Görünmeyen Küller
Necla’nın kalıcı olarak sırra kadem bastığı gün “Çok fazla tepki verdin!” demiştin bana! On dört yaşındaydın daha. Kapıyı çarpıp çıkmıştın. Ne de olsa görmüyordun. Benden saçılan külleri. Görünmezdiler.
Necla, ilkokula başladığın sene girmişti hayatımıza. O yıllarda “Baba keşke benim de annem olsa!” derdin sık sık. Öz annen sen daha iki yaşında iken düşmüştü toprağa. Kendi elleriyle…
Anneannen beni suçlamıştı. Sanki ben yapmışım gibi, annenin topraktan evini. İlk anneannen başlatmıştı benimle konuşmama orucunu. Arada sırada seni görmeye gelirdi ama benden uzak dururdu. Annenden sonra ben de kadınlardan uzak dururdum. Kimsem yoktu senden başka. Sen ve ben, biz, ikimiz…
Bilmiyorum hatırlıyor musun? İlkokula başladığının ikinci ayıydı. “Arkadaşlarımın anneleri çok güzel poğaça yapıyorlar baba!” demiştin. Ben de “Sana pastaneden en güzelini alırım prensesim.” demiştim. Sen, “Ama anneler içerisine sevgisini katıyormuş.” diye cevap vermiştin. O gece seni ninnilerle, masallarla uyuttuktan sonra ben de kendimi yatağa atmıştım. Sabaha kadar uyku tutmamıştı ıslak yastığımda.
Sonra Necla girmişti hayatımıza. Kadınlardan uzak durmak istiyordum. Ama sen benim ruhumdun. Kadınlardan uzak duruyordum. Ama Necla başkaydı.
Küçük bir törenle Necla ile evlendiğimiz gün sen de nikah şahidi olmuştun. Renkleri canlanan gözlerin parlamaya başlamıştı. Necla’nın yaptığı poğaçaları okula götürdüğün günün akşamında bir kelebek gibiydin. Havalanmış ve yeryüzünü unutmuş bir kelebek gibi.
Bir gün eve geldiğimde odanda ağlıyordun. Ne kadar ısrar etsem de saatlerce kapıyı açmamıştın. Odandan çıktığın zaman koşup boynuma sarılmıştın. “Lütfen Necla anneme kızma baba!” demiştin. Saçların kısacık kesilmişti. Ortaokuldaydın. Saçlarını beline kadar uzatmayı istiyordun. Ne kadar uzadığını görmek için boy aynasına bakıp dururdun.
Ben kafanın sağına soluna iyice baktıktan sonra sımsıkı sarılmıştım sana. İyi olup olmadığını sorduğumda, “Ben iyiyim anneme kızma.” diye yinelemiştin.
Ertesi gün okuldan döndüğünde Necla’yı evde bulamamıştın. Nerede olduğunu sorduğunda, sana yapmış olduğu hareketin doğru olmadığını ve bunun için bir süre hastanede kalması gerektiğini söylemiştim. Bana çok kızmıştın, günlerce konuşmamıştın benimle.
Bir ay sonra bir akşam vakti geri dönmüştü. Kapıdan girdiğinde boynuna atılmıştın. O akşam senden özür dilemişti. Beraber kek yapmıştınız. Kakaolu kek. Ne keyifli yemiştik.
Sen on dört yaşına girdikten sonraki gün Necla yine saçlarını kesmişti. Sen istediğin için kestiğini söylemiştin ama ben anlamıştım. Necla yine hata vermişti.
Sonraki gün sen okulda iken Necla’yı göndermiştim geri gelmemecesine. Okuldan dönünce sana Necla’nın tamamen hayatımızdan çıktığını söylemiştim ve sebeplerini anlatmaya çalışmıştım. Dinlememiştin bile. Kapıyı çarpıp çıkmıştın. O gece anneannende kalmıştın. Necla’nın aslında gerçek bir insan olmadığını sana anlatmaya fırsat bulamamıştım.
Benimle günlerce konuşmamıştın. Bir hafta sonra iş için yurt dışına gitmiştim. Orada tutuklandım. Sana defalarca yazdım. Hiç cevabın gelmedi. Kerelerce aradım ama anneannen olacak cadı, birisinde bile yanıt vermedi sesime. Seninle görüşmeyi nice makamdan talep ettim fakat elim boş döndü. Burnumda tütüyorsun kızım.
Bugün on sekizinci yaş günün. Nice yaşlara! Rabbimden dileğim ayağına taş değdirmesin ve Rabbim beni sana unutturmasın. Şuradan çıkıp boynuna sarıldıktan sonra son nefesimi versem bile inan ki gam çekmem.
Çok özledim! Canım kızım! Beni hep hatırla!
İlker Ko / A09D5C
Ağustos 2024