Breaking News

Ama Ben Anne Değilim ki!

Özlem Korkmaz

Ama Ben Anne Değilim ki!

“Ama ben anne değilim ki!” Bu cümleyi söyleyen kişi hakkında tahmin yürütün desem muhtemelen bilemeyeceksiniz. Bunu söyleyenin beş altı yaşlarında bir erkek çocuğu olduğu kimin aklına gelir ki? Bankta oturmuş dinleniyordum. Önümden bir kadın geçti. Peşinden gelen çocuğa şöyle selendi: “Anneciğim biraz hızlı olur musun!” ve kadının sözünün peşinden çocuğun belli belirsiz biraz içten biraz dıştan sorgular bir tonda küçük sesi duyuldu: “Ama ben anne değilim ki!”
Annesinin mantıkla bağdaşmayan hitabına daha mantıklı bir cevap olamazdı şayet anne çocuğu duyabilseydi. Ama ben duymuştum. Böyle bir serzeniş böyle bir dışa döküm ve böyle bir mantık değillemesi karşısında hayranlık ve şaşkınlık da duymuştum. Arkalarından bir anneye baktım bir çocuğa ve tekrar anneye baktım. Sahi kim anneydi kim çocuk? Nihayetinde ikisi de birbirine aynı şekilde hitap ediyordu: “Anneciğim!”

Göz göze bile gelmediğimiz bu iki yabancı insanın önümden geçip gitmesi bir iki dakikadan fazla değil. Ama beni oturduğum yerde bırakıp zihnimi taa uzaklara götürmesi belki bir yarım saatten daha fazla. Zaten böyle hitap ve seslenişlerden asla hoşlanmayan biri olarak tanık olduğum şu olay içimdeki haklı benin sesini yükseltmişti. Evet bu çocuk tüm annelere haykırmıştı kendisinin olmadığı bir rol ile muhatap kılınmasından duyduğu rahatsızlığı. Kızına “Annem!” diyen babaları da duymuş biri olarak hatta tüm babalara haykırmıştı ya da haykıramadan peşinden gitmişti. Belki şimdi yadırgamıştı ama yakın zamanda o da alışacaktı. Belki şimdi içinden sorgulamıştı ama biraz daha duyunca sorgulamayı da unutacaktı. Tıpkı ebeveynlerinin söylerken sorgulamayıp yadırgamadığı gibi.

Ne oldu bizim “Oğlum, kızım, yavrum, evladım” lara da “annem, anneciğim, babacığım…” ların gazabına sığınmak gafletine düştük. Kim bulaştırdı bu kelimeleri ağzımıza, kim düşürdü dilimize de yavrularımız annesine babasına annecik babacık oldu. Şimdi akşamleyin ailecek toplanıp anneannelerine gitseler anne içerden seslense: “Anneciğim!” sizce kim bakar? Anneanne mi, torun mu? Her ikisinin de “Anneciğim” hitabına “Efendim” deme olasılığı yüzde ellidir. Sizin de kafanız karıştı değil mi? Benim de, o çocuğun da, diğer çocuklarında… Hatta anneannenin bile kafası karışmış olabilir.

Ortada mevcut alışılmışı bu kadar çabuk yıkan gizli bir güç var. Bu gücün ister teknoloji olduğunu söyleyip bilimi suçlayın ister kitap okumanın yerini bıraktığı ekranlara gömülen kendi güçsüzlüğümüze saydırın. Sonuçta değişmeyen bir gerçek var. Ağızdan ağıza bir virüs gibi yayılan bu kelimeciklerin esas muhatabını şaşırması ve “Anneciğim” kelimesini ilk kendi çocuğundan duyması gerekirken kendi annesinden bir çocukken duyması. Bu denklemdeki bilinmeyenlerin yerini karıştırması kadar bariz bir matematik ve mantık hatasıdır. Bu hatanın doğurduğu sonuçları telafi etmek de ancak her değişkeni kendi değeri yerine koymaktır.

Karikatür çizmem daha manidar olurdu ama size esas fotoğrafı anlattım. Artık resimdeki anne ve çocuk yerine etrafınızdaki misallerden kopyala yapıştır yaparsınız. Nasılsa örneklerini bulmak işten bile değil. Pedagojik meselelerden dem vurup büyük büyük teorisyen cümleleriyle çocuğun hayatındaki kavram karmaşasına delil arayacak değilim. Benim için altı yaşlarındaki bir çocuğun cılız sesindeki sitemi her şeye kâfi. “Ama ben anne değilim ki!”

Yukarıda yer alan fotoğraftaki çanağı bir atölye çalışmasında yapmıştım. Malzemeyi elime aldığımda şekilsiz bir kil topağıydı. Önce onu yoğurdum ve sonra suyla karıştırarak şekil vermeye başladım. Hocamız şekil vermeye başlamadan önce yoğurulma kısmının ve yoğururken kullandığımız su miktarının önemli olduğunu söyledi. Kurumadan şekil vermeyi başarmak gerekiyordu. Kuruyunca katılaşıp artık şekil alamıyordu ve kırılganlaşıyordu. Aslında bu çömlek çalışmamın etrafında iki kulpu vardı. Şekil verip kurumaya bıraktıktan yaklaşık on beş gün sonra çalışmamı teslim almaya gittim. Paketledim ama acelem olduğu için korumaya alamadan çantama koydum. Yaklaşık bir iki saatlik yolculuğum sonrasında eve geldim ve çantamdan çıkardığımda çömleğimin kulpları kırıktı ve artık çömleğim kulpsuzdu. Taşlaşmış ve artık şekil almaz hale gelmişti. Şimdi kulpları yerine takmak ve eski haline getirmek mevcut durumu koruyarak neredeyse imkansızdı. Doğal halini koruması için ve bu ihmalimi unutmamak için olduğu gibi bırakmayı tercih ettim. Bilemezdim ki bir gün böyle bir köşe yazısının baş fotoğrafı olacaktı.

Şimdi asıl söylemek istediğim şeye geleyim. Aslında tahmin etmişsinizdir. Elimizde şekil almaya müsait çocuklarımızı yoğurup şekil vermek ve verdiğimiz mevcut şekillerini korumak bizim elimizde. Ama şu an elimizde. Aceleyle yoğurup belli belirsiz şekiller vererek ya da başka ellerde yoğurulup şekilsiz hale gelerek büyüdüklerinde, katılaşıp sertleşip artık şekil almaz olduklarında, onlara hiçbir yararımız olmaz. Çocuklarımızın, evlatlarımızın ağzımızdan çıkana gözlerini dikmiş elimizdeki bu toprağımızın kıymetini bilerek ona verdiğimiz şeklin bizim zihnimizin ve becerimizin ve özenimizin bir yansıması olduğunu unutmamalıyız. Her dokunuşumuzla onların kalbine ve zihnine dokunduğumuzu hep hatırımızda diri tutmalıyız. Diri tutmalıyız ki kimden aldığımız belli olmayan bilgilerle, eğitim şekilleriyle, davranış metotlarıyla, hitap üsluplarıyla çocuklarımızı şekillendirmeyelim. Bizim dikkat etmeden, üzerinde düşünmeden ezberden söylediğimiz her kelimenin onların zihin dünyasında yeni bir ufuk açtığını ve bizim hayat meşguliyetimiz için de söylerken farkında bile olmadığımız şeyi onların zihinlerinden defalarca geçirip sorgulayacak kadar çok boş vakitleri olduğunu hesaba katalım. Yoksa bugün aceleye getirerek hesaba katmadığımız bu ebeveyn olmanın mesuliyetini yarın bir gün hesap masamıza geldiğinde bulaşıkları yıkayarak bile ödeyemeyiz. Sevgiler…

/ Aralık 2023
Fot: Özlem Korkmaz

Check Also

Nida

Nida Sokak lambasını tutuyorum rüyama, Çıkıp gelsen ya içinden uykumun. Zihnimin en ücra köşesi hazır …

Bir cevap yazın