Derde Derman Yakışır
Yağmur, kaldırımda biriken suya düştükçe sanki gamze gamze gülümsüyor. Bir huzur ürpermesi kederleri gıdıklıyor. Yürek gözden önce ağlar, keder yumağıdır yağmurlar. Büyüdükçe dertlerimizi kara bulutlarda sakladık. Oysa ağlamayan ve yeryüzüne düşmeyen dert olur mu? Belki kelebek misali bakan anılarla biraz olsun gülümsedik. Yanaklarımız dalgalandı da kıyıya vurdu ruhumuzun ışığı. Elbet gözyaşları da güneş açar. Kurumuş toprak çatlamaya başlar. Gözlerimiz akar da çatlayan yaralarımızı iyileştirir. Ey kara bulutlar, güneşimizin önünden çekil!
Acı, düşmanın sıktığı kurşundur. Düşman kimi zaman dosta benzeyendir. Demiri kendi içindeki pas çürütür, elmayı, elma çürütür. Her kurşun öldürmez ama yavaş yavaş fani olmak da var. Kim sıktı böyle içimizi, kim harabeye çevirdi dirimizi? Belki de hakkımızı almak için ebedi susuyoruz belki de hakkımızı almak için ebedi konuşacağız. Biz vicdanımızı ağlatmayız… Ey dertler, yıkılın karşımızdan!.. Yıkamayacağınız bayraklar, yıkamayacağınız dağlar var!..
Belki de fazla geldik hayata, ondan ufalandık böyle! Kalem elin kulu, mürekkep sözün elbisesi, kâğıt ikiyüzlü, oysa bir yüzün de yeterdi, bir ömür yazmaya. Şimdi iki yüzün arasında bir savaştayız. Yüzü er meydanı olanlar kazanacak. Ey eğri dilli yılan dertler, zehirin de panzehiri var!
İstila edilmiş bir şifanın kurtarıcısıyız şimdi. Kılıcımız göklerde çakan şimşek. Gök gürültüsü kuşanan sancılara düşmanız biz. Keder içsek de kusmasını da biliriz. Dert kuşansak da mertçe onun üzerine gitmeyi de biliriz. Ey üzerimize gelen dertler, bilin ki çareler de var! Yalnızca derdi verenin bildiği derman da var.
Kederler kanar içimizde ve gözler şeffaflaştırır onları. Damla damla erirsin ve hazmedemediklerin yumruk yumruk düşer gözlerden. Sen dert kabızı oldun mu hiç? Hiç doğumu olmayan sancılarla kıvrandın mı? Hazmedememek kendinden büyük lokmayı yutmaktır. Sindirememek tabiatına zarar veren unsurlarla beslenmektir. Ot, hiç kuzuyu yer mi? İnek, sütünü içer mi? İnsan, insan eti yer mi? Hazmedemediklerimizden bir dağ var üzerimizde. Midemizi bozan, karakterimizi bozmaz mı? Ey hazmedemediklerimiz, sizi de çiğneyecek dişleri biliyoruz elbet. Nihayetinde hak ettiğiniz yere ulaşacaksınız…
Sustuklarımız dile düşmezse içimizi kundaklayan bir ateş olur. Ah güzelim, her ateş güneş baksa keşke!.. Konuşmak, konuşulmuyor. Kim anlar çözülemeyen kelimelerin ardını? Dinleyeni inletecek elemlerimiz var bizim. Kaldıramayız, biz bu kadar ezilmişken. Fakat ancak ezilenler her kapıdan geçer biliyor musun? Taşıdığımız dertler gün gelecek bizi taşıyacaklar. Ey başkalarının canından beslenen acılar, bir gün sizin de canınız kalmayacak! Yiyip bitirdiğiniz bilin ki kendi ömrünüzdür.
Keşke olsaydı kaderin kurgusunun revizyonu. Düzeltebilseydik hatalarımızı yeniden, yeniden doğarak. Güzelim, en zoru yaşayarak öğrenmek… Kim geçmişi silebilir, değişmeyen tek şey mazidir. Hiçbir şey bilmediğimiz için ödediğimiz bedeller ağır olacak. Öğrenmenin bedeli yaşamaktır güzelim… Silgimiz silmiyor, geleceğimizi kalem yazmıyor. Ezelde yazılan bir mürekkebin insafına kalmışız. Ey yücelerin yücesi, bizi bilmiyor musun da bunca sınava tabi tutuyorsun? Kalemi tutan el, ne yazdığını bilmez mi? Yoksa kaderin de kaderi, Allah’ın da Allah’ı mı var?
Kırgınız kırgınlıklarımıza… Kimden ne beklediğini bilmeden bekleyen kalbimize, her şeyin fani olduğunu bildiği halde sahip olmaya çalışmalarımıza da kırgınız. Fakat kırıklar iyileşince eskisinden daha güçlü olur. Kırıklarımızla çoğalırız biz… Ey alçısız açılar, çıplak yaralar, kırgın gözyaşları, yalnız değilsiniz, bir gün birleşirsek göklerin direği olacağız ve karabulutlar üzerimize yıkılamayacak.
Yalancı bir dünyanın sahte çocuklarız. Kim gerçeği biliyor, hakikat safsataların çok ötesinde? Gerçeği öğrendiğimizde tüküreceğiz yalanların diline. İsraf etme dilini, çünkü bir gün gerçeği haykıracak. Aklımızın kıyameti koptu, artık gerçek dirilecek ve düzen böyle kurulacak. Ey beklenti, beklemek yok artık! Ey umut, çok avuttun bizi, yıkıl karşımızdan, beklentiyi aştık, eylemdir yoldaşımız! Ey sabır, adil değilsin, garibandan aldın, zengine verdin, sen de ezilenin sırtındasın. Artık sabrımız da yok, işimiz acele!.. Ey iyi bildiğimiz kelimeler, en çok siz kandırdınız bizi!.. Hangi niyete hizmet ediyorsunuz? Cennet adınız, cehennem içiniz. Ey hayat, ellerinizden öperiz, bizi büyüttün, acılarla besledin!..
Allah’ım bu nasıl kıskançlıktır, tüm sevdiklerimizi aldın elimizden. Bizi de bize bırakmadın. Hepimiz can emanetinin hamallarıyız. Yükü bıraktığımızda ölürüz. Bu hem yüce hem de güce dayanan bir sorumluluk. Ey sorumluluk, biz sana değil, sen bize hesap vereceksin! Bunca verdiğimiz yeter, biraz da kendimizde kalalım!..
Sorular sadece kabirde sorulmaz. Bu varlıkta da sorulur, fakat cevaplar ebediyete dağılmış gibi. Küçük ömürler, büyük yaşamları göremez güzelim. Ey sorular, sizin de elbet cevabınız var. Ey sorular bir gün size de gerek kalmayacak!..
Sözü israf ettik, akıl iflasta, çenemiz çok yoruldu. Ya biz Tanrı’yı ortadan kaldıracağız, ya ona kul olacağız. Düşünen akıl çok düşündüğü için dağılır, cehaletin sabit kalışı bundandır. Oysa yanlışı, doğrultmak mümkün… Fakat cehalet, birleşemeden tarumar etti bizi… Mazeretlere sığındık, maalesef yanlış yere sığınmışız… Hiçbir yer anne karnı kadar, mezar kadar güvenli değil. Ruhumuz bedenimize sığındı da hastalandı. Ruhumuz ruhunu bulunca iyileşecek. Aradıkça bulaştı kederler… İyilik yapmadığımızda varlığı kendi gücümüzden mahrum bırakmış oluruz. İyilik güçleniyor, akıl da doğru yolu buldu. Ey zulüm, elbet yeneceğiz seni!.. Ey kederler, bedenimiz sizin olsun, tıksırana kadar yiyin, fakat ruhun intikamı büyük olur!.. Boşuna demezler : “Ruhu şad olsun!” diye. Ölüler dirildiğinde zalimlerin sonu olacaktır.