdan fazla çıkaramazmışız, çok zor işmiş!” vs… Bu mudur tecrübe, bu mudur büyüklük? Biz batarsak da daha derinlere kök salmak için batarız, bu böyle biline. Bizim ağacımızın dalları kurumaz hiçbir zaman. Zekâdan yoksun eleştirileri kabul etmiyoruz. Edebiyatı sadece görselden ibaret sananlara da şunları söylüyorum: “Biz, aksesuar üretmiyoruz.“ Oysa edebiyat; hem sözlü, hem de yazılı anlatımdır. Dergiden bir tane bile yazı okumayıp sonra da: “Yok efendim, şu fotoğraf çok silik çıkmış!” diye. Bu eleştiriyi bir dergide, sadece fotoğraflara bakan anaokulu çocukları söyler. Eleştiri yapmak bile bir sanattır. Tabii doğru, ufuk açıcı ve yerinde eleştiri yapabilenlere!
***
“Yeni Nesil Köprüsü” medeniyetini, kültürünü bilen ve buna yeni anlamlar yükleyebilen erdemli insana ulaşma ülküsüdür. Medeniyetin zirve aklı ürettiği dönemlere bakarsak “mana” âleminde en tepelere çıkılırken maddi anlamda yetersiz kaldığı gözükmektedir. Mana anlamında- bugün bile- geçmişte ulaştığımız zirveye çıkabilen yoktur; üstelik çok da gerisinde kalınmıştır. Lakin bu durumu muhafaza edecek somut kalkanlar oluşturmalıydık. Demem o ki soyut-somut dengesi. Tek kanatlı kuş uçamaz. Biz dergimize sözcüklerden kanatlar yaptık. Yenil Nesil Köprüsü’nü gökyüzüne kurduk. Velhasıl güneş gibi aydınlatacak dünyayı. Bundan böyle gece olsa ne yazar.
İyileri kollayıp sayıları çoğalınca dünya kendiliğinden düzelecektir. Kötüler fazlaysa dünya kötüdür, iyiler fazlaysa dünya iyidir. İçimizde kötülük baskınsa “kötü”yüz, iyilik galipse “iyi”yiz. Hâsılı edebiyat, dünyanın vicdanıdır ama gerçek bir edebiyat eserinden bahsediyorum. Bunun için Halk Edebiyatı Dergisi’ni önemsiyor bu çok yönlü savaşın, kültür ve sanat tarafını omuzluyoruz. Siz, omuzlarınızı çekince yük bize biraz fazla biniyor ama olsun, yükümüz; yükselme dağımızdır…
Burada belirtmeliyim ki kendini yenilemeyen, elli yıldır aynı şeyleri söyleyen, zatından başkasını görmeyen, insana yatırım yapmayan, eski kafalar, eskimiş ve küflenmiştir. Etraftan gelen küf kokusu bundandır. Bilindiği üzere kâinatta sürekli bir yeni oluş vardır. İşte bu küflenmiş kafaların yüzünden mütemadiyen yeni doğuşa ihtiyaç vardır. Bu gölge yazarlar, esasında “gölge” değil “hortlak”tır; kuşkusuz bunların sabah olunca ve güneş doğunca gölgesi dahi kalmayacaktır. “Biz” diye söylerken bile kendilerinden bahsederler. Sürekli gençlerin frenine basarlar, her yerde sahne alarak; “Size yer kalmadı, bekleyin!” diye söylerler. Şunu unutmayın ki zaman adildir; sizi hiç yokmuş gibi silecektir. Boşuna gereğinden fazla varlığınızı dayatmayınız. Mamafih bir köprü vazifesi gören sürekli kendini yenileyen ve gençlerin bakış açısına yeni pencereler açan eski ama eskimeyen kafalara selam olsun! Onlar ne çok kıymetlidir; işte biz, “Yeni Nesil Köprüsü”nü bu temellerin üzerine atmaktayız…
Halk Edebiyatta Birleşecek!
“Halk Edebiyatı Dergisi” hem toplumun çimentosudur hem de ham maddesidir. Kendini tanımanın yolu Halk Edebiyatı’ndan geçer. İtiraf etmeliyiz ki çalışmalarımız uykusuz gecelerin rüyalarıdır. Her ne olursa olsun “Yeni Nesil Köprüsü” nün üzerinde yürümeye devam edeceğiz. “Halk edebiyatta birleşecek!” sloganıyla önce sözcükleri sonra gönülleri birleştirme gayretinde hep olacağız. Güzellikte buluşamayan, kötülüğün elinde esir kalmıştır. İyilik, sonsuz bir sermaye; ya kötülük? Esasında içimizdeki yargıcı dinlemiyorsak adaletten uzaklaştığımızın fotoğrafı ortadadır.
İşte, dergimiz bu yolda, güzelliğin samimi bir ifadesidir. Korkarım ki sesimizi duyamayan kulaklar, gafletten sağırlaşmıştır. Belki üç-beş kahramanız fakat kalabalıkların arasında yok olacağımıza, bir avuç dava arkadaşıyla sağlam bir yumruk olarak, cehaletin kafasına inmek yegâne amacımızdır. Bundan böyle mefkûremiz sermayeyi tüketenden hesap sormaktır. Medeniyet de kültür de milletlerin en büyük birikimidir. Bunu değer olarak görmeyen ve israf eden zihniyetler bir ulusun sermayesini hortumlayanlara benzer. Kültürün bir anlamı da ekip biçmek olduğuna göre, dergimizde kültür mahsullerinin yetiştiği, tohumun toprakla buluştuğu verimli bir tarladır.
“Halk Edebiyatı” bundan böyle-dergimizin raflarda yerini almasıyla birlikte- üvey evlat olmaktan çıkmıştır. Millet olarak yetimleri severiz. Biz, bu şuur ile değerlerimizin başını okşuyoruz. Hem “halk” hem de “hak” edebiyatının birer neferiyiz. Bu çok önemli, irfan tarafının dili olurken sorumluluğumuzun da bilincindeyiz. Bir bakıma da “Halk Edebiyatı”nı daha merkeze alarak dengeleri sağlıyoruz. Şimdilik çok gücümüzün olduğu söylenemez fakat o gücü geçmişimizden alarak geleceğe aktarma kabiliyetimizin olduğunu biliyoruz. Bir bakıma da kuvvet görünen değil görünmeyendir. Çünkü onu herkes idrak edemez. İnsanların büyük bir çoğunluğu kördür; görenler ise âmâlara yol gösterenlerdir. Yoldan çıkanlar ise körlükte ısrar edenlerdir.
Velhasıl güzellikler buz gibi erise de su olup hayat verecektir geride kalanlara… Haliyle dergimizi bu bilinç ile çıkartıyoruz. Bazen derin idrakimizle birlikte yığılıp kaldığımız da oluyor fakat hâlâ şuurlu insanlarımızın var olduğunu biliyoruz. İşte, bundan ötürüdür ki bayrağın yere düşmeyeceğinden eminiz!
Dergimiz-çok şükür- yeni nesil köprüsünün üzerinde ilerlemektedir. Bizi hâlâ göremeyenler ya da görmezden gelenler, köprüyü geçemeyen, gönlümüzden çok geride kalan kişilerdir. Karşıya, cennete geçmek için önce köprüyü yapmak lazım. Bu da çalışarak, insanlığa hizmet ederek meydana gelen bir husustur. Herkes çalıştığının ve emeğinin karşılığını alır. Karşılıklı beklentilerden beslenen günümüz insanı, iyiliği sürekli sömürerek “iyi”lerin ayakta durabilmesini zorlaştırmıştır. Fakat bu böyle biline: Yıkılmayacak kadim güzellikler. Ancak putlardır devrilip yıkılacak olanlar! Hâsılı selam olsun yoldaşlara, dergimizin sayfalarının arasında buluşma niyazıyla ve bir güzelin gamzelerinde keyifle çay içme umuduyla!..
Yeni nesil köprüsüdür dergimiz.
Bil, halk edebiyatıdır derdimiz!
****
Değişen Halk Edebiyatı ve Dergimizin Çizgisi
Halk edebiyatının üretim alanı ayrı, onu inceleme alanı ayrıdır. Bunlar birbirine karıştırılmamalıdır. Biri yaratıcılıktan beslenir, diğeri bilgi, bilim, inceleme, kaynak, mukayese ve gözleme dayanır. Biz bu işin daha ziyade yaratıcılık tarafındayız. Elbette dergimizde, akademik yani halk bilimi çalışmalarına -araştırma, incelmeye vb. – yer veriyoruz. Bu anlamda bizdeler de çeşitli dosyalar, incelemeler ve derlemeler ile birçok çalışmayla kültürümüze değer katmaya çalışıyoruz.
Her şey, gün gün değişir, halk edebiyatı da değişmekte ve dönüşmektedir. Onu sadece: Tekke, âşık, anonim edebiyatı olarak sınırlandıramayız. Bugün baktığımızda, tekke bilincimiz değişmiş, dönüşmüş ve geleneksel sanatlardan olabildiğince uzaklaşmıştır. Daha çok, iman kurtarma derdinde gözüküyorlar. Âşık edebiyatına bakınca kısmi olarak usta-çırak ilişkisinden kopmalar olduğunu hem sazın hem sözün boyutunun değiştiğini görebiliyoruz. Maddesel yaşam, manevi olan ile savaş halinde olduğu ortadadır. Âşığın dilinden dökülen ile onu taklit edeni birbirinden ayırmak gerekir. Bu anlamda kadim geleneğimizin hakiki sesi, modern yaşam biçimleri karşısında ruhu zedelenmiştir. Âşıkların sesi maddenin ötesinde çile içerek bülbülleşir. Sazıyla arasına başka aşk sokmayan ozanlarımız ilelebet var olacaklardır. Çünkü onlar kadim ruhumuzu birleştiren birer vasıtadırlar. Bütün bu zamansal, mekânsal değişime veya gelişime ya da gelişememeye çözüm üretenler geleceğe kalacaktır. Her şeyden şikâyet etmeyi, şükür ve cabayla aşanlar ileride buluşacağımız insanlardır. Anonim halk edebiyatına gelince, bireyselliğin bu denli güçlü olduğu yerde, kişiler topluma hiçbir şeyini armağan etmezler, çünkü bu yaklaşımda, fertler üst rızadan çıkmış, kendisini merkeze almıştır. Bırak bilinmemeyi, bilinmek, meşhur olmak için gayri ahlaki her şeyi zorlamaktadır. Oysa anonim edebiyat, kendine ilham olanı bile tevazu ile topluma hediye etmiştir. Hiçbir şeyin kaynağı kendisi değil, yansıtıcısı, alıcısı, kendisine bahşedilen güzelliklerin emanetçisi olarak görmüşlerdir. Anonim edebiyatta “ben” değil “biz” vardır. Bugünkü yaşam biçimimiz çoğunlukla bu bilincin karşısındadır. Yani tekke, âşık, anonim edebiyat, bugün değişime uğrayarak varlığını sürdürmektedir. Bu kavramlara biçimsel bakarsak o vakit halk edebiyatının sonunun geldiğini söylemek gerekir ki böyle bir şeyi ifade etmek anlamsız olur. Ayrıca olaya bu çizgide bakarsak bizim de tekke şairi ve ozanlarımızdan başka eser kabul etmememiz gerekir. Bu anlamda bugün halk edebiyatının sınırlarını çizmek oldukça zordur.
Klasik halk edebiyatına baktığımızda: Didaktik ve kıssadan hisselerle doludur. Yani faydacı bir yaklaşımı vardır. Amaç öğüt vermek ve toplumu eğitmektir. Hak âşığı olan ozanımızın da tekke düşkünü olan dervişin de amacı yüce insana ulaşmak, insanı kâmil olmaktır. Geleneksel yapı da bunların öğrenilmesi ailede başlar ve toplumun içinde devam ederdi. Bu anlamda âşıklık ve tekke geleneği çok önemlidir. Bu yapılar insanımızı eğiterek güzel, doğru, nitelikli bir âdemoğlu olmasını sağlardı. Yani bu ortamlar güzel ahlaklı insan yetiştirme merkezi gibiydiler. Geleneksel yapıda toplumun kendisiyle yüzleşmesi, iyilikte de yarışılması, nefsin terbiye edilmesi, eşyanın ruhunun anlaşılmasında önemli bir yeri vardır. Modern insan daha çok dışa bakandır, içini değil, dışını süsleyendir. Maalesef okullarda dinlemeyi bile öğretemediğimiz çocuklarımıza bir şeyler anlatmaya çalışıyoruz. Mesnevi : “ Dinle” ile başlar. Bugün nesillere bunu bile öğretsek çok şey değişir. Bununla birlikte hatasını kabul etmeyen, kendisiyle yüzleşmeyen modern insan, şahsına olduğundan daha fazla anlam yüklemektedir, bu da sürekli dış dünyadan beklenti ve hayal kırıklığı yaratmaktadır. En basit ifadeyle, kırmızı ışıkta geçene, ters yönden gelene, aşırı hız yapana, yani toplumsal kurallara uymayan birini, uygun bir dille uyarsanız bile, çoğunluk hatasını kabul etmiyor, bir yanlışı anlatmak için ya can vereceğiz ya da can alçağız. Bir toplumda, hatasını kabul etmek, özür dilemek, bu denli zor olmamalıdır. Fakat kendimizi putlaştırırsak her şeyi zatımıza mübah görürüz. Toplumum iletişim dili olmalı… İşte aile de eğitim kurumlarında yeterince adabı muaşeret verilemeyince, millet olma bilincinden de uzaklaşıyoruz. Modern insan özgürlüğü kaba-sabalıkla karıştırdı, sadece dışını süsleyen insanların, ufak bir yağmurda makyajları akmaktadır. Bu anlamda kadim insanımızla, bugünkü insanımızın hayata bakışını mukayese ettiğimizde değişen ve dönüşen halk edebiyatının nedenlerini buluruz. Halk nereye doğru giderse edebiyatta oraya doğru gider. Bu anlamda amacımız sadece geçmişi yüceltmek değil, mazinin tecrübe edilmiş iyisiyle geleceğin genç, dinamik güzelliğini birleştirmek. Edebiyatta bunu sağlar.
Halk aynı ülkede yaşayan ve o ülkenin yurttaşı, aralarında soy, din vb. yönünden bağ bulunan insan topluluğudur. Halk birbirinin acısını, sevincini paylaşandır. Kabul kültürü ile ötekileştirmeyen, birbirini kandırmayan ve güvenen, beraber hatıraları, kahramanlıkları olan vatan kardeşliğidir millet olabilmek. Bu birlikteliğin ruhunu ve onların manevi ihtiyacını da sanat yansıtır ve karşılar. Enstrümanlar değişebilir. Halk gibi halk edebiyatı da değişime uğramıştır. İçinde yaşanılan topluma; gelişmişlik düzeylerine, dillerinin imkânlarına ve yaşadıkları coğrafyanın özelliklerine göre farklılık veya benzerlikler gösteren bu edebiyat toplumları derinden etkileyen doğal ya da suni olaylar çevresinde doğmuştur. Bu sebeple başlangıçta destanlar; efsaneler, masallar ve halk hikâyeleri şeklinde gelişen ürünler sonraları gittikçe çoğalmıştır. Manzum ve mensur olarak çeşitlenmiş, ayrıca atasözü, mâni, ninni, şarkı, türkü, bilmece gibi şekil ve türlerle zenginleşmiştir.
Bu anlamda halk edebiyatını biçim ve mazide arayanlara şunları söyleyebiliriz: Halk edebiyatı halkın edebiyatıdır. Halk kendini ifade ederken yöntemine sadece biçimsel bakılamaz, sözgelimi, heceyle şiir yazmayan birine ölçülü şiir yazmadı diye vatandaşlıktan atılamaz, o halde, bu eylem de halkın edebiyatıdır. Üslup anlayışı, biçim değişebilir, sabit bir halk edebiyatı yoktur, çünkü sabit bir millet yoktur, halk değişince üslup da değişir, ancak bunu sabit beyinler anlayamaz.
Avam ve havâs edebiyatı ayrımı da bugün için yanlıştır, bunlar kendini aydın ve halkın üstünde gören bazı sakat kafaların tanımıdır. Bugün postmodern çizgide bu anlayışın hiç bir hükmü yoktur. Maalesef, kendisini halktan üstün gören kafaların daha nesli tükenmemiştir. Halkı olmayanın edebiyatı da olmaz. Halk aydınından avamına kadar bir bütündür. Aydın olmak yalnızca halkı cahil görüp onları eğitmek değildir. Üstelik bazı cahillikler ancak çok tahsille mümkündür. Kafayla kalp ayrı çalışmamalıdır. Aydınlık, halktan kendini ayrı ve üstün görmeyen, onun ile bir olan, ondan beslenen, millettin ruhunu sanat ve düşünce yoluyla dile getirendir. Bu ruhtan habersiz kafalar, ceset karanlığındadır. Çünkü halk bilincinin ruhudur bizi yaşatanlar. Bu anlamda Atatürk: “Aydın sınıf ile halkın zihniyet ve amacı arasında doğal bir uygunluk olması gerekir. Yani aydın sınıfın halka önereceği amaçlar halkın ruh ve vicdanından alınmalıdır. Hâlbuki bizde öyle mi olmuştur? Kuşkusuz hayır, ebette çok iyi düşünenler de vardır. Fakat genel olarak şu hatamız vardır ki, inceleme ve araştırmalarımıza zemin olarak çoğu kez kendi yurdumuzu, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve gereksinmelerimizi almalıyız. Aydınlarımız belki bütün cihanı, bütün ulusları tanır, fakat kendini tanımaz.” Bu anlamda Atatürk gerekli hususları en güzel şekliyle ifade etmiştir.
Bu biçimci anlayış bizi aruzla yazınca “yüksek” heceyle yazınca “avam” kafasına götürür. Halk içinde halk yaratmanın bir anlamı yoktur, bütün bunlardan dolayı, sadece halk edebiyatını biçim ve mazide arayamayız. Halk değişir, edebiyatta değişir. Bugün halk edebiyatı ürünlerine çok boyutlu ve değişken bakılmalıdır. Halkın edebiyatı “Halk Edebiyatı’dır.” Aksi halde biçimci yaklaşmayanlara halka ihanet etmiş gözüyle bakılır ya da biçimci yaklaşmadığı için vatandaştan sayılmaz.
Çoğu masalların yazarı bellidir artık. Fıkra değişik amaçlara bağlı bir nükte ile sona eren, farklı karakterler etrafında kurulmuş kısa anlatımlardır. Bugün belli simge isimler yerine çok farklı bir mizah anlayışı vardır. Meddahlığın dönüşerek Stand-up gösterilerine dönmesi gibi. Efsane, bir olay, yer veya adla ilgili inanışı dile getiren veya bunların ortaya çıkış sebebini açıklayan olağan üstü özelliklere sahip kısa anlatmalardır. Artık güncel efsaneler, söylenceler vardır. Fısıltı bilimi gibi… Ayrıca efsaneler geçmiş zamanlarda bilinmeyenini tanımlama ihtiyacının tezahürüdür. Bugün bu anlamada – olabildiğince birçok hususa- bilimsel cevaplar verilmektedir. Destanlar daha çok ülkelerin başarı hikâyelerine dönmüştür. Kulaktan kulağa anlatılan değil, görülen, ispatlanan, mantıken izahı yapılan yapma destanlara dönüşmüştür. Günümüzde bir milletin var olma ve kahramanlık destanı, çağın ileri teknolojileri ve en üst aklı üretmesiyle mümkündür. Destanlar mazide değil, bundan böyle bu şuur ile gelecektedir. Halk hikâyelerimiz, gelişerek ve dönüşerek modern hikâyeleri doğurmuştur. Bir köprü gibidir. Kadim edebiyatımızda maddeden uzaklaşarak, Tanzimat sonrası yavaş yavaş maddeye yaklaşarak daha seküler bir edebiyat ortaya koyduğumuz gözükmektedir. Bir toplumda madde ve mana açısından denge sağlanmadığında, doğal olarak hüsranlar kaçınılmazdır. Kadim halk hikâyelerimizde aşıklarımızın vuslatı ötelere kalır. Bugün hevâ ve heveslerimizi ötelediğimiz söylenemez, artık imecelerde, köy çeşmelerinde yaşanmıyor aşklarımız, şehirli bilinciyle birlikte her şey dönüştü. Elbette bu durumun olumlu-olumsuz tarafları üzerine çok konuşmak gerekir. Türkü halk edebiyatının en zengin ve günlük hayatla en fazla iç içe olan bölümüdür. Çoğunlukla kişilerin ve toplumla ilgili konuların işlendiği anonim veya âşıkların adına bağlananlar da vardır. Yani yazarları belli türküler de vardır. Türkü, “Türk” gibidir. Bizim lisanımızdır, hikâyemizdir, ezgimizdir, ruhumuzun haritasıdır, söylenmemiş sözümüzdür, yarım kalmış aşkımızın, yarım kalmış davamızın dilidir o.
Medeniyet şehirli anlamı olmakla birlikte, kentler bizi medeniyetten uzaklaştırdı. Uygarlık ölçümüz tamamen eşya yani madde oldu. Hâlbuki insana verdiğimiz kıymettir medeniyet. Erdemlerini muhafaza etmektir. Barbarlığın kafasına indirilen bir yumruktur. İşte bu sağlam doku faydalı geleneklerimizi muhafaza etmek ve sahip çıkmakla olur. Çünkü bütün bunlar bize kendimizi hatırlatacaktır. Kendimizi unutmak başkasını yaşamak demektir. “Ben kimim?” diye sorgulamamaktır. Bu anlamda Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi adlı kitabında bir hikâye anlatılır:
Geçmiş zamanların birinde, bir hanı başka bir han esir almış. Bu han tutsağına: “Eğer istersen benim kölem olur, yanımda kalır uzun zaman yaşayabilirsin. İstemez isen en büyük arzunu yerine getir, sonra da seni öldürürüm,” demiş. Tutsak han, düşünüp cevap vermiş: “Köle olarak yaşamak istemiyorum. Beni öldür daha iyi. Ancak beni öldürmeden vatanımdan herhangi bir çobanı buraya getirmeni istiyorum.”
“Ne yapacaksın çobanı?”
“Ölmeden önce ondan türkü dinlemek istiyorum, vatanımın türküsünü.”
Şöyle yorumlarsak bu kıssayı: Tutsak han çok iyi biliyordu ki canından öte aldığı topraklarından gelecek çobanın söylediği türküyle; ülkesinin bütün mazisini, hilal kaşlı yiğitlerini, gül bakışlı evlatlarını, memleketinin acılarını, sevinçlerini, aldığı ilk kokuyu, bastığı ilk toprağı, yiğit yiğit yürüyen dağları, atların şahlanışını, çiçeklerin okuduğu şiirleri, rüzgârın söylediği türküleri, bulutlarda yüzen gemileri, anasının yaprak yaprak ellerini, babasının sert mizacının altındaki merhametini… İlk aşkını, kalbine bir kelebek konmuş gibi hissedecekti. Çobanın söylediği o türküyle bütün mazisi gözlerinin önünden el sallayarak geçecekti. Bedenin fâniliğini bir kez daha anlayacak ve yaşanılan duyguların hiçbir zaman ölmeyeceğini ve ağızdan ağıza türkü tadında, şiir tadında, başkalarının gönlünde yaşayacağını biliyordu. Madem ölmek yok idi, yiğitçe yaşamak vardı ilelebet… İşte böylelikle üzerinden nice veballeri atıp, bahtiyarlıkla ölümü karşılayacaktı. Ülkesinin türküleriyle mesut bir yolculuğa çıkacaktı. Belki kendisini de bir türkünün içinde yiğitçe yaşayacak ve memleketin havasına karışacaktı. Esarette neydi? Şimdi daha yakın olacaktı memleketine…
Ahmet Hamdi Tanpınar: “Türk insanının yazılmamış romanları türkülerde saklıdır. Türküler romanlarımızdır,” der. “Çanakkale içinde vurdular beni,” derken bu sadece bir türkü değildir. Orada bir tarih yatar.
“Al Fadimem bal Fadimem /Yanakları gül Fadimem /Uyan uyan sabah oldu/Namazını kıl Fadimem”
Bu mısralar yanmış bir gönlün ağzından dökülen zarafet ballarıdır. Buyurgan değil, tatlı dille eyleme geçirmek. Bu türkünün esası vuslat olmasa da sözleri; annelerimizin, dedelerimizin, aşıklarımızın, yiğitlerimizin ruhunun tezahürdür. O yüzden bir türkü dinlediğimizde bütün bir mazi mehtap gibi ışıldar zihnimizde.
Mâni, halk edebiyatının çok sevilen ve yaygın olan bir nazım biçimidir. Bizim kadim bilinçaltımız manilerle doludur. O yüzden bizim insanımız mani yazma da zorlanmaz. Hemen hemen her konu da yazılmıştır ve toplum hayatının bir özetidir. Halk edebiyatımızda bulunan binlerce mani içinde türlü sosyal olaylar, bireylerin türlü ruhsal durumlarının yankıları kaynaşır durur. Günümüzde manilerin de içeriklerinin çok değiştiğini görmekteyiz. Ölçüsüz mani tadında şiirler ile de çok karşılaşıyoruz…
Atasözü, kuşaktan kuşağa öğüt ve hüküm şeklinde nakledilen kısa ve özlü anonim sözlerdir. İlk defa kimin söylediği ve son şekline ne zaman kavuştuğu bilinmez. Şüphesiz atasözlerinin sonu gelmez, çağın ihtiyacına göre bu söylemler ilelebet yeni söylemlerle zenginleşerek var olacaktır. Bu sözler elbette bir milletin zihinsel birikimidir. O yüzden çok kıymetlidir. Zaten birçok sanatçı da atasözlerinden faydalanır. Tabii ki atasözleri günümüzde özdeyişlerle zenginleşmektedir, yani söyleyeni bilinmeyenden bilinene doğru bir ilerleyiş söz konusudur.
Değişen ve dönüşen hayata bakışımızla birlikte dualarımız da beddualarımız da değişmiştir. Bireyselleşen toplumlarda doğal olarak birbirine dua edenler azalır. Bir de hayata maddesel bakıldıkça duaların yerini daha çok beddualar alır. Çünkü çirkin rekabet insanların kötü tarafını daha çok harekete geçirmektedir. Şu da var ki insanların inançlarına ve hayata bakışına göre duaları ya da bedduaları değişmektedir. Söz gelimi: “Nur içinde uyu” değil de, “Işıklar içinde uyu” gibi. Şehirli insan rekabet halinde olduğu için çoğu zaman üstünlük yarışındadır. Bu durum da haliyle güzel olan yaklaşımdan ziyade kötü enerji çağırmayı beraberinde getirmektedir. Bir milletin beddualarına bakarak uğradığı zulmü, dualarına bakarak da iyi niyetini, güzelliklerini görebiliriz. Bir toplumda beddua, duayı geçerse orada belalar, musibetler kaçınılmadır, ayrıca enerji akışı da doğal olarak değişir.
Nüfusun çoğunluğunun köyden şehre kaymasıyla birlikte yaşam biçimleri değişti. Bu aşamada hayatımıza televizyonun girmesi ve yerel folklor unsurlarından ziyade popüler kültürün ortaya çıkmasıyla birlikte hızlı bir değişim söz konusu oldu. Artık türküler dinlemek için Sazcı Ahmet’i dinlemeye gitmeye ihtiyacımız kalmadı. Ozanlarımızı da. Ne ararsak popüler kültür bize kitlesel iletişimler ile vermekte. Bu durum renklerimizin kısmi kaybolmasına, düşüncede, kılık ve kıyafette, ilişkilerimizde, hayata bakışımızda birbirine benzeyen, öğretilmiş tiplemelere dönüşmemize neden oldu. Özgün karakterler, kitlesel iletişimin tasarladığı insanlara dönüştü. Bunlarla birlikte makineleşme de imece ruhunu zedeledi ve kimsenin kimseye ihtiyacı kalmadı. Çünkü türkülerle, güzel sohbetlerle günlerce kazılan tarlalar, traktörle bir saatte işlendi. Toprağa bağlı iken herkes az ya da çok üretendi, kendi toprağının efendisiydi. Bu yüzden arazi önemliydi. Şehirde iş yeri sahibi olmak gibi bir şeydi bu durum. Bizde sanayileşmenin geç kalmasıyla birlikte şehirleşme de yavaş ilerledi, o yüzden biz modernizmi geç algıladık. Modernizm, gücünü sanayileşmeden, eğitimli ve şehirli insan bilincinden alır. Fakat bu tanımlanmış paket hayatlar renklerimizi ve özgünlüğümüzü kaybetmemize neden oldu. Şüphesiz insan tecrübe ve mukayese ederek ederek ilerler. Zaten postmodernizm bu sürecin yüzleşmesi ve hesaplaşmasıdır.
***
Yazılı olmayan fakat bu milletin her kesimi tarafından ele alınan gelenek ve görenekler, aynı zamanda nesilden nesle aktarılan alışkanlıklardır. Ancak farkında olunmasa bile aslında hayatın her alanında gelenek ve görenekler yer alır. Bu doğrultuda Türk ve Anadolu kültürü açısından bakıldığında birçok farklı gelenek ve görenek bulunmaktadır fakat bunlar; değişerek, dönüşerek, ayrışarak, azalarak, eksilerek, varlığını sürdürürler bazıları da yok olurlar çünkü gelenek ve görenekler topluma fayda sağlamadığı sürece varlığını sürdürmesi doğru olmaz. Hatta bunlar toplumun sağduyusundan geçebilirlerse yaşayabilirler. Günümüze baktığımızda; kız isteme merasimleri çok değişmiştir. Hatta bu hayati kararları bireyler kendileri alıp ailelerine danışırlar. Bu modernizmle birlikte bireyin kendi kararlarını kendi almasıyla alakalıdır. Bir karakter olarak ortaya çıkmasıdır. Bizim kültürümüzde genelde “yok sayma” hala devam etmektedir. Mesela bu çocuklukla birlikte başlıyor. Otobüste, haliyle bir birey olarak tanınmak isteyen çocuğun yerinden kaldırılıp bir yetişkinin oturtulması bu duruma örnektir. Her ne kadar bu saygı kılıfıyla yapılsa da bireyi yok saymaktır. Küçük yaştan itibaren yok sayılan birey, ileride de varlığını ortaya koyması zorlaşacaktır. Fakat bu durum tabii ki enaniyete / kibre dönüşmemesi koşuluyla… Bütün bunlarla birlikte yaşam şekilleri de değişmiştir. Eskiden iç içe yaşayan aileler artık, daha bağımsız evlerde yaşamaktadır. Geçmişte düğünler doğada davul, zurnayla yapılırken bu gün daha ziyade şehirlerde düğün salonlarında yapılmaktadır. Kına gecesi algısı ve yaklaşımları büyük değişimlere uğramıştır. Bayram ziyaretleri artık yapılmıyor, daha çok telefonlarla ya mesaj ya da aranılarak yapılmaktadır. Cenaze törenleri artık daha yüzelsel ve duygusuz yapılmaktadır. Büyüklerin elini öpmek, geleneğinden de uzaklaştık fakat kadim irfan geleneğinin yoğurduğu Anadolu yaşlıları neredeyse kalmadı, onların her bir sözü baldan tatlı yaşam şerbeti gibiydi. O irfan derinliği ile nefsini terbiyelermiş, yaşam öngörüsü edinmiş, insan yüzlü kadim bilincimizin nurlu yüzleriydiler. Şehirli yaşlılarımızın çoğunun daha asabi, gergin, bencil, irfandan yoksun olduğunu çoğu zaman görmekteyiz. Bu da toprakta ihtiyarlamayla, betonda yaşlanmanın farkı olsa gerek. Doğum ile bebeğe hediyeler getirmek, olguları da çok değişti. Toprağa bağımlı insanların bir kısmı için çocuk tarlada çalışacak amaleydi. Şehirli insanın bir kısmı için çocuk yüktür, bir kısmı için tatmin edilmemiş duygularının tatminidir, bir kısmı için neslin devamıdır, bir kısmı için böylesine kötü bir dünyaya çocuk getirmek anlamsızdır, bir kısmı için de çocuk hayattır. Çocuklar toplumun aynasıdır, halkın yüzüdür, onlara bakarak bir milletin geleceğini görebilirsiniz. Vatani görev ve asker yaklaşımları da çok değişmiştir. Esasında Türk milleti asker bir millettir. Bu yüce ruh daha çok beka tehlikesi karşısında genelde ortaya çıkar. Fakat bu gün cepheler, savaş alanları değişmiştir; medeniyet, kültür, sanat, teknoloji, bilim, eğitim alanlarına kaymıştır.
Görüldüğü üzere halkımızı gelenek ve görenek açısından bazı hususlarda ele aldık. Her biri toplum içerisinde farklı zamanlarda gerçekleştirilen alışkanlıklardır. Değişim ve dönüşü kaçınılmazdır.
O yüzden örf ve adetler ile beraber gelenek ve görenekler her zaman Anadolu toplumu noktasında büyük bir potansiyel teşkil etmektedir. Folklor halkın maddi manevi kültürünü araştıran bir bilimdir.
Başarılı romanlara baktığımızda geleneksel motiflerden faydalandığını, hatta dizilerin, sinemanın, tiyatronun… Mekân ve atmosferin; toplumun yaşam biçimlerini, insan davranışlarını etkilediği ortadadır. Türkçe, yaşadıkça halk edebiyatı da yaşayacaktır; aşk, ayrılık, özlem gibi duygular var oldukça âşık sazın teline dokunacaktır. Sümer Ezgü, halk edebiyatının Türkçe’yi koruduğunu savunuyor. Bu çok doğru bir tespittir. İfade biçimleri değişebilir ama gelenekten beslenen sanatkârı halk, hep benimseyecektir ve ilelebet yaşatacaktır. Örneğin; Yunus Emre, Karacaoğlan, Köroğlu, Âşık Veysel’den Barış Manço’ya kadar daha niceleri…
Önce sözlü, sonra yazılı ve günümüzde de medya yaklaşımıyla birlikte halk edebiyatının değişimi üzerine durduk. Biz bu anlamda yapı sökümü yapmadık, halk edebiyatındaki değişimi ve dönüşümü gördük. Bu doğrultuda dergimizi çıkartıyoruz, bizim üretimlerimiz biçime bakılmaksızın hem halk edebiyatıdır hem de halkın edebiyatıdır. Halkın edebiyatını daha başka türlü nasıl tanımlayabiliriz. Bugün geldiğimiz noktada halk edebiyatının sınırları ve tanım alanı daha kapsayıcı olmalıdır. Biçim ve mazi üzerinden tanım yapmak yetersizdir, sözlü geleneğin dönüşmesi, biçimsel yaklaşımların farklılaşmasıyla ve yaşam koşullarının değişmesiyle birlikte o vakit halk edebiyatına da son noktayı koymamız gerekirdi. Böyle bir şey söz konusu olamaz. Ayrıca yabancı kaynaklar üzerinden de tanımlar doğru değildir. Çünkü her milletin halk edebiyatı farklı özellikler gösterir. Bu medeniyetsel farklardan doğan bir sonuçtur. Halkımızın maddi-manevi gelişimi üzerinden olaya bakılmalıdır. Bugün halk edebiyatı, mazinin tanımlanmış çocuğu değildir sadece, geleceğe yürüyen, her gün yeni şeyler söyleyen, maddi-manevi bu milletin birikimden faydalanan ve tüm fertlerin kendisine yer bulabileceği dev bir birikimdir. Halka ve hakka doğru gitmeyen acaba nereye gidiyordur? Halk edebiyatından beslenmeyen nereden besleniyordur? Edebiyatının yönü halka dönük değilse acaba nereye dönüktür? Tüm bunlar bizi halk edebiyatının önemine götürür. Dergimiz bu değişimi görmüştür ve öncü olmuştur, asla hakemli dergilere dönüşmeye niyetimiz yoktur. Halk edebiyatını incelemek başka, halk edebiyatı eserleri üretmek başka bir şeydir. Biz daha çok için yaratıcılık boyutundayız. Ürettiğimiz, yayımladığımız eserler medeniyetin fısıltısıdır ve nurlu mürekkebidir, bu yüzden biçime bakılmadan halk edebiyatı, “halkın edebiyatıdır” ve onların eserleridir. Bu böyledir. Biçim konusunu yeterince değindik, fakat bu anlamda da bakanlar için de dergimizde gerek dosya konusuyla, gerek hece şiirine verdiği destekle ülküsü bellidir. Anonim, tekke, âşık edebiyatı ürünlerine verdiği destekle halk edebiyatına büyük katkı sağlamaktadır. Fakat değişen ve dönüşen halk edebiyatını görerek biçime takılmadan, yani pekâlâ serbest ölçüde de halk şiiri yazılır. Orhan Veli’, Cahit Külebi, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, vb. birçok şairin, yazarın, halk edebiyatından beslenerek, bu çizgi de eserler verdiğini söyleyebiliriz. Bilhassa sosyal gerçekçi şairlerin.
Velhasıl, halkın edebiyatı, halk edebiyatıdır. Bunun dışında nitelikli folklor araştırmalarına ve incelemelerine de dergimizde özellikle yer vermekteyiz, yani bizde yaratıcılık ve işin edebiyat bilimi beraber ilerlemektedir. Bazı zihinler sınırlı, halk edebiyatı da sınırları aşandır. Bazı kafaların bazı şeyleri anlamaması bundan kaynaklanır ve halk edebiyatının herkese göre bir tanımı yoktur. Biçim zamanla dönüşür, mazi geleceğin annesidir, nesiller atalarından aldıklarıyla geleceğe yürürler. Biz bu anlamda yapı sökümü değil, yapı dikicileriz. Değişen yaşam koşullarının sadece mazi ve biçim ile sınırlı olmadan geleceğin yeni nesil köprüsüyüz.
***
İnsanların insansızlaştırıldığı günümüzde tuğla kırar gibi ego kırmaya çalışıyoruz. Maddi-manevi kendi köyünden peygamber çıkmaz hesabı uğraşıyoruz. Üretenleri teşvik etmeyip cahilce eleştirme geleneği ülkemizde devam etmektedir. Güzel çirkini kıskandığı gibi, üretmeyeler de üretenleri kıskanıyor. Çalış senin de olsun, durgun su mikrop üretir. Fikri nitelik gelişmediği sürece tırın içinde daha çok vidalarla uğraşacağa benziyoruz. Biz geleceği biraz da bu yüzden kaçırıyoruz. Fakat biz bunun farkındayız. Bazı tezatlarımızdan kurtulmalıyız. Cennet gülüşlü insanlar geleceği yazacak. Cehalet bundan böyle iyiliğin hoşgörüsüne sığınamayacak. Ey eşek arıları, bal yapmıyorsunuz bari sokmayın! Her şey değişmeye mahkûmdur, cehaletinde modası geçecek, gelecek rahmetini erdemli insanların üzerine yağdıracak. Cehalet, üslupsuzluk, kabalık, anlayışsızlık, hoşgörüsüzlük, kurak topraklarda kuruyacak. Cennet gülüşlü, erdemli insanlara, bizi var eden geleceğe selam olsun!..