Breaking News

Ustanın Mahareti Pilavda Anlaşılır!

Özlem Korkmaz

Ustanın Mahareti Pilavda Anlaşılır!

Kalem mi kağıt mı önce hangisi var oldu? Tarihine bakıp fikir edinilebilir. Kaşık mı tabak mı önce hangisi icat olundu. – burası araya karıştı- ancak bu değil benim meselem. İşin yazmak mı okumak mı kısmındayım ben. İnsan yazdıkça daha mı çok okuma hevesine kapılır yoksa okudukça mı yazmanın peşine düşer? İnsan acıkınca mı yemek düşünür, yemek düşündükçe mi acıkır, ne bileyim ben!

Düşünerek vakit mi harcamak yoksa yazarken mi düşünmek? Her düşündüğünü mü yazmak yoksa yazdıklarının üzerine mi düşünmek? Düşünmek, üşenmeğe zemin hazırlamaktır. Neden? Diye sormayın çünkü içimden geldi, cevabını ben de bilmiyorum. (Bir pilav yapasım var.) İnsan hep cevabını bildiği cümlelerle mi sınanmalı yoksa cevapsız sorularla mı sınamalı? İşte yazmak tam da bu; özgürlük sunum şekli…

Biraz ciddiyetle mi yaklaşalım. Yoksa yazıyı tiye – bunu kim çıkarmış merak ediyorum – mi alalım? Kafamı buna yormayı düşünmüyorum. Şimdilik bir kenarda dursun. Nice böyle kenara attığımız yaban kelime mi yok kırık pirinç niyetine! Gerçi ben gayet ciddiyim. Kollarımı sıvadım. Aldım malzemeleri önüme koydum. Bir tarafta yazar bir tarafta okur. Kim yazar kim okur kim okur-yazar!

Yazmak eylemi ne zaman hayatımıza girdi? Bunu biraz düşünelim. Pilavın mı tarihi daha eski yazmanın mı tarihi? Latife canım. Yazıyı bulan Sümerler değil mi?
Yo yo bunu kastetmiyorum. Gerçi meseleyi oralara vardırsam anca işin içinden çıkarım ama sonra yazacaklarımı unutmayayım ya da yazmak unutmasın beni! Ha bir de ustalar var. Kepçeyle kovalamasınlar sonra kelimelerimi!

Yazmak öğrendiğimiz günden beri kimilerini unutmuştur. Taki onlar bir gün hatırlayana dek. “Nihayetinde yemek yapmaya yapmaya unutursun el yordamın bile değişir.” derler değil mi? Kimileri içinse tek uğraş olmuştur. Kendi pişirirler kendi yerler. Kendilerinden başkasının yemeklerini de beğenmezler. Taki ondan bıkana dek – yazmayı kastediyorum he- Şimdi saygın yazarlar: “Bu nasıl bir cümle, yazmaktan bıkılır mıymış?” demesin. Elbet eline kalemi alıp sadece yazan ama neyi nasıl yazdığını bilmeyen ve kendi yazdıkları dışında hiç bir şey okumayan biri belki kendi değil yazdıkları ondan bıkabilir, hatta bir gün terk edebilir. Çünkü insanın ne kadar anlatacakları olsa da üzerine ilave etmedikçe son olmaya adaydır. “Yazacak bir şey kalmadı.” deyip kalemi kırıp atacak ve arkasına büyük bir gururla yaslanacak ise onu bilemem. Kendi kendini mutlu etsin bakalım. Ama alıştığı yazmak eylemi bir yerden sonra yeniden nüksedecek ve kırık kaleminin ucunu açan yazar – sadece kendine yaz-ar – her kimse, belki hasretle bir süre defterini bağrına basacak, defter de bir süre ona kucak açacak olsa da bu kendini tekrardan öteye geçmeyecek. -Kazanın dibinde pirinç kalmış- Tıpkı hiç bir şey bulamayıp eski sevilen dizileri bitirip bitirip yeniden başlatan televizyon kanalları gibi – artık yeni yetişen nesil de mahrum kalmasın gayreti mi bilemem, on yıllık diziyi yayınlamak kafası-
“Bu neyin kafası?” gibi gereksiz bir cümle kullanmaktan edebiyata sığınıyorum. Koru beni, Türk Dil Kurumu! -Yok canım bir de kelle paça mı yapayım diyorsunuz. Yok giremem şimdi işi çorbaya dökmeyelim. Yoksa kaynatılacak ne kelleler de var hani!- Bu arada cümlenin başını kaçırdım. -Malum ipin ucunu kaçırmamak lazım yazarken. Yazmak öyle kelimeleri saldım çayıra, kolay gele okuyucu kayıra diye olmaz. Okuyacaksın yazacaksın. Yazdığını okuyacaksın ki dişe taş değmesin. “Pilavı yaptım oldu.” Tuttu mu tutmadı mı önce bir tat bakalım. Sonra lapalamış kelimelerle boğma milleti. –
İzninizle bir okumak isterim: …

Cümle bitmiş. Kısık ateşe ver ki yanmasın. Bir de çok karıştırma. Neyse ben yazmak diyordum. Yazmak, okumanın yağıdır. Hani şu ayran yayığı var ya; ne zahmetle büyüklerimiz yağ elde ederlermiş. Bir de ekşi ayranı. İşte o yağı – biliriz yağsız yemek olmaz – olur da güzel olmaz. İşte o yağı elde etmek öncesi; süt sağılır, sütten yoğurt yapılır. Yoğurda su katılıp – dikkat edin süte demedim, süte su katmakta olur ama o zaman o yağlı yemeği yiyen farkı fark eder gurme ise – ayran yapılır ve yayığa ayran katılıp, okunanlar deftere yayılır, – sallaya sallaya, ne dediğimi öykücüler anladı – yağ meydana gelir, getirilir. Alın size yağ. Yağcılık değil bunun adı – gerçi ödül almak için o da gerekiyor – ama derdimiz bu değil ise yazımız sağlam olur. Dişe damağa dokunur bir şey meydana gelir. Yazmak ayran gibidir. Hararete, acıya, öfkeye, tansiyon düşüklüğüne, sıkıntıya iyi gelir. Buz gibi bir ayranı dikersen kafana, iyi geldiyse sana olmuş demektir. Sakın siz ayran esprilerine kulak asmayın. Her ayranı olan da yiğit değildir. Maharet kitap yazıp kitap çıkarmakta değil, karnı doyuyor mu pilav yiyenin hele de bakalım!

Eee ne dedik pilav var, yağ var, ayran var. Nerede bunun kavurması. İşte o da has yazarın sırrının hası. Hadi afiyetle…

Özlem Korkmaz
22 Kasım 2021/16:30

Check Also

Sulara Gömülen Hayal

Sulara Gömülen Hayal Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” isimli şiirinin mısraları beynimde çınlarken, mutluluktan gözlerim …

Bir cevap yazın