Senin Rengin Hangisi?

Senin Rengin Hangisi?


Uzun zaman önce, sanırım bir kitap veya dergide, güzel bir yazı okumuştum. Yazar diyordu ki orada, “Şehirlerle insanlar arasında zamanla, görünmeyen, ince tellerle gizli bir bağ oluşur. İnsan ve şehir ayrılırlarsa o teller kopar ve gidenin canı acır.” Çok hoşuma gitmişti bu anlatım. Alışılan bir yerden ayrılmanın verdiği yürek acısı daha etkileyici bir şekilde ifade edilemezdi.
Her şehrin kendine has bir rengi vardır bence. O şehir anıldığında akıllara ilk gelen bir ana renk vardır; sonra bu renge yakın ara renkler belirir zihinlerde. Değişik tonlardadır bunlar, açıklı koyulu, belirgin veya belirsizdir; ama her şehrin hissettirdiği, kendine has bir rengi vardır. -Yalnız bir şehir vardır ki o başka hiçbir kente benzemez. Onun bir değil birçok ana rengi ve çeşit çeşit, belki sayılamayacak kadar çok ara renkleri vardır. Kendine özgü özellikleriyle hiçbir yerle karşılaştırılamayacak bu şehir, “İstanbul ”dur.-
Kimi beyazdır bu renklerin, kimi aldır, kimi mor; sarısı mavisi de vardır… Kimileri ise, bakış açısına göre, siyah, kahverengi, gridir.
Bilemezsin ama, şehre girerken hemen göremezsin onları. İlk zamanlar, ayrıldığın kentin renkleri üzerinde hâlâ parıldadığı için görmek istemez, direnirsin. Yeni renklere boyanmaya hazır değilsindir henüz, kalbindeki sızı dinmemiştir.
Kaçarsın bu yüzden, çıkamazsın sokaklara, çarşılarda gezemezsin. Bilirsin içten içe; eğer dolaşmaya başlarsan caddelerde, havasını solursan bu şehrin, yavaş yavaş değişecek renklerin…
Farklıdır karşılaştığın tonlar. İnsan için, alıştığının dışına çıkmak zordur. Bu nedenle zorlanır, yadırgarsın. Geçmişe dönmek, alıştığın renklerde kalmak istersin. “Geldiğim şehrin güneşi altuni, gökyüzünün mavisi benim rengimdi; dağları gümüşi tonlarda, sokakları gül bezeliydi…” dersin. Eskiden sana soluk görünen tonlar bile zihninde daha parlak, daha canlı olarak belirir. Yeni karşılaştıkların ise solgundur, karanlık ve renksiz görünür gözüne, eskiye dönmek istersin.
Fakat zaman geçtikçe mecburen çıkarsın kabuğundan. Yeni yollarda yürür, çarşılarda gezersin. Kentin havası ciğerlerine dolup suyu damarlarında dolaşmaya başlayınca da yavaş yavaş boyanırsın. Farkına bile varmazsın; şehir alır eline fırçasını ve boyamaya başlar. Önce geçmişin renklerini siler üzerinden, kaybeder onları ağır ağır; sonra kendi tonlarını işlemeye başlar. Geçmişteki renkler kaybolup yenileri belirmeye başladıkça, direnmeyi bırakırsın. Teslim olmuşsundur artık, yavaş yavaş alışırsın.
Şehir bununla da yetinmez, bakar itiraz etmiyor, edemiyorsun; kendi renklerinden kumaşlarla elbiseler dikmeye başlar. Nasıl olsa esir almıştır artık, daha da bırakmaz. Başta boyalarından bile kaçarken bir bakmışsın, yepyeni renklerde elbiseler giymeye başlamışsın. Önce bol veya dar gelir belki, ama merak etme; şehir alır onları, tam bedenine göre yeniden diker, beğensen de beğenmesen de giyinirsin ve hatta zamanla, başta reddettiğin o renkleri kendi rengin sanırsın.
Ve eğer hayat seni tekrar yollara düşürür, yeni renkler giymeye zorlarsa, bu defa yorulursun. Zamanla esir alınacağını bilir, üzerindeki “alıştığın” renklerin yine “mazi” olacağını görür ve artık yorulursun.
İşte bu nedenle, kendine en uygun rengi bulmalıdır insan. Bulmalı, oraya kök salmalı ve orada kalmalıdır!

Şehir ve İnsan
Kaç şehir gördü bu gözler, ne diyarlar gezdi
Kimi buz gibi soğuk, kimi yaz gibi şendi

Kimi güneşlerimi birer birer söndürdü
Kimi ısıttı tekrar, ruhum hayata döndü

Kiminde sabahları, huzur şehre doğarken
Kiminde kazanlarda, kaynayanlar insandı!

Kiminin sofrasında, bal baklava börekler
Kimi ağızlardaysa insan eti kokardı

Kiminde karanlıklar, şehirleri yutarken
Kiminde ırmaklarda, ışık seli akardı

Kimi gözde yaş oldu, kalpte sızı bıraktı
Kimi içimde zehir, geçtiği yeri yaktı

Velhasıl anladım ki şehri güzelleştiren
Taşı toprağı değil, içindeki insandı

Nursel Koçak

Bu yazıyı okudunuz mu?

Çarenin Şavkı

Çarenin Şavkı Hareketleri acıtıyordu, burkulmuş duygularım Çare aradım kırk yolda kırk adım attım Sonunda bir …

Bir yanıt yazın