Yürü Babam Yürü Dertleri Ardın Sıra Sürü

Yürü Babam Yürü Dertleri Ardın Sıra Sürü

Edebiyat emeğin çocuğudur. Yazmak kolay da yazdıklarımızı edebiyat tarihine kazımak zor. Bunun için yetenek ve yaratıcılığın ötesinde kahramanca mücadele eden bir ruh da lazımdır. Bir şekilde sanata bulaşınca kopmak mümkün olmamaktadır. Çünkü ruh manevi güzelliğin tadını alınca onun peşinde gezmekten başka çaresi de kalmamakta. Bu durum aşkın, yazma eylemine dönüşmüş halidir; içinde tutku, bağımlılık, arınma, saplantı gibi bir sürü olguyu içinde barındırmaktadır. Yetenek, yatkınlık, yaratıcılık hepsi ciddi bir çalışmanın tezahürleridir. Öyle kimseye bedava yetenek filan verildiği yoktur. Ne rüyada ne de doğuştan. Hepimiz aynı yaratıcı kodlarla doğmaktayız. Kimimiz o cevheri kafamızı duvarlara vurarak çatlatıyoruz, kimimize de yetenek kendiliğinden musallat olmaktadır. Yani fark; istemek, çalışmak, tercih etmek ve asla vazgeçmemektir. Yetenek aslında bizi esir alan bir zorbadır. Çünkü o vakitten sonra bizi başkalarına yâr etmez. Saplantılı aşık gibi bizi sürekli rahatsız eder. Ondan sonra bir huzursuzluk alır başını gider. Çünkü yetenek gözlerimizi ve kalbimizi açar. Bu durum kaldıramayacağımız yüktür hayatta. Yaşama, hayattan daha büyük bakmak kolay değildir. Ancak, yazarak rahatlatmaya çalışabiliriz. Fakat, güneş üflemekle söner mi? Mum, ipliğine hayıflansa ne olacak, gözyaşları bu ateşi söndürmeye yetmez ki… Bu anlamda çoğu sanatçı hem gönüllü hem de mecbur kalmıştır bu çileye. Kim geri dönüşü olan yolda ilerleyebilir? Kim ballar balını bulunca sahteleriyle uğraşır? Buradaki çelişki hem bedbaht hem mesut olmamızdır. Fakat bu sanat için böyledir. Güneş varken yağmur da yağabilir. İnsan en çok gülerken ağlar. İnsan yaşadığı için ölür. Yani sanat çilelerden duyulan bahtiyarlıktır. Bu sadistçe çile çağırmak değildir. Bizim sahip olmak istediğimiz cevherin bir bedeli olduğundandır. Bedelini ödemediğimiz hiçbir şeye sahip olmayız. Zaman bedavacıları zaten zamanla elemektedir.
Bu yola büyük bir şevkle başlamış olabiliriz, belki de sanat yaparak arınmamız da mümkündür. Gözler kocaman büyüyünce, insanların kötülüklerini herkesten fazla görünce, düzeltemeyince ve de gücün yetmeyince, saplanıyor o kötülük okları kalbimize… İşte, kâğıdın ateşe düşmesi gibi usul usul yanmaya böyle başlarız. Yanar yanar mürekkebe döneriz. Gece- gündüz çalışarak göz nuru eserler meydana getirerek var olmaya çalışırız. Fakat kabul görmek, anlaşılmak zaman alacaktır. Hiç satmayanlar listesinde başı çekince ciğerimiz yanacak, yok sayılacağız, varlığımızdan bile şüphe duyacağız. Geçen ömür, tuğla tuğla kitaplar dört duvar gibi etrafımızı kuşatacaktır. Belki de kasvetli bir müzeye dönecektir hayatımız. Fakat parası olan, adamı olan, gemisi olan denizi geçecek, biz kalacağız yaya. Yürü babam yürü, dertleri ardın sıra sürü… Şöhretimiz olmayınca kim bakar yüzümüze? Bir umuttur, “Ölünce meşhur oluruz.” deriz. Oysa ölü, dünya şöhretini ne yapsın? İşte çileler basamak basamak… Biz ancak bunların üzerlerine basarak yükselebiliriz. Yalnız, bu kadar sabır, emek, mücadele ruhu kimde vardır? Ancak gerçek yazarda bu özellikler vardır.
Çile bahçesinden geçmeden mutluluk bahçesine geçilmez. Bizim mutluluğumuz tüm bu zorlukları aşarak hedefe ulaşma yolunda ilerlemektir. Yoksa hangimiz demedik ya da duymadık: “Boşuna uğraşma, kimse okumuyor, boş ver bu işleri.” diye. Belki defalarca umutsuzluğa düştük, fakat o içimizdeki ses yine dile geldi ve yazdık, yazdık, anladık ki “peygamber” peygamberliği reddedemediği gibi, biz de yazarlık yeteneğini, sesini, reddedemeyiz. Çünkü ruhumuza beden olmuş yazarlık, çünkü bu ayrılık ölüm demektir. İşte bu durumda mecburiyettir yazarlık! Fakat ruhu bu denli kuşatılmamış olanlar için her zaman geri dönüş yolu vardır. Onlar bizden değildir. Biz, bizim gibi olanları tanırız; yırtık kağıtlarından. Bitmeyen yazılarının sancılarından. Okunmayan kitaplarının hüznünden ya da arka raflarda tozlanmış kitaplarından. Bastıramadığı kitabın hayal kırıklığından, her tarafına sinen kitap kokusundan. Dergilere bakışından. Gelen ilhamla çocuk gibi şenlenmesinden. Bir eseri bitirince, “Oh be!” demesinden, fakat gelecek yeni sancıların korkusundan dolayı büzülmesinden. “Oldum” diyemeyişinden, anlaşılacağı günü beklemesinden, tanımadığı insanların sancılarını çekişinden, haksızlığa direnişinden, bir yanlışı anlatmak için gerekirse canından bile oluşundan. Küserken bile kendine zarar verişinden. Ölen karakterine ağlayışından. Düşüncelerinden dolayı cezaevlerine atılışından. Yok sayılmasından, garibanlığından, sanata para olarak bakmayışından. Bir okur bulmak için kitabını bedava verişinden, fakat daha sonra bedava kitabın da okunmadığını görünce sineye çekişinden. İncelmiş ruhundan, bedava söyleşilere gidişinden, topluma vericiliğinden. Emeğine, yeteneğine rağmen ukalalık yapan insanları sineye çekişinden. Her şeye rağmen yazmaktan asla vazgeçmeyişinden. Edebiyattan hiç anlamayan saygısızların gereksiz nasihatlarına “eyvallah” deyişinden. “Sen de kimsin?” “Biz varız burada” diyen ve edebiyat mekanlarını parsellemiş ego yığınlarına rağmen yılmayışından. Öncü olmasından, insan yetiştirmesinden. Medeniyete, kültüre katkı sağlayışından biz birbirimizi tanırız. Aynı acıların ortak dili vardır. Bu dilden anlamak için çile bahçesinden geçmek gerekir. Fakat bu iğne yiyip bal elde etmeye benzer. Yazarlık kolaydır, zoru sevenler için. Gerçek yazar zamanın ötesindedir. O yüzden zamanına çok takılmaz. Bunu bilerek ilerlemek en büyük bahtiyarlıktır. Bahtiyarı bahtiyar yapan acılardır.
Velhasıl edebiyat ve meşakkat konusunu bu yüzden işledik. Üstadın dediği gibi: “Ustanda kalırsa bu öksüz yapı / Onu sürdüremeyen çırak utansın.” Bu anlamda birbirinden değerli yazılar var, eminim beğenirsiniz. Bu vesileyle, “15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günü” kutlu olsun. Tüm şehitlerimize tekrar Allah’tan rahmet diliyoruz. İnşallah hainlere ve hain olanlara milletimizin birlik ruhu her zaman gerekli cevabı verecektir.
Bir vatan isterim ki Türk gibi tek hece;
Bölünmesin, ışıldasın, benzesin güneşe.
Şenol Tombaş
(Halk Edebiyatı Dergisi 43.sayı başyazısı)

Bu yazıyı okudunuz mu?

Çarenin Şavkı

Çarenin Şavkı Hareketleri acıtıyordu, burkulmuş duygularım Çare aradım kırk yolda kırk adım attım Sonunda bir …

Bir yanıt yazın