Okka ve Divit
Dalgaların arasından sızan bir yakamoz gibi ışıl ışıldı umutların karanlığı delercesine…
Gördün mü Lucia, bugün de kalemin mürekkebi bitmiş. Okka ve divit zamanlarını hatırlar mısın? Yavaşça mürekkebe bandırıp, damlatmadan ve kaydırmadan yazabilmek için elinin heyecanla titremesini… Masal gibi geliyor düşününce. Zaman ne mevhum bir kavram. Rüya gibi geliyor,değil mi ? Geçmiş, gelecek hepsi bir romanın içine sıkıştırılmış sahnelerin formları gibi. Yazarın, seni, hikayenin içine çekip sonra da orada olduğunu hissettirmek çabasında yarattığı anlık sahneler. Yıl bin dokuz yüz yirmi dese, hemen zihninde bir imge var oluyor. Ama zamanın kendisi değil de , onu nitelendiren sıfatlar örneğin , giysiler, insanlar, mekanlar gözünün önüne geliyor. Büyük arabalar, bisikletli kasketli insanlar, savaşın olduğu yıllar. Yıkım sahneleri. Komutanların birbirine ardına sardığı tütünlerin dumanında , masadaki plan kağıtları. Bak işte, sahneler nasıl gözünün önüne geldi değil mi ?
Dedim ya, zaman mevhum bir kavram. Ah Lucia, sevmiyorum barış kelimesinin ardına saklanan basit numaraları. Barışmış. Dünya var olduğundan beri , barış dedikleri şeyi, savaş çıkarmak için mola olarak kullanmış insanoğlu. Durmuyor çünkü. Kanında var isyankarlık. Yetinmemek. Lucia, sen başkasın ama. Senin isyanın özgürlük kokuyor. Çünkü tutsak geçirdiğin kumdan kalenin içinde , kaçmak istemedin. İstesen, üfler yıkardın. Sen, tutsaklığınla, esaret kılıfını nasıl yırttığının öyle farkındasın ki, senin duruşun, savaşları başlattı. Bu planlı bir isyandı ve kimse farkıma varmadı. Çünkü insanlar düşünmüyor. Düşünmeyi bırakalı çok oldu. Aynı okka ve divitteki mürekkep gibi… Bak şimdi , bir kurguyu bile ayırt edemeyecekler Lucia. Seni tanımak isteyecekler. Kendi zihinlerinde sen kim bilir hangi bedende vücut bulacaksın ? Delirmedim Lucia merak etme. Gülüyorsun değil mi , hatta kahkaha atıyorsun. Ben de gülüyorum. Bırak, onlarda gülsün. Savaşmak her zaman silahla olmaz. Gülümsersin ve düşmanın yenilir.