Oku da Beynini Kurtar !..

Oku da Beynini Kurtar !..

“Niçin okumalıyız?” Çünkü okumazsak beyin ölümümüz gerçekleşir. Bu şekilde ölümler dünyada ve ülkemizde birinci sıradadır. Zihnimizin yaşam kaynağı öğrenmektir, nasıl ki nefes almadan yaşayamazsak, beynimiz için de okumak, öğrenmek öyledir. Bir kelime öğrenmek beynin daha verimli çalışmasını sağlar, hafızayı güçlendirir, analitik düşünce becerilerini artırır ve sosyal yaşantımıza katkı sağlar. Öyle ki kelimeler beynimizin yakıtıdır, hammaddesidir, askerleridir ve yaşam kaynağıdır. Çünkü öğrenmediğimizde beynimiz kendini tekrar eder, yaşlanır ve nihayetinde ölür. Kelime ve kavram hazinemiz kadardır dünyamız. Çünkü kelimeler düşünce kaynağımız ve onları taşıyan vasıtalardır… Kelimelerle fikirleri ortaya çıkartırız ve aralarında bağlantı kurarız. Her organın ihtiyacı olan maddi-manevi ihtiyaçlar vardır. Beynin ihtiyacı da okumak, öğrenmek, merak duygusunu tatmin etme ihtiyacıdır. Bu ihtiyaçları birileri görmezden, duymazdan gelebilirler hatta tamamen öldürmüş de olabilirler. Fakat bu durum, haliyle ihtiyaçların olmadığı anlamına gelmez. Mao: “Nerede zulüm varsa orada direniş vardır.” ifadesinde olduğu gibi. Bazı insanlar beyinlerine zulüm yaparak köreltmektedir. Direniş elbette olacaktır, fakat bu da istek olmayanınca bir yere kadardır. Sonu elbette ki beyin ölümüdür. Mevta olmuş beyinleri istediğiniz gibi gömebilirsiniz, onları istediğiniz gibi kullanabilirsiniz, kontrol edebilirsiniz çünkü ölü beyinler kimse için tehlike arz etmez.

Sorgulayan, düşünen, üreten insanlardan hep korkulmuştur. Çünkü insan beynini kullandığında akılını kullanır ve böylelikle bir fert olur. Aklını kullanan da başkasının kölesi olmaz, dahası aklın başaramayacağı ekolojik kurallar içinde hiçbir şey yoktur. Bu durum aklını yeterince kullanmayan ve bir şekilde gücü elinde bulunduran insanlar için genelde rahatsız edici olmuştur. Belki de konfor alanlarından çıkmalarına ve rahatlarının bozulmasına da neden olmuştur. Biliriz ki aklı egemen yapan şey, doğru, kaliteli eserler okumaktır. Akıllılar kitaplarda buluşurlar ve büyük aklı esnetmeye, inceltmeye çalışırlar. Bu anlamda Cemil Meriç: “Kitap, zekâyı kibarlaştırır!” der.
İnsan aslında, okumak, öğrenmek ve anlamak, merak duygusunu bir bakıma tatmin için gelir dünyaya, doğal bir içgüdüdür bu durum esasında, fakat biz onu -bahsettiğim üzere- yavaş yavaş öldürmediğimiz sürece… Bu anlamda okumak bize hayat bahşeder. Hiç güneş güneşsiz olur mu? Hiç akıl, okumadan, düşünmeden, inzivaya çekilmeden, tefekkür etmeden, neden, niçin demeden gelişir mi? Tüm bu can alıcı unsurların temelini elbette okumak oluşturur.

Tembellik; üşengeçlik ya da zaman bulamama gibi nedenler yoksa okumamanın altında cehalette yatar, çünkü ben zaten çok biliyorum, niçin okuyayım ya da yazarlar benim zekâmın zaten altında, ben onlardan ne alabilirim kibri yatabilir. Kibirden burnumuz büyüyünce haliyle kendimizi dağ zannederiz. Çünkü gözümüzün önünde kibirden bir dağ hep durur. Cehalet tüm kötülüklerin atasıdır. O, birleştiremeyen, hakikatle bağ kuramayan, sürekli sabit bakan ve aklını hapsetmiş kişidir. Günümüzde cehalet bir tercihtir çünkü bu bilgi çağında -her türlü bilgiye kolayca ulaşabilirken- kendimizi geliştirmemek cehaletin konforundan kaynaklanır. Fakat şunu bilmezler ki “hiç bilenle bilmeyen bir olmaz.” Bir gözünüz okusa bir gözünüz de okumasa aralarında savaş çıkar ve kültür farkı mutlaka oluşur ve  beyniniz bile ortadan ikiye ayrılır. Ayrılıkların çoğu cehaletten kaynaklanır. Dolmak; okumak, olmak lazımdır.
Barış Manço’nun eserinde olduğu gibi:

“Sapa, kulpa, kapağa itibar etme dostum
İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok
Para, pula, ihtişama aldanıp kanma dostum
İçi boş insanların bu dünyada yeri yok”

İnsanlık sofrasına ancak: İlimle, irfanla, saygıyla, hoşgörüyle, kabul kültürüyle, şahsiyetle, yiğitlikle; cehalete karşı oturabiliriz. Gününüz koşullarında bu kavramların içi boşaltılmış gibi görülebilir -bir yönüyle öyle de- fakat bugün hâlâ bu kavramlar hürmetine yaşıyoruz bu hayatta… Şayet bu kavramların adı değil kendi de var olsa bambaşka yaşanası bir dünyadan bahsedebiliriz.
Elbette ki kişisel tekâmülümüze en çok katkı sağlayacak yegâne unsur kitaplardır. Peygamberler tarihine de bakınca Kutsal Kitaplar hep üst akıl olarak gelmiştir, yani insanlık sıkışınca cehalete, oradan kurtuluş yine kitaplarla olmuş. Sözün gücünü bilmeyen nefesin ya da ruhun varlığından habersizdir.
Tam da bu noktada Yunus Emre:

“Ey sözlerinin aslın bilen
Gel de bu söz nereden gelir
Söz aslını anlamayan
Sanır bu söz benden gelir”

Söz bizden çok ötede ölümsüz bir ülkedir. Sözümüz eğer gerçek bir söz ise abıhayat suyundan ruhunu alır ve daime geleceğe nesilden nesile akar ama kitapla ama kulaktan kulağa…

Söz yazıyla ölümsüzleşir ve kitaplarda, dergilerde karşımıza çıkarlar. Yazılı olmayan dönemleri ancak varsayımlarla ve arkeolojik bulgularla tanımlamaya çalışıyoruz. Her kıymetli söz aklımızın ve ruhumuzun, ötelerin, hakikatin, özüdür. Bu yüzden ağızdan çıkınca “ölen sözler” bir de ilelebet “yaşayan sözler” olarak ikiye ayırabiliriz.

Bu anlamda bizim idrakimizi, akılımızı büyüten eserler okumalıyız. Fakat elbette bu olgunluk ancak çok okuyarak olabilir.

Sözün, yazının insanlık tarihi ve aklı için önemini anladıktan sonra “niçin okumamız” gerektiğini sanırım anladık.
Okumamak yaşamamak gibi bir şey, çünkü ancak ölüler okumazlar çünkü onların gözü artık gerçeğe açılmıştır, güneşi gören güneşin olası resmiyle kendini kandırmaz. Bugün bilimsel çalışmalar akıl ve ruh sağlımız için okumanın önemini vurgular. Hafıza kaybının önüne geçmek, düşünce kabiliyetimizi geliştirmek, stresi azaltmak, problem çözebilmek için okumalıyız. Bu anlamda gördüğümüzden daha fazla görmek, duyduğumuzdan daha fazla duymak, anladığımızdan daha fazla anlamak için okumalıyız. Yoksa beyin ölümümüz gerçekleşir. Bilindiği üzere beyin ölünce, eşsiz kalırız…

Kitap bize bilmediğimiz dünyaları, fikirleri keşfetmemizi ve çok farklı bakış açıları sağlar. Yoksa sabit kalırız ve mütemadiyen kendimizi tekrar eder dururuz. Bir insan tekâmül olarak kendini geliştirmiyorsa, çevresine zarar verir. Çünkü okumayan insan daha az empati kurar, daha az sorumluluk alır. Bu durum ise o kişinin çevresine yüktür. Bir insan önce kendini maddi-manevi kazanmadan kimseye faydası olmaz. Demem o ki okumamak toplumsal bir faciadır. Birileri kendini geliştirmek ihtiyacı hissetmiyor olabilir, fakat bu durum, böyle kişilerin çevresine ve içinde yaşadığı topluma zulümdür.

Elbette her okuyan insan nitelikli insandır diyemeyiz. Okuma eylemi, bilinçli olmuyorsa yani okuduklarımızdan çıkarımlarda bulunmuyorsak, düşüncesel ve insani olarak bize katkı sağlamıyorsa böyle okumak da gerçek okumak değildir. Bu durum olsa olsa okumak için okumaktır, belki okuyormuş imajı vermektir belki de egosaldır. Bu tarz okumalar “okuma” yani “görme” değil, bakmadır. Fotoğraf da insana bakar; ama görmez. Peyami Safa : “Az bilmek için çok okumak lazım.” der. İnsan bilgisini de terbiye etmelidir ve onu insanlara faydalı bir hale getirmelidir. Şeytanın da çok bilgisi vardı, ne oldu şeytan? Bilgi, bilim, güç bizi daha iyi bir insan yapmıyorsa, gerçek amaca hizmet etmiyorlar demektir. İnsan olabilmek çok hassas bir terazidir, fakat takvamızla bunu başarabiliriz, kıymetli olan da budur. Yani okumak kilim dokuma işi gibi kimliğimizi dokumadır. Doğru / bilinçli okuma ancak böyle olabilir. Yoksa bugün cihazlar da okuyor, yapay zeka bunları yapıyor, fakat anlamak başka bir şey… Anlamak bir yaş daha büyümek, anlamak yaşadığımız kadar ölmektir, anlamak soru işaretlerini düzeltip beynimize saplamaktır ve o sancıyla tüm cevaplardan şifa ummaktır. Anlamak, anladığın kadarını taşımaktır. Cahiller cehaletin sırtına binerler, anlayanlar da anladıklarını sırtında taşırlar. Anlaşıldığı üzere, aydın kişi taşıyıp biriktirirken, düşünce kası yaparken, cehaletin cahili sırtından atması an meselesidir. Çünkü cehalet bile cehaleti bir yere kadar taşır. Kendi sırtımızdan başka hiçbir yer bizim için güvenli değildir. Kendine güven, derdini yen!..
Bilmek, insani fark yaratmak demektir. Ayet ile sabit olduğu gibi: “De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak aklıselim sahipleri öğüt alır.” Öyle ise bilmeyenler bildiğini sanmasın. Hayatta ne kadar çok şey öğrensek de bilmediklerimiz her zaman için daha fazladır. Hiçbir şey bilmesek bile haddimizi bilmek de kâfidir. Ayrıca insan ilme her zaman ulaşabilir, cahillik kader değildir, bir tercihtir. İnsan öğrendikçe öğretir ve kendini geliştirmeyen insan, iflas eden bir tüccara benzer, herkes ondan kaçar…

“Cahil yaşayan ölüdür.”, “Diri iken ölü.” denilmiştir. Hazreti İsa da: “Ben ölüleri dirilttim, fakat cahilleri diriltemedim,” demiştir. Çünkü cahil anlamak istemez. O, iletişimi kapatır. Öğrenmek istemeyene hiçbir şey öğretmezsin çünkü cahillik onun hocası olmuştur. Bilgili insan dünyada da altın gibi kıymetlidir, nereye gitse değer görür, hasetçilerin rahatsızlığı bundandır. Sadi Şirazi ne güzel de söylemiş: “Cahil insanlar davul gibidir. Sesi çok çıkar ama içi boştur.” Eh kargalar konuşunca bülbüller susar! Mevlâna: “Cahille girme münakaşaya ya sinirini zıplatır tavana ya da yazık olur adabına,” demiş. Oysa biz enerjimizi bazen ne de çok harcıyoruz. Yine üstat: “Cehalet, Allah’ın laneti olduğuna göre; bilgi, göklere ulaştırabileceğimiz kanatlardır,” der. Shakespeare: “En büyük cezaevi, cahil bir insanın kafasının içidir,” diye söyler. Montaigne ise: “Hiçbir şey eyleme geçen cahillik kadar korkutucu olamaz…” der. Velhasıl öğrenmezsen cehalet arkadaşın olur. Bilmedikçe de bilenlerle aynı sofrada bulunamazsın. Cehalet kader değildir, bir tercihtir.

Ya okuyan olalım ya yazan ya da dinleyen, fakat dördüncüsü olmayalım. Şunu da söylemeliyim ki okumadan da yazılmaz. Siz okumazsanız, sizi kim okuyacak? Bilhassa yazanların Doğu-Batı klasiklerini ve düşüncesini bilmesi ve bunları sentezleyebilmesi gerekir. Düşünce tarihini, silsilesini bilmeden yeni düşünce ortaya koyamayız. Medeniyetleri, kültürleri bilmek için de yine okumak gerekir.

Okumak, tüm insanlığın birikimiyle hasbihal etmektir. Bu birikimden faydalanmamak benciliktir, kibirdir. Elbette okumaktan kastettiğimiz şey sadece kitap okumak değildir. İçimizi, dışımızı, tüm varlığı içten ve dıştan okuyabilmek, anlamlandırabilmek ve oradan tefekküre yol almaktır. Tüm bu eylemler bizi kendimize ve çevremize faydalı bir bireye dönüştürecektir. Okumak beynin ilacı, aklın dilidir. İnsanlığın kurtuluş umududur.

Sözün tek duyanı kulak olmamalı, göz de duymalı, tüm vücudumuz okumalıdır. Okumak, ilim ve bilim sahibi olmak cehalet cehenneminden çıkabilmenin anahtarlarından biridir.
Okumak gözlerin sadakasıdır. Beynimizin gıdasıdır. Beynini aç bırakanların, tekrar söylüyorum: “Beyin ölümü yakındır.”

Okumak esasında ilkokuldan itibaren her bireyde alışkanlık haline getirilmeli. Durgun su mikrop üretir. Bunun için okumanın önemi, ihtiyacı, kişisel tekâmül için ne kadar önemli olduğu çok sevimli bir dille anlatılmalıdır. Tüm bunlara rağmen okumayla ilgili problemlerimiz varsa burayı altını çizerek okuyalım.

Okuduklarımızı Anlamama Nedenlerimiz?

Bu problemler; okurun ya da yazarın bilgi eksikliğinden kaynaklanabilir. Eser kaynaklı ya da fiziksel, ruhsal bir sorundan ötürü de anlama problemi ortaya çıkabilir.

1. Kompozisyon bilgisi eksikliği, okur ya da yazar kaynaklı olabilir. Okurda bilgi eksikliği de bir metni anlamama nedenlerindendir. Bir metne, hangi soruları soracağımızı bilmeliyiz. Metnin çizgisini, türünü, üslubunu, yapısını biçim ve içerik olarak çözümleyebilmeliyiz. Bir metni anlamak aynı zamanda da bilgi işidir. Temel kavramları bilmeliyiz. Okur dışı unsurlar: Üslup, yazıda bilinmeyen çok kelime olması, sürekli sözlüğe bakmak akışımızı bozar ve anlam bütünlüğünü sağlamada zorlanırız. Metnin uzun ve karmaşık cümle yapısı içermesi, cümleler uzadıkça üst üste olan yargılar insan zihnini yorar. Ayrıca anlatım bozukluklarını da sebebiyet verebilir. Kitabın yazı boyutlarının küçük olması, uzun paragraflar ya da hiç olmaması da bir metni anlamamızı zorlaştırır. İmla hatalarının ve anlatım bozukluklarının çok olması.

2. Okur odaklı metinler, okuma eylemini zorlaştırır. Çünkü klasik, beyni çok yormayan metinler okumak, zihnimizin tembelliğe alışmasına neden olabilir. Okur odaklı metinler, kapalı, soyut, satır araları boş kalan, anlamın hissettirildiği ve sisli-puslu yazılardır. Haliyle bu metinlerde okur, pasif değil, zihinsel olarak aktif olmalıdır. Bu tarz metinler okur ile anlaşmadır adeta, metni beraber kurgulama anlamında…

3. Çevresel faktörler: Işık yetersizliği, gürültülü ve dağınık ortamlar.

4. Fiziksel faktörler: Bir hastalığın olması, bazı vitamin eksikliğinde kafa karışıklığı, çabuk unutma, uyuşma, karıncalanma, aşırı yorgunluk gibi durumlarda haliyle metni anlamlandıramayız.

5. Ruhsal durumlar: Okuma motivasyonumuzun düşük olması, yani dikkati metne verememek. Okuma alışkanlığımızın olmayışı. Okuma amacımızın belli olmaması. Konsantre olamama, iç konuşmalara dalmak veyahut zihinsel olarak başka hayallere dalmak. Dikkatsizlik ve dalgınlık. Duygusal sorunlar: Can sıkıntısı, depresyon, ilgisizlik, uykusuzluk, kötü beslenme, stres, gerginlik, kaygı, metni okurken çok acele etmek, sabırsız davranmak.
Bu eksikliklerimizi bilirsek en azından önemli bir kısmını çözebiliriz. İstekli ve bilgi sahibi olursak bilinçli bir okur olma yolunda ilerleriz. Varsa okumaya dair iç ve dış problemler çözmeliyiz. Hiçbir şey okumamıza mani olmamalıdır.

Velhasıl; okumak, yazmak, zihnimizi ölümden kurtarmak ve çağın zararlarından korunmaktır. Edebiyat daha güzel bir insanlığa vesiledir. Peki ne arayacağız okuduğumuz eserlerde? Şöyle ki edebiyatın olduğu yerde; yaratıcı zeka, üslup, estetik, bilgi, eğlendirme, düşündürme, içerik ve biçim/ yapı uyumu olmalıdır. Bilinçli okuma süreç meselesidir. Okudukça okuma kalitemiz artacaktır. Okumak beynimiz için hayati önem arz eder.

Okumadan her şeyi biliyorsak, okumadan yazıyorsak, okumadan okuyormuş gibi yapıyorsak, tüm bunlar riyakârlıktır ve cehalet göstergesidir. Konfor alanından çıkmadan aklımız gelişemez. Şayet okumazsak cehaletin canımızı okuyacağı ortadadır. Bir kişi bile okumaya başladığında güneş daha da büyüyecektir, geceler daha kısa olacaktır, kelimelerin gerçek gücü ortaya çakacaktır. Şeytanın umudu azalacaktır. Mahşer kısalacaktır. Kıyamet bile daha güzel kopacaktır. Sözün özü: Okumak hakikati dinlemektir, beynimizi kurtarmaktır ve kendimiz olabilmek ve kendimiz olarak kalabilmektir. Bazı kitaplar insanlığın kurtuluşu için Nuh’un gemisi kadar önemlidir.

“Arkadaş, o halde al kitabı eline oku!..
Yoksa saplanacak gözüne cehaletin oku!..”
Şenol Tombaş

Faydalanılan kaynak: Yazarlığın Kutsal Kitabı/ Yaratıcı Yazarlık El Kitabı

Bu yazıyı okudunuz mu?

Yazmanın Yazısı

Yazmanın Yazısı Hiç yazan olmasaydı olur muydu okumak. Yazının tarihi diye bir tarih varsa bu …