Nevruz

Özlem Korkmaz

Nevruz

Deprem ve sel… İki büyük doğal afetin tarifsiz felaketlere dönüşümüne tanıklık ettiğimiz şu son aylarda içimizden iyi bir şey söylemeye takat bulamadığımızı biliyorum. Maddi olanın bir şekilde geç ya da güç yerine konulabileceği ancak cana gelenin telafisinin olmadığı gerçeğiyle yaşamak zorunda kaldığımız bu günlerde söz, bu konuda bir şey söylerken inciniyor. Teselli verebilecek herhangi bir kelime olduğunu düşünmüyorum. Sadece kalanın yaşama tutunmasına vesile olabilecek aciz birkaç iyi söz duymaya ihtiyacımız var, o kadar. Bir önceki yazımda da söylediğim gibi yarısını kaybeden bir insan nasıl tamamlanabilir. Ümit verici her şey ağrı kesici hükmünde. Ama her şeye rağmen yaşamak zorundayız, gerçeğine hep olduğu gibi bugün de sarılmak zorundayız. Şubat ayını ve martın büyük bir bölümünü acıya teslim ettik. Yıllanacak, yerleşecek, kadimleşecek acılara. Acısı bitmeyecek acılara. Başka bir şey olsa “Zemheriden ötesi bahar.” derdim. Nitekim yine öyle. Kışı bahara bağladık. Yaralarımızı birlikte sardık. Tamir etmek, onarmak, düştüğümüz yerden kalkmak için mücadelemize hep beraber millet olarak ilk günden başladık ve her durumda bir araya gelmeyi en iyi başaranlar olarak bu konuda da mahcup olmadık, diye düşünenlerdenim.
Bizi yeni felaketlerin çaresizleştirmediği, başımıza gelebilecek her türlü afetin bizden uzak olduğu günlerin temennisiyle bahara girdiğimiz şu günlerde umarım her şey baharın kendisi kadar güzel ve ümit verici olur. Kışın o soğuk, karlı, fırtınalı; üşüten, yoran, çile çektiren ve özellikle böyle bir acıyı da çığ gibi üzerimize düşüren günlerinden, baharın sıcak, güneşli, aydınlık; ferahlatan, içimizi ısıtan, ümit veren günlerine geçmek tabiat gerçeğiyle kolay olsa da sözün yön değiştirmesi olarak çok da kolay olmuyor. Ancak ben bugün ümit veren tarafıyla en sağlam motivasyon kaynağı olarak ilkbahardan söz etmek istiyorum. Deprem, sel, kuraklık gibi yine bir tabiat gerçeği olan nasıl deprem, sel tabiatın farklı zuhur etmesiyle, şekil değiştirmesiyle meydana geliyorsa aynı şekilde ilkbaharın gelişi de yine tabiatın yaratıcının isteyip yön vermesiyle oluşturduğu bir tabiat gerçeğidir. Birinde yıkım, çöküş, yok oluş, keder, buhran, acı varken diğerinde doğuş, diriliş, yenileşme, sevinç, sürur, müjde vardır. Her ikisi de içine sığındığımız yeryüzünün farklı yüzleridir. Her ikisi de başa çıkamayacağımız, gelmesini engelleyemeyeceğimiz gücümüzü aşan oluşumlardır. Ama her ikisinin fayda ve zarar yönlerini değişik kollarda yönetebileceğimiz mevcut akıl ve irade elimize verilmiştir. Yerleştirildiğimiz bu yeryüzünde ne zaman, nerede var olacağımız tercihimizde olmamasına rağmen doğanın güçlükleriyle başa çıkabilme becerisi yaratıcı tarafından bize verilmiştir. Yahut doğanın güzellikleriyle yaşamın güzelliklerini pekiştirebilme ilmi yine bize verilmiştir. Ancak biz bu ilmi ve becerileri kullanmayıp doğayı suçlamayı, birbirimize lanet okumayı gelenek haline getirirsek ya da doğadaki güzellikleri yok ederek doğayı yaşadığımızı zannedersek bozulmuş, yürüyen merdivende basamakta bekler gibi yıllarca, hatta asırlarca ilerlemeyi, yukarı çıkmayı bekleriz. Ama şu bir gerçek ve bu gerçeği sanırım en dersî manada yine doğanın kendisinden alırız ki ne ekersek onu biçeriz.

İlkbahar dedim. Yeniden doğuş dedim. Buna “yenigün” anlamında Nevruz deniliyor. Gündüzle gecenin sürelerinin eşit olduğu 21 Mart ile baharın geldiği kabul ediliyor. Asırlardır takvimin bu gerçeği, milli ama bir o kadar da geniş bir coğrafyaya yayılım göstermiş bir gelenek olarak baharın bayramı tabiriyle Nevruz adıyla kutlanıyor. Bir festival niteliğinde, bir bayram havasında adeta kışın verdiği o zor günlerin geride kaldığının emaresi olan baharın gelişi bir müjde olarak belki ilk kutlanmaya başlandığı günlerde bir motivasyon bir şükran kaynağı olarak çeşitli biçimlerde farklı gelenek ve adetlerle şenlik havasında geçiriliyor. Bugün Anadolu’da özellikle doğu ve güneydoğu başta olmak üzere 21-22 Mart günleri kutlamalarla geçiyor. Örs dövme, ateş üzerinden atlama, ağaç dikme gibi tarımsal faaliyetlerin de eşlik ettiği çeşitli gelenekler yaşatılıyor. Nitekim bahar tarımın aktifleşmeye başladığı, doğanın canlandığı zamanlar.

Nevruzla ilgili belli bir etnik çıkarımla onu belli bir coğrafyaya hasretmek yanlıştır çünkü tarihi kaynaklar gösteriyor ki Nevruz özbeöz bir Türk geleneğidir. Herhangi bir dinsel niteliğe bağlı olmayan ulusal bir Türk bayramıdır ve Nevruz’un tarihi Türklerin tarihi kadar eskidir. Türkler vasıtasıyla Orta Asya’ya, Ortadoğu’ya ve diğer coğrafyalara da yayılım göstermiştir. İslamiyet öncesinde bu bayram “Yenigün Bahar Bayramı” “Ergenekon Bayramı” diye anılıyordu. Daha sonraki yüzyıllarda Farsça bir kelime olan Nevruz kullanıldı. Bayramın kendisinin Farslardan alındığı bilgisi yanlış. Birçok ülkenin kaynakları Nevruz’u Türklerden alınmış bir bayram olarak gösteriyor. Türkler 12 hayvanlı takvimin başlangıcını 21 Mart olarak almışlar ve bu takvimi Hicri takvime kadar kullanmışlar. Metehan zamanından beri var. MÖ. 3. yüzyıl gibi erken bir dönemde de Hunların bahar şenlikleri düzenledikleri, mart ayında piknik yaparak kutlamalar gerçekleştirdikleri görülüyor. Aynı şekilde Uygurlarda da bu gelenek devam ediyor.

Nevruz kelimesi Türk yazılı kaynaklarında ilk defa 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından Divanü Lügati’t-Türk’te kullanılmış. Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eserinde de canlı tabiat tasvirleri yapılarak baharın gelişi anlatılmış. Osmanlı Devleti döneminde de Nevruz var ve önemli. Halktan saraya, padişah ve vezirlere kadar ve o dönemin edebiyatına kadar Nevruz işlemiş görünüyor. Nevruz Pişkesi denilen hediye vermeler, padişaha Nevruziye denilen kasideler takdim ederek hediye almalar vs. mevcut. Divan edebiyatının önemli isimlerinden Nef’i’nin Nevruz kasidesindeki bir beyiti şöyle:
“Gül gibi cihan oldu yine hurrem ü handân
Gör neyledi feyz-i eser-i makdem-i nevrûz”
(Nevruzun adımını atmasının bereketiyle tomurcuk halindeki gülün açılması gibi bütün dünyanın sevinç ve mutlulukla dolduğunu görün.)

Nevruz’un çok eski bir tarihi olduğu, Türklere has olduğu dini ve siyasi bir yapıya kondurulmayacak Türklerin milli bir bayramı olduğu ve özünde 21 Mart ekinoksunun baharın gelişini, toprağın uyanışını, özgürlük, adalet, barış, diriliş, doğuş, eşitlik, bolluk, bereket, şifa, aydınlık vb. kavramlarla anılan dilek ve temennilerin aracı olduğunu bilmek bugünü ve bugünleri böyle görmek kâfi. Ben de bu anlamda içinde bulunduğumuz kıymetli Ramazan ayının bahar kokularına eşlik etmesinin biz de tüm güzel, iyi niyetli, selamet veren duyguların uyanmasına, birbirimize nifak tohumları serpiştirmediğimiz birlik ve beraberliğimizin yeşerdiği günlere vesile olmasını diliyorum.
Baharımız bol olsun, hem içinizdeki hem dışımızdaki…

Özlem Korkmaz

25 Mart 2023

Fot: Özlem Korkmaz / Emirgan

Bu yazıyı okudunuz mu?

Çarenin Şavkı

Çarenin Şavkı Hareketleri acıtıyordu, burkulmuş duygularım Çare aradım kırk yolda kırk adım attım Sonunda bir …

Bir yanıt yazın