Breaking News

Nasıl Olsa Bir Gün Eriye Eriye Tükenecek Güneş

Nasıl Olsa Bir Gün Eriye Eriye Tükenecek Güneş

Bir söz duymuştum. Ne vakit duyduğumu hatırlamıyorum ama; bir anne mızmızlanan çocuğuna şöyle diyordu:
-Üff be çocuk tükettin beni, tükettin!
Hmmm…
Belki çoğu kere duymuştum bu ve benzeri cümleleri ve içindeki tüketme kelimesini ama her nedense o an farklı gelmişti. Sıradışı değil, olağanüstü değil, farklı. Nasıl anlatmalıyım bu duyguyu? Sanırım farklı olan anlamlı olmasıydı. Yani anlamsız bir çıkışın, anlamlı bir yansıması.
Bu haliyle pek karışık oldu, o anlatmak istediğim anlamsız halin anlamı. Benim takıldığım şey, ortada bir tüketme eylemi var. Tüketen var. Tüketilen var. Tükenen var. Aslında olan şey bir tüketim var. Şimdi her ne kadar anne cephesinden, klasik bir çekirdek aile penceresinden tüketme eylemi rahatsız edici bir şeymiş gibi anlaşılabilse de, bunu küreselleşmeye çalışan prizmatik pardon, – pardona da pardon deyip, affen diyerek düzeltiyorum – karizmatik dünyanın kapitalist raconunun -affen- sisteminin masasına bıraksam bu tüketme kelimesini, hava da karada hatta denizde kaparlar. Göz kapatıp açıncaya kadar ithal ve ihraç edilmiş olup, elinizden kayıp gider. Döviz kurlarına yansır da haberiniz bile olmaz. Sahi bugün aranızdan kaç kişinin gereksiz alışverişi oldu. Ya da size biraz daha yardımcı olayım. Bugün kaç kişiye alışveriş gerekli oldu.

Alış-Veriş. Bugün çooook normalleşen ve en sevdiğimizin adından daha çok andığımız bu iki kelimeyle tanışmamızın hikayesi, ilkokul sıralarına kadar uzanıyor, hatırladınız değil mi? Herkesin sadece bir kaç yıl sevip bir daha anmak istemediği şu meşhur dersimiz matematiğin, “Verilenler ve istenenler” diye ayırıp çözdüğümüz problemler konusunda bu alışverişin tohumu atıldı. Ve biz o gün, kurşun kalemlerimizin problem çözümlerini silip silip yazmaktan tükenmiş uçlarını açarken çöp kutusu başında, zihnimizde bugün yükselen alış veriş merkezlerinin temelinin açılışını yapmıştık, tenefüste “Ben kazanacağım.” cümlesini kullanacağımız oyun için arkadaşımızla el sıkışarak. Habersizdik tabii o günlerde çözdüğümüz problemlerin üzerine kırmızı kalem yıldızlar konarken, yarın bu problerin üç, dört, beş yıldızlı şeyler uğruna çözülemez hale geleceğinden.
Gerçi son on yılın teknoloji – ben buna biraz da tüketim diyorum izninizle, hoş ben demedim, o anne dedi – tüketim çağının sevgili çocukları zaten bu problemin içine doğdukları için okula gitmeden çok daha önce tecrübe kazandılar. Kıymetli anne babalarının bol haneli kredi kartlarının, israf limitini zorlayarak premium bazda bir doğum, üç günü, beş günü, kırk günü, diş günü, gülme, ağlama, sırıtma, emekleme, yürüme, koşma, uçma günü ve günlerini takiben gerçekleştirdikleri, o kadar ki geleneksel annelerimizin eleştirildiği şu meşhur altın günlerini aratan gösterişli – yalnız gösteriş kelimesine dikkat bu da alışverişten gelir – gösterişli sosyal medya efektli fotoğraflar ile “Bugün günlerden biz.” başlıklı neon tabela görünümü altında bir yıldızı hakettiler. Dünkü kırmızı pilot kalemli aferin yerine geçen öğretmen yıldızı, bugün kırmızı bir kalple daha duygulu ve daha samimi bir hale dönüştü. Madem herkes böyle mutlu.
İyi! Peki! Neticesi takdirlik bir durum. Tabii eskiden defterlerde ki yıldızlar bir başarı bir övünme mevzuu sayılırdı. “Benim yıldızım senden çok.” Şimdi de beğeni ve beğenici sayısı mühim oldu. Meğer başarıya ne kadar açmışız. Ve ne çok beğenilme meraklısı. Ama işin garip tarafı, dün bir bayram günündeki şıklığına “Ne hoşsun.” kelimesi bir yıl yeterken ve o iltifat ya da gerçek her ne ise kendimizi beğenmeye yeterken, bugün onlarca, yüzlerce, binlerce beğeni alıp halen kendimizi beğenmiyoruz. Gerçi kendimizi beğenmek gayretimiz de olduğunu sanmıyorum, – öyle olsa günün büyük bir bölümünü kamera karşısında geçirmezdik, ayna karşısında geçirmek varken. – kendimizi beğendiremiyor hissediyoruz ki her gün halk ekmek sırası gibi estetik sırasına giriyoruz. Ve korkarım yarının en rağbet gören mesleklerinden biri olmak üzere. Artık tıp alanı pratisyen hekimden çok estetisyen hekim yetiştiriyor haberimiz ola. Ben ne söylüyorum ki zaten hepimizin herşeyden her an haberi varken boşa kelime tüketmek benimkisi.

Kelime tüketmek… Zahmet edip biraz daha mürekkep tüketmek mümkün ama ben yine de kıymetli -kıymetli olsa telefonun başında saatler uçup gitmez- vaktinizi tüketmek istemem.
Bir şekilde istesekte istemesekte tüketiyoruz. Tükeniyoruz. Tüketiliyoruz. Çocuk anneyi, anne anneliği, anne babayı, baba anneyi, çocuk çocukluğu, genç gençliği, eş eşini, dost dostunu, arkadaş arkadaşını, yaren yarenini, ahbap ahbabını, akraba akrabasını, hısım hısmını, kardaş kardaşını… Evli evini, köylü köyünü, şehirli şehrini…
Yahu ben beni, sen seni, biz bizi tüketiyoruz. Herkes herkesi ama en çokta herkes kendi kendini tüketiyor yazık bize. Yazık bize.
Nefes alıp vermeye başladığımız andan itibaren aldığımız, sahibi olduğumuz, elimizde ne varsa tüketiyor olduk bunun bile farkında değiliz çünkü farkındalığı da tükettik.
Hep gözümüz gökte, yerde, ağaçta, suda, havada. Hakkaten sadece gözümüz değil aklımız havadaki hep doğayı tüketen bir insanoğlundan bahsediyoruz. İnsan olmayı tükettik ağlayan yok. Çünkü ağlamayı da tükettik, çünkü ağlamak çaresizliktir, çareler tükenmiş arayan yok.
Tamam koskoca dünyada yer tükendi, uzaya çıkalım. Hava bitti, Mars’a gidelim. Su tükendi gezegen arayalım. Peki ya sevgi tükendi, saygı tükendi, şefkat, merhamet, vicdan, adalet, kanaat, itaat, sadakat. Ya tevazu, ya hoşgörü, ya birlik, beraberlik, yardımlaşma, ya tükenen sır, güven, itimatsa. Ya sabır, ya tahammül, ya dayanmaysa. Bunlar için ne yapalım, nereye gidelim? Tükenen insanlık, insan olmaksa. Susalım. Susalım, hiç olmazsa lafın değeri kalsın, tükenen bunca değerlerden sonra.

Nereden geldik buraya. Ha anne dedim. Anne;
-Üff be çocuk tükettin beni, tükettin!
Demişti.

Şimdi kalemimde aynısını söylemeden noktalıyorum. Yoksa kaç kalem tükenir de kelam tükenmez. Tükenmesin de… Keza en korktuğum şey. Zaten artık gazyağı azalmış bir lambanın titrek ışığı gibi zar zor aydınlık veren şu candamarı edebiyatımızda daha fazla tükensin istemem. Yazsam bu konuda kitap olur, koca bir kitap. Lakin icab olan, söz muhatabına erişmişse sözü orada bırakmak. Gayretim, ne teknolojik bireyin ne medyatik sosyalliğin ne reklamlık ticaretin karşısında olmak. Gayretim; çocuk büyümeden anneliği, boşanmadan evliliği, mezun olmadan talebeliği, yalnız kalmadan yarenliği, yaşlanmadan gençliği haybeden tüketmemek. Maksadım herşeyin kıymetini tükenmeden önce bilmek. “Nasıl olsa bir gün eriye eriye tükenecek Güneş.” diyor ya şair (Ali Püsküllüoğlu). İşte o Güneş tükenmeden ömrü tüketmemek.
Mübarek bayrımımız hayırlara vesile olsun. İyi bayramlar…
Özlem Korkmaz
16 Temmuz 2021

Check Also

Nida

Nida Sokak lambasını tutuyorum rüyama, Çıkıp gelsen ya içinden uykumun. Zihnimin en ücra köşesi hazır …

Bir cevap yazın