Özlem Korkmaz
Bırakın Soframızı da Beğenmeyiversinler!
Rahmet ayı, bereket ayı, on bir ayın sultanı Ramazan ayı, takvimlerimizdeki yerini aldı. Evlerimize, gönüllerimize de en içten duygularımızla buyur edip başköşeye oturttuğumuzdan yana kaimiz. Ajandamızdaki iftar saatlerini boşalttığımız, temizlik ve alışverişimizi yaptığımız, teravih için sözleşip, davetler için anlaştığımız noktasında da içimiz rahat. Akşam ezanının farklı bir heyecanla beklendiği zamanlara, iftar saatleri öncesi trafiğinde çalan kornalara, ezan okunurken herkesin çekildiği boş sokaklara ve elinde sıcak pideyle eve koşarak yetişmeye çalışanlara da hazırız ve bunların her biri için ayrı birer heyecan duyuyoruz. Fakat benim alışmak istemediğim bir husus var.
Ben iftarın bir yemek programı gibi canlandırılmasına, bir kültürler arşivi belgeseli gibi yayınlanmasına, bir nadir eserler gibi sergilenmesine ve bir festival şölenine dönüştürülmesine alışmak istemiyorum. Bunun gelenekselleşmesine alışmak istemiyorum. Çünkü ben bunu bir gelenek dışılık olarak görüyorum. Gelenek ve göreneklerimize bağlı olduğumuzla övünen bizler için kadimden gelen o görgünün bozulup akım ritüelinde yaşam haline dönüştürülmesinden bizzat rahatsızlık duyuyorum.
Dünya üzerinde bir kişinin bile bırakın bir ülkeyi, kıtayı, karayı, bir kişinin bile tatma imkanı olmayacak bir sofrayı başkalarının gözünün önünde paylaşmayı, ben her şeyden önce ayıp sayıyorum. Bu dünya hepimize aynı coğrafya, aynı koşul, aynı imkan ve olanaklarla gelmiş değil. Her şeyi varlık ve yokluk noktasında değerlendirmek de değil bu. Fakirlik ve zenginlik kavramı üzerinden ele almıyorum sadece. Şeker hastalığı olan biri için ne kadar varlıklı olursa olsun, koca bir baklava tepsisi bir yana bir kaç dilim dahi fazla sayılabilir. Yemesi yasak olabilir. Tansiyon hastası biri için yağda kızarmış pişiler, börekler, katmerler asla yememesi gereken listesinde olabilir. Kalp hastalığı olan biri için pirzolalar, biftekler sınırlandırılmış olabilir. Mide rahatsızlığı olan biri için çiğ köfteler, baharatlar; bağırsak rahatsızlığı olan biri için başka başka şeyler yemek bir engel olabilir. Size tat veren, hoş gelen, lezzet abidesi onun için hastalık müsebbibi olabilir. Daha da ilerisi dişi olmayan biri için, dişlerini kaybetmiş biri için bunların tamamı yenilesi olmayabilir. Yaşlı ve güçsüz biri için bunları yapmaya gücü yetmeyebilir. Ve her şeyden dahası bu saydıklarım yarın içimizden biri olabilir.
Siz hiç hastane koridorunda sofra bezinizi serip etrafınızdaki hasta ve yakınlarının gözünün içine baka baka muntazam sofranızda yemek yediniz mi? Huzur evine gidip bir sofra kurup ailecek mükellef sofranızda etrafınızdakilerin tüm bakışlarına rağmen karnınızı doyurabildiniz mi? Savaş ya da doğal afet mağdurlarının olduğu çadırların ortasına sofranızı kurup ailenizi başına toplayıp tüm o seyredenlerin karşısında iştahla yemek yediniz mi? Bu söylediklerim ne kadar abesle iştigal geldi değil mi, çılgınlık, kendini bilmezlik sayarız bunu yapan birine. Ama ne farkediyor aynı soframızı serip sergileyip çekip cilalayıp iştahla yiyebiliyoruz. Oradaki de biziz buradaki de biz değil miyiz?
Çok şükür sofra çeşitliliği, damak zenginliği ve elinin maharetliliği olan bir milletiz. Ama biz görgü çeşitliliği, gönül zenginliği ve elinin cömertliliği de olan bir milletiz. Gelen zamanın geçen zamanın zenginliğini törpülemesine izin vermeyelim. Başkalarının acılarını, zorluklarını, sıkıntılarını, yokluklarını paylaşalım. En azından anlamak eylemini paylaşalım. Anlaşılabilmekten daha kıymetli ne var? Anlayabildiğimizi paylaşalım. Paylaşmak bir Ramazan kolisinden daha fazlası olmalı. Paylaşalım paylaşmayalım. Duamızı paylaşalım, iyi niyetimizi paylaşalım, kalbimizi paylaşalım.
Bırakın soframızı da beğenmeyiversinler.
Özlem Korkmaz
14 Mart 2024 / 4 Ramazan
Fot: Özlem Korkmaz