GÜVENLİ BİR YER GERÇEKTEN VAR MI?
Doğukan Özdil
Geçtiğimiz Nisan’da 42’ncisi düzenlenen İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilen yapımlardan birisi de Güvenli Bir Yer’di.
Güvenli Bir Yer (Sigurno Mjesto), yönetmenlik ve senaristliğini Juraj Lerotic’in üstlendiği, 2022 yapımı bir Hırvat filmi. Lerotic, aynı zamanda başrollerden birini üstleniyor filmde.
Kırk beş yaşındaki yönetmenin bu ilk uzun metraj filmi, Saraybosna Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ve En İyi Oyuncu ödüllerini aldı. Bunların yanında film, 2022’de Hırvatistan’ın Oscar adayı oldu.
Otobiyografik bir nitelik taşıyan Güvenli Bir Yer’de, intihara teşebbüs eden Damir’e yardım edebilmek için çırpınan kardeşi Bruno ve annesinin hikayesi konu ediliyor. Başarısız bir intihar girişiminin ardından ağabeyi Damir’in yardımına yetişen Bruno ve onlara desteğe gelen anneleri, Damir’i Zagreb’ten alıp bir sahil kasabası olan Split’e götürmeye karar verirler. Çocukluğunu geçirdiği Split’te olmanın ona iyi geleceğine inanmanın yanında, başkentteki acımasız sağlık sistemi bürokrasisinden de kaçmayı istemektedirler.
Güvenli Bir Yer doğal, gerçekçi ve soğuk bir film. (İşlenen konuyla ilgili hassasiyeti olan izleyicileri rahatsız edebilecek dürüstlükte olduğunu da bir uyarı olarak not etmeliyim.) Sonuncusu, yani soğukluk niteliği dikkat çekmeye değer bir konu. Yönetmen abartıdan, ajitasyondan o kadar uzak durmuş ki, hikâye neredeyse duygusuzca anlatılmış gibi duruyor. Ben bu üslup tercihinde, hikâyenin Lerotic için hayli kişisel olmasının önemli bir etken olduğuna inanıyorum.
Hepimiz deneyimlemişizdir, sinir uçlarımıza dokunan kişisel bir hikâyeyi anlatırken ister istemez ajite olur, odak noktasından savruluruz. Güvenli bir sohbet ortamındaysak, bu bir sorun yaratmayabilir. Yok eğer hikâyeyi belli bir sanat formu dahilinde, kitlelere anlatmak istiyorsak ajitasyon, bizi amacımızdan, yani derdini, sözünü anlaşılır biçimde söyleyen, başı sonu belli bir iş ortaya koymaktan saptırma tehlikesi taşır. Bu yüzden malzememize belli bir mesafeden bakabilmek zorundayızdır. Lerotic de filmin üslubunu belirlerken bunu fazlasıyla yapmış gibi görünüyor.
Ayrıca, işlenen konunun kendisi zaten yapay bir ajitasyona gerek bırakmayacak kadar dramatik. Nuri Bilge Ceylan bir söyleşisinde, oyuncularının duygularını mimik ve jestlerle ifade etmeye çalışmasından hoşlanmadığını söyler. Ona göre izleyici, karakterin içinde bulunduğu durumdan onun duygularını zaten anlayacaktır. Güvenli Bir Yer’i izlerken emin olun karakterlerin içlerinde neler yaşadığını hissedebiliyorsunuz.
Filmde kullanılan kadrajlar manidar. Bazı sahnelerde karakterleri ve bulundukları yeri açıkça görebiliyoruz ama başka birçok sahnede de izleyicinin görüşü ortam unsurları tarafından kısıtlanıyor. Duvar, kolon, kapı vb. Bu sahnelerde karakterleri bir şeylerin arkasından görmeye çalışıyoruz. Bu kadraj tercihinin, ruh sağlığı sorunu yaşayanlar ve onların çevresindekilerin içinde bulunduğu belirsizlik, önünü net görememe, ne yapacağını anlayamama halini görsel biçiminde somutladığını düşündüm izlerken.
Başta filmin konusunu yazarken, ağabey Bruno ve annenin hikayesi olduğunu söylemiştim. Böylece üç ana karakterden biri olan ve aslında hikâyeyi var eden Damir’i bir kenara ittim. Aslında Damir, elbette hikâyenin kenarında değil, merkezinde. Konuyu bu şekilde yansıtmamın sebebi, filmle ilgili tartışmaya değer bulduğum bir diğer konuyu gündeme getirmek istememdi.
Damir’le ilgili bildiğimiz tek şey, onun oldukça hassas bir yapıya sahip, kırılgan bir karakter olduğu. İnsanların onun hakkında kötü konuştuğunu duyabildiğini söylüyor. Belli ki çok acı çekiyor. Öte yandan niye intihar ettiğini bilemiyoruz ya da filmin bir yerinde ortadan kaybolup ailesini telaşa sürüklediğinde, nereye, nasıl gittiğini ve bunu neden yaptığını tam olarak öğrenemiyoruz. Sahilde bulunduğu, üstünkörü söylenip geçiliyor. Odakta hep, ona yardım edebilmenin yollarını arayan Bruno ve anne karakterleri var. Film bize Damir’in sebep olduğu aile dramını anlatıyor, Damir’i değil.
Böyle olduğu için filmi ve yönetmenini yermiyorum. Tam tersi, hikâyeyi anlatma şekli, hayatın olağan akışına oldukça uygun. Bu konuyu açmayı istememin sebebi olan bu uygunluk, bana şunu düşündürüyor: Ruh sağlığı sorunu yaşayan insanların kendi öz hikayelerini anlatmak gerçekten imkânsız mıdır?
İnsanın iç dünyası, doğası gereği başkalarına aktarılamıyor. İçimizde olan içimizde kalıyor. Ruhu birbirine benzeyen insanlar, bunun sebep olduğu yalnızlık hissini derinden duyumsamıyor, dolayısıyla bu gerçeğin üstünde çok durmuyor olabilirler. Ruhu acı verici derecede farklı olan Damir gibi insanların hikayeleriyse ancak başkalarına yaşattıkları dertler bağlamında dikkat çekebiliyor sadece.
Böyle insanların hikayelerini anlatanlar hiç yok değil. Dünyaya bir türlü uyum sağlayamayan ve ailesi tarafından psikiyatri hastanesine yatırılan on altı yaşındaki Deborah’nın hikayesini anlatan “Sana Gül Bahçesi Vadetmedim” romanı, bu anlamda aklıma ilk gelen eserlerden. Eminim başkaları da vardır. Yine de egemen anlatı biçimi bence acı çekenleri değil onların acı çektirdiklerini merkeze alıyor. Damir’in, yaşattıkları yüzünden ailesinden özür dilediği sahne, bu açıdan anlamlı. Damir de acı çekiyor ama ondan özür dileyecek kimse yok. Çünkü Damir’in hikayesi anlatılamıyor. Hikayesi anlatılamayan insanlarsa sanki bir türlü var olamıyor toplum içinde. İster istemez şu soru geliyor akla: Acı çeken insanlar için güvenli bir yer gerçekten var mı?
Hikâyenin anlatılış biçimi en az hikâyenin kendisi kadar önem taşıyor filmde. Başta yazdığım özelliklerine ek olarak (belki de onlar yüzünden) oldukça durağan bir film. İşlediği konuya aşina olmayan izleyiciler tarafından sıkıcı bulunma ihtimali de var. Düğümlerin, çözümlerin, gerilimin eksik olmadığı filmlerin arasında, Sait Faik öyküsü gibi bir film Güvenli Bir Yer.
Film sinema salonlarında sanırım artık yok. Dijital platformlardan izlenebiliyor. Ruh sağlığı ve intihar konularını olanca dürüstlük ve sadelikle gündeme getirdiği için önemli bulduğum Güvenli Bir Yer’i sizin de görmenizi isterim.