Boş Masa

Boş Masa

Geçen gün hastanenin birinde bir sıraya rastladım. Ancak enteresan olan belki kendi içinde izahı mümkün ancak görüntü de enteresan olan şey bu sıra boş bir masanın önünde uzanıyordu. Bir masa ve masanın arkasında sandalye ancak sandalyede oturan ve masayı temsil eden kimse yok. Bir an bana bu gördüğüm şey şunu düşündürttü. İnsanoğlu aslında bir makamın önünde sıraya diziliyor. Ve dikkat ettim masadaki mevcut boşluk bir yarım saat kadar sürdü ve bu insanlar yani bu giderek artan sıra bu boş masanın önünde dikilmeye, beklemeye devam ettiler. Demek ki ortada bir makam bir otorite bir temsil mercii var ise biz kim olduğuna bakmadan hatta birinin başında olup olmadığına bakmadan o makamın, bu bir hasta kayıt masası ya da ekmek büfesi ya da bir posta şubesi olabilir; o mevcut tabelanın başında bekleyebiliyor, dikilebiliyor, sıra olabiliyoruz. Burada ki görüntü o kadar içten ama çok da ibretlik nasihat hükmündeydi ki gayet intizamlı bir sıra boş bir masanın önünde uzuyordu. Görünürde bu bir danışma ve kayıt masası ama sonradan edindiğim izlenim şu ki sıradaki insanların bir kısmı boşa yani yanlış danışma ve kayıt sırasında bekliyor. Bu kişinin varlığı, kim olduğu, kaçta geleceği, hatta belki gelip gelmeyeceği bile net değilken böyle gittikçe de sayısı çoğalan bir sırayı görmek şahsımı derin düşüncelere itti. Gördüğüm şey makam tesirinin ve sürü psikolojisinin sosyal yaşantımız üzerindeki en açık örneği gibiydi. Sırf bu yüzden aslında toplumun iç dinamizmine etki eden ve onu bir yerden belli bir disipline koyan şeyin makama duyulan saygı ve bağlılık etkisi olduğunu ve özünde ise “Ben bireyim!” diye naralar atan modern insanın kendisi ve dış dünya ile arasındaki çatışmaları bir seyir grafiğinde okuyor gibi oldum.
Özetle bu uzun cümlenin size demek istediği o ki kimilerine göre olağan ve sıradan olan bu kuyruk zihnimde bir sürü düşüncenin art arda sıralanmasına sebep olmuştu. Tek bir farkla, masanın arkasındaki sandalye boş değildi.

Bugün bu sırayı mevzu haline getirmeme sebep olan şey asıl meseleye misal olduğunu görmemdir. Asıl meseleyse bugün üzerinde durmak istediğim birilerinin ışığında birey olma meselesidir. Nitekim çağımızın çok sevgili meşhur düşünce temsilcilerinin iddia edip insanları yaşam lideri, evlilik lideri, ilişki lideri, eğitim lideri gibi uzayıp giden ve hangi yöne gideceğini şaşırmış ya da bilmeyen insanların sorunlarını kendilerine dert edinip -eksik olmasınlar- akıl liderliğini üstlenmiş bu yeni filozofların, akıllarını, yaşamlarını, evliliklerini, kararlarını kendilerine emanet etmiş insanları bir masanın arkasında sıraya dizmeleri sanki az önceki anlattığım görselden pek de uzak değil gibi. Gerçekten masada kimin oturduğuna bakmadan daha masadakini bile görmeden sırf birileri bir boş sandalyenin önünde bekliyor diye birbirinden ilham ve destek alarak sıra sıra dizilen ve vakitlerini bu boş masanın birileri tarafından dolduracağını düşünerek beklemekle geçiren insanlarımız birey olma söylemleriyle de kendi kendilerini ikna ediyorlar. Her yoldan geçenin ya da yolun boş olduğunu görüp oraya bir tabela dikenin ezber ve benzer kopyalanıp derlenmiş cümlecikleri süsleyerek insanlara takdim ettikleri yardım naralarını kişinin kendini gerçekleştirme serüveninde ki -bu gerçekten yol bilmeyenin <> diye bizi yönlendirdiği birinin yol tarifine benziyor, dinleyip ilk solda çıkmaz sokağa denk gelen ya da sapağı kaçırıp dönen biri gibi ayaklarımız cezasını çekiyor. Hatta bu düşünce akımları dönemin meşhur ama aslında hiç ilgisi olmayan afili kelimeleriyle bir araya getirilip yenilir yutulur hale dönüştürülüyor. (Pekiştirmemek adına bu isim ve söylemleri kullanmamayı tercih ediyorum.) Paraya dönüştürülmeye müsait tabelaların önünde birey olma yolculuğumuzu gerçekleştirirken: “Toplum olmak neden bu kadar kötü ki herkes birey olmak istiyor.” diye soramadan edemiyorum. “Sen bir bireysin!” diye başlayan cümleler ve kişinin tek başına dünyayı kurtarabileceğine olan inancının kabartılarak sanki toplum olmak, bir arada olmak kötü birşeymiş gibi önümüze sunuluyorken her birey olmak isteyenin birey kelimesi içindeki gizli olanı yani hep beraber bir olma eylemini yabana atması nasıl makul kabul edilebilir. Sanane banane ile birey olma nasibini elde etmeye çalışan her bir birey söz konusu bir şeyi niçin yapıyorsun diye sorulduğunda “Herkes böyle giyiyor, herkes böyle yapıyor, herkes böyle düşünüyor? diye cevap verirken herkes herkesleşerek mi birey oluyor? Yani herkes kelimesinin kapsadığı o geniş sosyal anlam nasıl birey olma oluyor. Tezatlık içinde tezatlığa hizmet eden bakış açısıyla birlik beraberlik kavramlarını zedeleyen önce aile, hısım, akraba, komşu ve geniş anlamda bir olmaya dair her ne kavram varsa bunları bireylik seviyesine düşürerek ayrıştırma potasında eriten bir zihniyetin girdabına düşülmemelidir. İnsanın kendi kültürüyle, özüyle, kan bağıyla, kendi toprağıyla vücut bulacağı ancak böyle birey olup insan olacağı nasıl ihmal edilebilir. Herkesin kendi başına bir varlık olarak özelin de özeli olduğu ancak ilk doğduğumuz andan son öldüğümüz ana kadar insanın insana muhtaç olduğu ve olacağı nasıl unutulabilir. Birey olan arkadaşlara sormak isterim: “Öldüğünüzde kendi kendinizi gömme, doğduğunuzda kendi göbek bağınızı kesme mümkünatına sahip misiniz?” O halde bireyi bireyden, bireyi aileden, aileyi aileden ve devamında insanı insandan uzaklaştırmaya yönelik kim sizi rahatsız ediyorsa ondan uzaklaşın gibi söylemlerin ne hükmü var.

Beni rahatsız eden şey ne birilerinin danışma koltuğunda oturması ne birinin birine bir şey danışması Beni rahatsız eden şey bireyliğin yüceltilmesi de değil. Konu şu ki bir konu da konuşacak, akıl verecek, yönlendirecek kişi ya da kimselerin ehil kimseler olması ve sorun her ne ise doğru kaynağın önünde sıra tutulması. Birey olunacaksa da önce toplum olunup sonra birey olunması. Elbet işinin ehli olan ve elbet doğru adreste duran birileri var ama elimize interneti alıp her önümüze gelen videodan sesten sözden rehber edinirsek ya vakit kaybederiz ya da yolumuzu diye düşünüyorum.
Özlem Korkmaz
29 Haziran 2024
Fot: Özlem Korkmaz

Bu yazıyı okudunuz mu?

Çarenin Şavkı

Çarenin Şavkı Hareketleri acıtıyordu, burkulmuş duygularım Çare aradım kırk yolda kırk adım attım Sonunda bir …

Bir yanıt yazın