Kerpiçten Duvara Yazılar

Kerpiçten Duvara Yazılar
Aşk ile…


İnsan yaşarken sadece kendi hikayesini mi yazıyor zamana? Elbette kişiye özel bir izi kalıyor toprakta adımlarının…Yazarken de etrafında olan biteni, gözlemlerini düşleriyle birleştirerek ekliyor eylemlilikle ayakta durana, çoğalana…

İnsan yaşamı yeterince anlamlandırabiliyor mu? Sonuçta bin bir ömürlük kovalamaca; bazen akrep bazen de yelkovanca… Bir de görmek istediklerini de zoraki sürüklüyorsa arkasından – bir varmış bir yokmuş gibi – varmak istediği ana… Filhakika yaşam dediğimiz şey de ne kadar gerçek ise bir o kadar kurmaca… Yaz yazabildiğin kadar sevgili; işte zaman, işte mekan ve dönüyor dünya içindekilerle anbean…

Daha ötesi gerçekte olmadığı halde varmış gibi düşündüklerimiz de dökülüversin zaman sarısı kağıtlara….İşin özü, kimisi için kurmaca olurken bir başkası için gerçeğin ta kendisi olabiliyorsa ne ala. Kafamızı ellerimizin arasına alıp inceden inceye düşündüğümüzde; yaşanılan ve yaşanılmadan kağıda sarılan ne varsa soframızda; kiminin hüznüne reva, kiminin derdine deva… Gerçeğe hü.

Edebiyatta kurmacanın yer aldığı roman, hikaye, şiir, anlatı ve oyunlarda herkes kendini bir şekilde bulabilmektedir. Gerçekler ve düşler, düşenlerin ve yerinden doğrulup yeniden yola koyulanların hayat hikayesinin yazılmasında yol gösterici olabilmektedir. Başında, ortasında, sonunda, yani baht dönüşü her nerede bekliyorsa onu…

Yollar uzun
dağlar hüzün
kır çiçekleri sarmış ovayı
yürüyelim birlikte…
Günler, günlerimiz
geceye yenik düşerse eğer
ay ışığını söndürme
el uzatsın güneşe…
Kavga en zorlu vakitlerini
ayırmış olsa bize
vazgeçme
sarılalım şafak vaktine…
Bir de izi kalmasın
kara toprağın üzerinde
adımlarımızın
sus söyleme
varalım gönülden gönüle, bir Hüseyince…
( https://www.antoloji.com/huseyince-15-siiri/ )
“Yaşam dediğimiz de basit ve öylesine bir ömürden ibaretmiş gibi geliyorsa cana, canana, eyvahlar olsun yanılıp da yolun yarısında kalanlara… Hiçbir vakit geç değildir yılmayana… Gün vardır, gece dardır düşünene, yazana…”

Bir düşünsene yüzyıllar öncesinden başlamış ömür dediğin aşk yorgunu mesel… Bizden öncekilerin izlerini çokça taşıyor olmalı el ele tutuştuğumuz kurşun kalemin ucu, anadan atadan kalma… Günümüzün soğuk klavyesinde dahi bir hüzün, bir sevinç varsa eğer yaşı hepimizden çok büyüktür muhtemelen…

Bitmez tükenmez yollar kadar uzun ve ufuk çizgisi kadar sahici bir sonsuzluktadır geçmişten bugüne içimizdeki türlü isyan…

Vakitsiz vakitlerin hüznü ağır gelir insana… Ağlayan ağlayana yoldaş olur, gülen gülenin sonsuz bekçisi… Siz hiç gülmekten yorulan canlar gördünüz mü? Asla göremezsiniz… Ama ağlarken, gökyüzünün rengi ne olursa olsun beyaz/kara bulutların var gücüyle gölgesini yeryüzüne indirdiğini iyi bilirsiniz. Öyle ki yağmur olup düşer üzerimize damla damla, ağırlığınca gözyaşı kadar…

Gün olur gece, yıldızlar sevda yangınında bilmece… Gökten üç nokta düşse bir garip kerpiçten duvara; birincisi katıla katıla gülene, ikincisi dizlerine vura vura ağlayana, üçüncüsü de düşünüp her daim düşleriyle yola revan olana…

Söylemeden içinden geçemeyeceğimiz anlar olur, sözün ağırını seçerken, söylenmeden… Varsayalım ki an o an; serp sözlerini havaya ey savurgan; de ki; kurşun kalemin ucunda sessiz bir şiir olsaydım eğer önceliği yine verirdim renginden bir tutam kırmızı güle… Ve sevgilinin avuçlarında dikensiz bir gül olsaydım eğer kanardım kızıllığının sevdasına; akıl almaz, hiç uslanmaz düşlerimin peşinde…

Bir zamanlar
ne güzel sözlerin vardı senin
ah dünya yine rahat durmuyorsun yerinde
bu kavga niye
ya bu ecelsiz ölümler
bu halinle kimin eserisin sen
düşün ki çocuklar ağlıyorsa eğer yeryüzünde
şairlerin kalemi kırıktır
belki mısralar öksüz ve şiirler yapayalnız
bil ki anlamını yitirmiştir tüm sevmeler…
( https://www.antoloji.com/ah-dunya-33-siiri/ )

Dünya öyle bir mezbelelik ki, sen nasıl olur da seyyar tezgahında son yolculuğuna çıkmış bir fotoğraftan alırsın rüzgar ey fani… Sen sonbahar yaprağı mısın sevgili, bu nasıl bir uçuştur ey baki, gerçek nerende saklı senin, nasıl çoğalıyorsun sinemde, pervasız bir pencereden nasıl güne doğuyor türlü kurmaca…

Bülent Öntaş
Bir Fotoğrafın Esintisinden K-alemin Ucuna Düşenler – Mayıs/Haziran 2024

Bu yazıyı okudunuz mu?

Çarenin Şavkı

Çarenin Şavkı Hareketleri acıtıyordu, burkulmuş duygularım Çare aradım kırk yolda kırk adım attım Sonunda bir …

Bir yanıt yazın