Dost Yemiş

Dost Yemiş

Bulutların salıncak olup çiçekleri salladığı bir gündü. Güneş insanları sıcacık bir dost gibi kucaklıyordu. Yağmur bayramlığını giymiş şeker toplayan çocuklar gibi şendi. Güneşli günlerde yağmur yağarsa altın rengine boyanırdı yeryüzü. Kıymet, kıymetini kaybetmiş gibi etrafa bakıyordu. Sanki yapboz gibi görüyordu kendini, birilerinin onu sürekli tamamlamasını bekliyordu. O sırada Münevveri gördü, birkaç aydır görüşemiyorlardı.

-Hey, yüzüme bile bakmıyorsun, aramıyorsun, sormuyorsun, gelmiyorsun, işleri büyüttükçe çok değiştin sen çok!
Münevver anlam verememişti bu sitemlere, zihnindeki örümcek ağlarını salladı. Bazı insanlar dost biriktireceğine kırgınlık biriktiriyor. Böyle insanlar ömür boyu takdir etme, onaylama, kıymetli olduğunu hissettirme şubesi olarak görürler karşılarındakini. Oysa gerçek başkadır. Her gün gül bile koklanamaz. Düşmana “çok” dosta “az” gözükmek lazım. Çünkü dost bilir ki usanmaktansa özlemek daha kıymetlidir. Dost uzaktan yakın sever. İnsan bazen daha çok sevmek için inzivaya çekilir. Fakat anlamazlar “Değiştin sen” derler. Hele hele yazarlar bazen yaşamak için ölürler. Oysa ruhumuza bir Fatiha bile okumayanlar, bizden Yasin beklerler. Evet değişiyoruz, çünkü insanlar iyi niyetimizi yiyorlar, durup, dinlenip yeniden iyi niyet biriktiriyoruz. Fakat yaralarımız kabuk bağladıkça mecburen değişiyoruz. Kabuğumuzu da kırıyorlar çünkü bizi kuru yemiş sanıyorlar, oysa “kuru yemiş” değiliz, dostların yedikleriyiz. İnsan insanı yemez sanmayın hem de için için yer. Toprak insanı yediğine göre, insan da topraktan yaratıldığına göre korkmak lazım, diye düşünceler zihninden geçti. Döndü kıymetsiz Kıymet’e:

-Evet, değiştik biz, çünkü insan soğudukça buz tutar. Fakat Kıymet, kıyamete doğru çoktan yol almıştı.
Minimal Öykü/ Şenol Tombaş

***

Yıldırım Bile Bizi Yıldıramaz
(Derginin 42.sayısının başyazısı)

Zor günlerden geçiyoruz. Daha doğrusu günler üzerimize basıp geçiyor. Biz bugünlerde elbette edebiyata tutunduk. Orada bambaşka bir dünya kurduk kendimize. Bazen gerçekler kendisine müdahale ettirmez. Sanki hayaller edebiyat için var. Biz burada avunurken, gerçekler can yakmaya devam ediyor. Oysa biz hep güzel bir dünyanın resmini çizdik, fakat gerçekler hayalleri katletmeye devam ediyor. Hayallerle- gerçekler hep çatışmıştır. Bu yüzden birbirlerini pek sevmezler. Hayale çok sığınmak biraz da yokluktan kaynaklanır. O yüzden hayale sığınmak “iyi midir, kötü müdür?” bakış açımıza göre değişir. Şayet bir bakış açımız varsa…

Evlere kapandık, belki kendimizle yüzleşiriz diye. Fakat çoğunda bu yüreğin olmadığını gördük. Yüzünü kaybedenler onu aramaya bile cesaret edemiyor. Yüzsüz yüzsüz yaşayıp gidiyorlar. Fakat yüzü olanları, gülenleri her şeye rağmen mutlu olanları kıskanıyorlar. Yani yüzümüz yok diye yüzü olanlara da hayatı zehir ediyorlar. Bunlar ki; hayatımızdan, zamanımızdan, cebimizden bir de huzurumuzdan çalıyorlar. Kendi derbeder hayatlarına herkesi çekmeye çalışıyorlar. Tercihlerle zulüm yapmak ne zaman kader oldu? Bir gün kader bunların hesabını soracak. Kader konuşmaz, eylemlerle var olur. O yüzden kader değil bütün bunlar, akılsızlık, sadistlik, tembellik, kolay yoldan köşeyi dönmek. Fakat, fazla dönenlerin başı dönüp düşmesi an meselesidir. Sizin yüzünüz yoksa bunda yüzü olanların ne suçu var? Ayrıca yüzünüz yok değil, yüzünüz yaptıklarınızdan utandığından dolayı sizi terk etmiş. Dolayısıyla yüzsüzlüğün bile yaptıklarınıza tahammül edemiyor. Yüzümüz hayatımızı yansıtan aynadır. Yüzleşecek yüzü olmayanların huzurlu bir mezarı bile olamaz.

Salgın değil bizi öldürenler, bizi öldüren cehalet, hırsızlık, sorumsuzluk, vefasızlık, daha fazlasına sahip olmak için pandemiyi bile kendine fırsat olarak görenler. Fırsatlar elbette bize de fırsat verecektir. O vakit dönme dolap gibi dönseniz de hakikatin tokadından kaçamayacaksınız. Haklının okları hedefe biraz geç ulaşır çünkü gerçeklerin yükü ağırdır. Yük nedir bilmeyenler bir gün kendi yükünü bile taşıyamazlar.
Kimse çirkefle, zorbayla, cani ile uğraşmıyor, bunun yerine garibanların sırtına binmek daha kolay geliyor. Gariban Allah’a yakındır, duası çabuk ulaşır yaratana. Fakat yakın ne kadar yakın, uzak ne kadar uzak bilinmez. Bu anlamda maddeyi ilahlaştırıp kendine asker toplayanlar şunu bilmeliler ki paradan ilah olmaz. Bu kafayla ancak cehenneme seccade olur…

Sözün özü bütün hayatımıza şekil veren bu ürkütücü gerçeklere tepki olarak edebiyata sığınıyoruz. Gücümüzü de kalemin yegâne gücünden alıyoruz. Kalem hakikati yazarsa akıllar zenginleşir, gerçekler güçlenir, zulmün kalesi orada tutunamaz. Kalem gücünü hem geçmişten hem de gelecekten alır. Bununla da sınırlı değildir hem maddeden hem de manadan gücünü alır. Madem yaşamak için savaşmamız gerekiyor o vakit kalem çağımızın en ileri silahıdır. En uzun menzilli sözlerimiz, atom bombası cümlelerimiz var bizim. Daha güzel bir dünya için yazan kalemlerin mürekkebi hiçbir zaman tükenmeyecek. “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” düsturu ile bu yüzden kanımızı sürekli bağışlıyoruz, bu yüzden mürekkep rengi akıyor kanımız, bu yüzden insanlara yaşamaları için kan veriyoruz. Yokluklar, zulümler, maliyetlerin artması bizi yıldıramaz, hatta yıldırım bile bizi yıldıramaz. Yaşasın dünyadan daha güzel bir dünya, güzelden daha güzel bir dünya! Sözün özü bu günlerin devası edebiyattır. Fakat tefekkür eden bir edebiyat, bu eylem yaşamı daha derinden kavramak için gereklidir.
Bu anlamda bize maddi-manevi destek çıkan; dergidaşlara, halden anlayan kalemdaşlara, okurdaşlara, dağlara, taşlara selam olsun!

Dolu dolu bir sayıyla gözünüzün ve sesli okursanız da iki dudağınızın arasındayız, bizi okuyun, bir dergi ancak varlığını böyle hissedebilir. Nice sayılarda- sayfaların arasında- buluşma umuduyla, çaylar bizden…
Şenol Tombaş

Bu yazıyı okudunuz mu?

Çarenin Şavkı

Çarenin Şavkı Hareketleri acıtıyordu, burkulmuş duygularım Çare aradım kırk yolda kırk adım attım Sonunda bir …

Bir yanıt yazın