“Yuvayı Yapan Dişi kuştur.” Kelebek Etkisinde Aile!..

“Yuvayı Yapan Dişi kuştur.” Kelebek Etkisinde Aile!..


Kadının sesi ve nefesiyle, yuvaya bakış. Kadına atfedilen görev, iki kişi (kadın ve erkek)
arasında kurulan bağ, aile yuva demekti. Ve gerçek yuva ve gerçek aile insanın yüreğinde
taşıdığını, sahiplenmekti.

Mutluluğun sembolü olan ailenin yapısına baktığımızda. İnsan hayatını ifade eden üveyik
kuşu(baba figürü) ailenin temel taşı ve bilgeliği temsil eden kumru anne, yusufçuk ise sevgi
demekti. Yuvanın büyük bir kısmını erkek kuş yapar, geri kalan kısımda dişi kuş yuvaya katkı
sağlardı.

İlkbahar da, İpek böceği kozasında kelebek olmayı beklerken, rüyasında yusufçuğun hayali
vardı. Kumru olacak, üveyikle birlikte yuvalarında sevgi büyüteceklerdi. Oysa kelebek,
kumru olamadan uçmuşsa, avcıların hedefine çabuk düşerdi. Nasıl ki, kelebek ışığın etrafında
çok dolanması, onun ömrüne mal olacağı gibi. Çevresindeki haşerelerle, nasıl mücadele
edebilir ve yusufçuğu nasıl koruyabilirdi. Bunu üveyikle, kanatları birleştirerek hareket
ettiklerinde başara bilirlerdi. Ailenin temelinde olması gereken buydu. Oluşmadığında ise
meşakkat kaçınılmaz olacaktı.

Yuvasını sahiplenmiş üveyik kuşuna baktığımızda, rızkına kanat açtığında muhakkak eli boş
dönmezdi. İlgisiz ve bilinçsiz eğlencesine uçtuğunda, bahaneleri sıralayacak ve tek başına
hareket etmekle, aile bağının oluşmadığı izahı açık olandı. Bu durumda boş bir çerçeveyle
iletişim içinde olmaya çalışan kumrunun karanlığından, yavru kuşlar da etkilenecekti.
Kumru yuvayı tek kanatla tutmaya çalıştığında, şaşkınlığı ve yürüdüğü o karanlık yol,
öğrenme azmini kalpten kestiğinde. Dünyanın siyah ışıkları arasında, ıslak gözleri, kısık sesi,
boynu bükük kalışı. Acizlik ve hareketsizlik içinde, kaskatı kesilen bedeni ve damarlarından
çekilen kanı, bütün duyguların başı, korkuyla yüzleşmesiydi. Evet, korku kimi zaman
topuklara kanat takar, kimi zaman da ayakları yere çivilerdi.

Eline verilen beyaz kâğıt, hayatın kaderinde uçurtma yapma ve uçurtmayı öğretmek için
verilmişti. Kader kâğıdında karalama, sil baştan yazmalar, yıpranmışlık, kendine şekil verdiği
motiflerin renkleriyle bir bütünün oluşumuydu.
Çünkü kader onunla başlayıp, onunla bitmiyordu. Yavru kuşların etkilendiği, ana motiflerin
takip ettiği, kovalamaca ve sınırları ihlal edenler arasında, kimliğinden uzaklaşmasıydı.
Bunlara birde tehdit ve başlık eklenmişse, pazarlıklı bir yuva kadar iğrenç olan bir şey yoktu.
İnsan en az bildiği şeye en çok inanırmış.

Kumru yuvayı tek başına omuzladığında, incinmekte, haşereler tarafında ısırılmakta, üzerine
atılan ağların altında nasıl yaşardı. Yuvadaki yalnızlığı, öfke gözünü ateşledikçe, kendi
kendini uyuşturup yakmakta, hızlı düşünceyle hatayı çekmesi ve güçsüz kalışıydı. Ona
atfedilenin karşısında, tek bir ayakla nereye kadar seksek oynaya bilirdi. Bu sancılı durumda,
öfke kendi kendini şişiren bir hırs olarak karşısına çıksa da, önceliği bu olmadığını bilmesiydi.
“İnsanın döngüsü ana rahminde, rahmanın nefesiyle büyümesi, kumru olmanın yüceliği,
vazifesindeki kucak bir geçiş köprüsü, belki asıl görevi buydu.”

Yuvanın üstündeki kara bulutları gidermek adına iyilikler, yardımlar kumrunun güven
duvarlarını yıkarak onu daha savunmasız hale getiriyordu. Güvensizlik içinde kıvrandığında,
mücadele azmine sarılması, onu tek bir çıkışa, varlığın tek sahibine götürüşünü izlemesiydi.
İnsan araştırmacı ruhunu harekete geçirdiğinde, kendini tanıyacak, mutluluğun sembolüne
odaklanacak, sevgi nefesini güzelleştirerek güvenli limana varacaktı. İpekböceğinin
kozasında, emniyetli bekleyişinin anlattığı; büyülü nefesle ve renkli hülyalarla, var oluş
döngüsündeki yaratılışa akış, yarışta hedefe varışa kadar korunduğunu izah ediyordu.
Kumrunun yusufçuk için verdiği mücadelede, yaşananların muhasebesini yaparken, tekrar
tekrar düştüğü vicdan sesinde, onun her hareketini suç ve ceza olarak neden sorgulatıyordu.
Kader fiilde olanları, kötülük olarak yazmamıştı. Gerçek olan tek şey, kader akılıydı.
Çıkarlarını daha iyi gözlemliyor ve koruyordu. Sözlü olarak bilmek istemeyene, anılar duygu
ve düşünceye söyletiyordu.

Doğru bildiği eylemlerde, bazen çamura saplandığında ve çıkmaya çalıştığında, işte o anlar,
üzerine düşen bir pırıltı, kuvvetli su hükmünde, onu oradan çıkarması ve arındırmasını
izlemesiydi. Fırtına ne kadar sert olursa, fırtına sonrası çıkan gökkuşağı o kadar güzel
olacaktı. İnsanı hastalıktan daha fazla rahatsız eden çevresindeki düşüncelerdi.
İnsanın kader kâğıdında bir kazanç umudu olmaksızın yürüdüğü yol, sevgiydi. Kumru
yüreğindeki boşluğu doldurmanın yolunu, kalbinin sesini dinleyerek rahmanın kucağına
koşması, bir annenin yavru kuşlarına sarılması gibiydi. Yuvadaki hayal kırıklığı, aile
olamama, ruhunda fırtınalar koparsa da, yaşam çiçekleri için kendisinde eksik olanı
tamamlama azmi. Kumrunun bilgeliğini ortaya koyuyordu.
Hayalindeki güzel kokular, kelebek ruhuyla özleşerek, âşık olması gereken kelamın
rüzgârında, bedeninin titreyişi, ailenin tek taraflı olmadığını bildiğinde, kendi vazifesini
yapmış olmanın verdiği güvendi. Bilinen şey, yuvayı sadece kumrunun sahiplenmesi
yetmiyordu.

İnsan, bilinçli olarak yola devam etmesi, beden atının başıboş olmadığını kabul etmesiydi.
Ona verilen yoldaşlar, hedefe varışı kolaylaştırmak içindi. Erdemlik yolunu edeple yürümek.
Ruhu teskin eden his perdesi ve hayal gücü, nefsin yularını tutabilmesi, onu kendisiyle yola
daveti, hayatın içindeki emniyetti. Belki de, dünyanın tutsaklığı olarak görünen şey cennete
varış yoluydu.

İlk nefes kozada başlamışsa, aile kurulduğunda, hangi duygularla başladıkları. Kendilerine
bile itiraf edemedikleri iç yaralarıyla nasıl muamele ettikleri. Evet, yuvanın yapısı, yürekten
sahiplenmiş ebeveynlerdeydi. Aile bağı olmayan yuvanı nefesinin kesilişi gibi.
İnsan olan insan, insanca yaşama gayreti içinde ona verilen, sahiplenme ve yaşam rehberi
kelamın ışığında, yürüdüğü yoldu. Bütün eksi yaşadıklarını, geri planda bırakmanın rolünü
bilmeliydi. Kumrunun yapması gereken buydu.

“Dünkü gün gitti. Bugünde, yarın gitmiş olacak. Bulunduğumuz gün, mide bulantısı içinde
geçirmemek, gelecek sancılı bir günü uzaklaştırma gayreti, kaliteli yaşam gün bugündü.”
İnsan bedenindeki yusufçuk kuşu aile huzur, kadının kendisine olan güven sevgi, dişiliği
hayat. Kumruları nefessiz bırakmayın.
Gülseren Gül

***

Hiçlik

“Çöl deryasında bir çiçek olsam.

Bir damla gözyaşına sarılıp,

hiçlik denizinde eriye bilsem.

Bencilliği benlikte, bertaraf edebilsem,

Kendim dediğim varlığı bırakıp,

aşkın vuslatına ulaşabilsem,

Köklerine tutunan bir kum tanesi gibi.”

Gülseren Gül

Bu yazıyı okudunuz mu?

Yazmanın Yazısı

Yazmanın Yazısı Hiç yazan olmasaydı olur muydu okumak. Yazının tarihi diye bir tarih varsa bu …