Mars’a Gönderelim Onları
Bir yere ait olmak ister insan. Kendisini rahatça ifade edebileceği, yargılanmadan olduğu gibi kabul edileceği, özgürce hareket edebileceği bir yere ait olmak ister. Kendisi gibi düşünen, kendisi gibi hisseden insanlar arasında yaşayıp var olmak ister. Dalgalı denizlerde, fırtınalı okyanuslarda mücadele edip yorulduktan sonra dinlenmek için güvenli ve huzur bulabileceği bir limana sığınıp yeniden güç kazanmak ister.
Neresidir burası? Her insanın özlemle aradığı bu liman nerelerdedir? Yanı başımızda, genellikle ailedir; bazen de aile gibi olmuş ortamlar ve sağlam dostluklardır.
Neden ihtiyaç duyar peki insan bir yere ait olmaya? Bunun cevabını belki en iyi verebilecek kişiler yabancı ülkelere gitmiş olanlardır. Orada konuşulan dil farklıdır; söylenen şarkılar, yenilen yemekler, sokaktaki insanlar, davranışlar, bakışlar her şey farklıdır. Yapayalnız hisseder insan kendisini, etrafı kalabalıklarla çevrilidir ama küçük bir ihtiyacını anlatabileceği, derdini söyleyebileceği tek bir kişi yoktur yanında. Ve memleketini özler insan, kendi gibi olanların bulunduğu vatanını özler.
Şimdi birileri çıkmış -küreselciler diyorlar kendilerine- dünyayı tek bir merkezden yönetmekten, tüm insanları onların istediği şekilde “tek tip” hale getirmekten bahsediyorlar. Herkes onların istediği şeylere inansın, herkes onların oluşturacağı dili kullansın, onların çektirdiği filmleri izlesin…
Yaşlıları yönlendirmek zor olacağından çocukları ve genç beyinleri çekmek istiyorlar kendi tasarladıkları dünyaya. Bunun için hiçbir masraftan da kaçınmıyorlar. Dünyanın etrafına doldurdukları uydular sayesinde ulaşamadıkları en ücra bir köşe bile kalmasın istiyorlar. Bütün ülkeleri kontrol etmek, bütün insanların davranışlarını izlemek ve onları diledikleri şekilde yönlendirmek istiyorlar.
Şimdi tartışmalı bir virüs sayesinde hedeflerine oldukça yaklaştıklarını düşünüyorlar. Bütün dünyada eğitim onların istediği gibi yapılıyor, uzaktan internet üzerinden; alışverişin çoğu da aynı şekilde, öyle ki internet yoluyla alışverişi bilmeyenler bile nasıl yapıldığını öğrendi bu dönemde. Evlere kapanan insanlar, özellikle çocuk ve gençler, dijital ortamlarda eskiye oranla çok daha fazla zaman geçirir oldu.
Ve adım adım kurguladıkları dünyaya hazırlıyorlar insanlığı. İstiyorlar ki bütün dünya, bütün insanlar onlara ait olsun; onların hazırladığı dünyada, onların istediği şekilde, onların istediği kadar yaşasın… Bunları da farkına vardırmadan yavaş yavaş, alıştıra alıştıra yapıyorlar. Genç beyinlere nüfuz ederek, yeni nesillerin aidiyet duygusunu kendi lehlerine çevirip çevresinden kopararak ağır ağır ilerliyorlar hedeflerine.
Oysa dünyadaki her bir ülke bir aile gibidir. Her ülke farklı bir kültürü, farklı âdet gelenek ve görenekleri temsil eder. Her milletin kendine özgü davranış biçimleri, inançları vardır ve bunlar dünyanın farklı renklerini oluşturur. Tek tip insan demek “robot insan” demektir. Bir merkez tarafından yönetilen, dijital icatların esir aldığı insan tipi “robot insan tipi”dir ve bu durum insan tabiatına aykırıdır.
İnsanın yaradılışına saygı duymayanlar, insan doğasını tamamen değiştirmek isteyenler boş durmasınlar bakalım; yeni üretmek istedikleri insan tipi için sınırsız para harcasınlar. Biz de boş durmamalı genç beyinleri onlardan korumalıyız. Kendi dijital dünyamızı, çocuklarımız için kendimiz oluşturmalıyız. Zaten topraktan gelen beşer, başına gelecekleri artık daha iyi hissettiği ve gördüğü için şimdiden toprağa dönmeye başlamıştır bile. Bozulmamış gıda, bozulmamış gelecek üretmek amacıyla şimdiden toprağa dönüş başlamıştır. Ne yaparlarsa yapsınlar insan elbette özüne dönecektir. Belki bir süre onların sahte dünyaları çekici ve ilginç gelecektir gençlere; fakat sonra insan özünü, toprağını, vatanını, özgürlüğünü özleyecektir.
Kendilerine “küreselciler” diyenler de yaptıkları onca masrafları yanlarına kâr olarak alıp tası tarağı da toplayarak Mars’a giderler artık… Aman, arkalarından su dökeyim demeyin!..
Nursel Koçak