Şair- Yazar : Nilgün Atalay ile “Masal Şehrin Sır Yağmurları” Romanı Üzerine Söyleşi
Ayşe Çetin: Merhaba Nilgün Hanım, röportaj davetimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Dergimizin yayınevinden çıkan “Şiir ve Öykü Bahçesi” İsimli antolojide şiirlerinizle tanışmıştık. Şimdi ise; ilk romanınız olan MASAL ŞEHRİNİN SIR YAĞMURLARI ile ilgili sorularımızı yanıtladığınız için sizlere şükranlarımı sunuyorum.
Nilgün Atalay: Selamlar ve sevgiler efendim. Halk Edebiyatı Dergisi’ne ve değerli ekibine bu söyleşi için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Şu an sizinle birlikte en kıymetli röportajlarımdan birini daha gerçekleştireceğim için son derece mutluyum. Daha önceki röportajlarımda belirttiğim gibi; derginiz ile yapacağımız bu söyleşi benim için bir prestij sebebi sayılacaktır. Bunun için, ben de sizlere teşekkür ederim.
Ayşe Çetin: Yazar olmaya nasıl karar verdiniz? Sizi merak eden okuyucularınıza bu süreci biraz anlatır mısınız?
Nilgün Atalay : Tabii ki; küçüklüğümden beri sanatın her dalı ile ilgilendim. Özellikle resim vazgeçilmezlerimin arasında idi, şiir de yazıyordum, kompozisyon çalışmalarım, ufak tefek öykü çalışmalarım da olmuştu. Sonunda roman yazmayı da düşünüyordum, hep hayallerimde vardı. Lakin; bu ihtimal bana çok uzak geliyordu. En az yüz elli, iki yüz sayfa bir konu hakkında ne yazılabilirdi ki? Bu işin çok zor olduğunu zannediyordum. Sonra bir gün Şenol TOMBAŞ hocamın yazarlık atölyesine katıldım. Edebiyat hakkında koyu sohbetlerimiz oldu. Birçok dersler aldık, teknikler gördük. Eğer içinde de varsa; oradaki yazar bir türlü su yüzüne çıkıyor. Sonunda sen bile inanamıyorsun olanlara, kalem kendi başına yazıyor sanki… Öyle büyülü bir dünyaya adım atıyorsun diyelim… Yazarlık nasıl bir şey derseniz? Evrenin diğer boyutlarına kapı aralamak gibi bir durum. Yaşadığın tek düze hayatına yeni yaşam formları katıyorsun. Hayallerin can buluyor, sadece bir hayata değil onlarca hikâye yaşayabiliyorsun. Öylesine zengin bir ömür sürüyorsun diyebiliriz.
Ayşe Çetin: Romanınızda, suç, polisiye, aşk, semboller, farkındalık, şiir, mistik olaylar, tarihsel mekanlarda geçiyor. Bu sebeple romanınız için türünde bir ilk diyebilir miyiz?
Nilgün Atalay: Evet, diyebiliriz. Kısaca şöyle özetlemeye çalışayım. Daha önceki üstatlarımızda tarihi mekanlarda polisiye konularında başarılı romanlar ürettiler, üretmeye de devam edeceklerdir. Lakin hem bir farkındalık kitabi olarak hem de şiirsellikle geçişlere sahip bir romana pek rastlayamadım. Evrensel yaşam enerjisine ait sembolleri, yaşam amacına ulaşan insanlar veya ulaşamayanların geçirdiği tekamülü naif çizgilerle anlatmaya çalıştım. İnsanın özüne ait gücü, bioenerjiyi, bilinçaltı dilini farklı metotlarla olayların içine harmanlayarak sundum. Bilinçli okuyucular aslında sadece polisiye bir roman okumadıklarının farkına varıyorlar. En önemlisi de çok iyi tanıdığımız bildiğimiz İstanbul’un bilinmeyen gizemli dehlizlerini tekrar gün yüzüne çıkardık diyebiliriz. Keza, duygusal olarak yoğunluğun fazla olduğu bölümlerde de şiirlerle geçişi sağladım. Şiire ait beş on mısraya nice romanlar sığdırıldı diyebilirim. Böylece roman daha da geniş bir anlatım gücüne kavuştu diyebiliriz.
Ayşe Çetin: Romanınızın Baş kahramanı “Başkomiser Selman” ı bize biraz tanıtır mısınız?
Nilgün Atalay: Başkomiser Selman, bu kitapta aynı zamanda isminin de tekamülünü yaşıyor. İnsanlar bu dünyaya gelirken isimlerini seçerek gelirlermiş aslında… Bu konu dahi bir kitap yazmaya sebep sayılır. Belki bu konuyu ayrı bir gün işleriz. Sohbetimize dönersek; Selman, isminin de tekamülünü yaşıyor demiştik. Süleyman’da, Selman’da, Salamon’da farklı kültürlerde aynı ismin frekanslarıdır. Hz. Süleyman vardı. O’nun hikayesini bilirsiniz… Körler Ülkesinin karşısındaki Sarayburnu’nun önünde yaptırdığı rivayet olunun saray… O sarayın hikayesi de enteresandır. Kral Süleyman’ın veya Hz. Süleyman’ın insan üstü güçlere ulaşması için tekamülünde geçen zorluklar neticesinde ona üstün vasıflar bahşedilmişti… vs. Bu sebeple yaşadığı sürece hayat dersleri de inanılmaz boyutlarda seyretti. Bizim kahramanımız Selman’da isminin yansımalarını yaşıyor bu alemde, dolayısı ile çetin bir hayat onu bekliyor. Aynı zamanda isim kardeşi olduğu, Kanuni Sultan Süleyman’ın kader çizgisindeki zorluklar bir şekilde ona da nasip oluyor, olacak da … Bu hikayeler arasında da gelgitler yaşıyor baş kahramanımız. Ama ucunun nerelere kadar vardığını şimdilik o da bilmiyor. Romanın diğer serilerinde de bu çetin yansımaların iz düşümünü göreceğiz… Romanın büyüsünü bozmamak adına daha fazla anlatmayalım isterseniz.
Ayşe Çetin: Kitabınızdaki diğer kahramanlar günlük hayatımızda karşılaştığımız gerçek kişiler mi? Yoksa hayal gücünüzün yansımaları mı?
Nilgün Atalay: Diğer kahramanların çoğu gerçek kişiler. Romanı daha gerçekçi kılmak için kişileri doğal halleri ile sahneye koymak istedim.
Ayşe Çetin: Kitabınızda birçok sembollerden bahsediyorsunuz. Bu sembolleri özellikle mistik bir hava yaratmak için mi kitaba dahil ettiniz? Bu geometrik şekillerin gerçekte bir karşılığı var mı?
Nilgün Atalay: Evet, romanda birçok sembol dilini kullandım. Hatta, kitabın adı bile sembol dili ile yazıldı. “Masal Şehrinin Sır Yağmurları” derken, yağmur; bilinçaltında üzüntü dert tasa demektir. Yağmur damlaları gözyaşları ile eşleştirilmektedir. Kitabın içinde geçen birçok şekil de kutsal ve mistik öğretilere ait sembollerdir. Mesela üçgen sembolünün kutsal öğretilerde birçok anlamı bulunmaktadır. Mükemmel bir şekilde üçgen kendi içinde çoğalıp tekrara gidebilir, altın orana sahiptir. Bu sebeple bile “Pi” sayısına atıfta bulunabilirsiniz. Sembol dili birçok yerlerde kullanılmıştır. Halılarımızda, kilimlerimizde dahi bu dile rastlayabiliriz. Hatta renklerinde bir sembol dili bulunur. Bu çok detaylı bir konu aslında. Sanırım sorunun cevabı belirlenmiş oldu.
Ayşe Çetin: Romanınızda Osmanlı İmparatorluğu’ndan ve Bizans döneminden kalma tarihi eserlerin bulunduğu mekanlardan bahsediliyor. Bu mekanlar gerçek mi?
Nilgün Atalay: Sizin de bildiğiniz gibi, İstanbul’un altında bir İstanbul daha var. Mesela; Tarihi yarımadanın bulunduğu civarda, özelliklede Sultanahmet’in altında birçok dehliz ve tüneller var. Bu mekanlardan romanda bahsettik, zaten tüm kurgu genellikle burularda geçti. Hatta bu tünellerin Kınalı Ada’ya kadar uzandığı rivayet edilir. Olaydaki düğümleri çözerken bazı yerlerde sokak sokak tarif ederek ilerledim. Cankurtaranda bulunan bahçeli evin içindeki mezar dahi gerçek.
Ayşe Çetin: Bir yazar gözüyle baktığınızda İstanbul size neler fısıldıyor?
Nilgün Atalay: İmparatorluklara ev sahipliği yapmış, kutsal ve mistik bilgi kayıtlarının bulunduğu, dünyanın merkezi olduğu var sayılan, tarihi ve güzelliği ile insanı büyüleyen bir şehir. Romanımda İstanbul’un güzelliğini “pi” sayısı ile eşleştirdim. Kusursuz bir güzellik… (Trafiği ve sonradan yapılan çarpık yapılaşması hariç.)
Ayşe Çetin: Kitabınızda çakıl taşı resim ve ses panosu tablosundan bahsetmişsiniz. Bu çalışmalar gerçek mi?
Nilgün Atalay: Evet, benim de çakıl taşı resim tablolarım var. Tablodaki taşlar yerine oturduğunda muazzam bir görsellik sunuyor sizlere. Taşlar dere taşından seçilerek yapılırsa, daha da orijinal renkler hâkim oluyor. Sözün kısası boya kullanılmadan orijinal taşlarla çalışılıyor. Ses panosuna gelince; evet sesin frekansı görsel olarak tabloya aktarılıyor. İnsanlar kendi sesinin frekans panosunu görmüş oluyorlar böylece… İkisi de enteresan çalışma olduğu için romana ekledim. Ayrıca tablolar en önemli delillerden biriydi…
Ayşe Çetin: Romanınızda İstanbul’un bilinen yerleri kadar bilinmeyen yerlerinden de bahsediyorsunuz. Görsel olarak muhteşem manzaralar var. Kitabınız film olarak çekime çok uygun. Bu konu hakkında hiç düşündünüz mü?
Nilgün Atalay: Roman film olarak hazırlandı aslında, yani; daha sonra senaryolaştırılacaktı. Yayıncı ve Yapımcı olduğunu bildiren firmanın güven vermeyen hareketlerinden dolayı ben son anda vazgeçtim. Daha sonradan da okuyucularım tarafından bildirildiğine göre; romanın birçok yerini kullanıp film olarak çekmişler. Bu konu hakkında çok konuşmak istemiyorum. Yasal haklarım baki kalmak üzere mahkeme açma hakkım var. Bakalım yaşayıp göreceğiz durum ne olacak?
Ayşe Çetin: Romanın içinde biyoenerji uzmanı sıfatını taşıyan Nilgün Atalay adında bir karakter var. Bahsedilen karakter siz misiniz?
Nilgün Atalay: Evet, kitabı yazma sebeplerinden biri de bu konu aslında. Tüm insanlık bioenerjisini kullanarak içindeki farklı güçlere ulaşabilir. Manyetik alanları algılama gibi, düşünce gücü gibi… Hepimizde bu yetenekler doğuştan var. Evrenle insan arasındaki manyetik güçleri anlatabilmek için bu kitabı yazdım. Romandaki konular aldı başını gitti, bu konu çok afaki kaldı sanki… Zaman zaman öğretilere ait bu bilgileri okuyucularıma fısıldayacağım.
Ayşe Çetin: Polisiye türünde kadın yazarlarımız pek yok sanırım. Bu türde roman yazmak sizi zorlamadı mı?
Nilgün Atalay: Severek yaptığın her iş sana kolay gelir. Gizemi, sembolleri ve bulmaca çözmeyi seviyorum. Bu arada polisiye türünde yazan kadın yazarlarımızda gittikçe çoğalıyor. “Kanıt” dizisini seyretmek polisiye türünde ilerlememi sağladı. Bir okul gibi oldu diyebilirim. Dizide emeği geçenlere teşekkürü bir borç biliyorum.
Ayşe Çetin: Romanınızın içinde şiirler de var. Dergimizin yayın evinden çıkan “Şiir ve Öykü Bahçesi” isimli Antolojide şiirlerinizle tanışmıştık. Şair yanınız romanınıza nasıl değerler kattı? Biraz bahsedebilir misiniz?
Nilgün Atalay: Romanı bilinç akışı dili ile yazdım. Şiirlerin çoğu da anda geldi diyebilirim. Duyguların yoğun olduğu yerlerde şiirle geçiş sağladım. Dolayısı ile sayfalarca anlatacağım duyguları şiirle özetleme şansına sahip oldum. Böylece roman otomatik olarak bir anlam derinliğine kavuşmuş oldu.
Ayşe Çetin: Soru ; Kitabınız çıktıktan sonra hayatınızda bir değişiklik oldu mu? Yayın ve basım aşamalarında zorlandınız mı?
Nilgün Atalay: Yayın ve basım aşamaları kitap yazmaktan daha zormuş. İlk kitap nerdeyse kurban veriliyor bu yanlış düzene. Evet, bu konuda çok zorlandım. Ne yazık ki bu durum yaşamadan da atlatılamıyor. Kitap yayınlandıktan sonra hayatımda güzel gelişmeler oldu. İnsanlar sevgi ve hayranlıkla seni karşılıyorlar. Sevmek ve sevilmek çok güzel bir duygu. Benim de dünyaya bir armağanım oldu diye düşünüyorum. Bu güzellikleri yaşadığım için çok mutluyum.
Ayşe Çetin: Son olarak; yazar olmak için neler yapmak gerekir? Yazar olmak isteyen dostlarımıza tavsiyeleriniz var mı?
Nilgün Atalay: Yazar olmanın yollarından biri de bolca okumak diyebiliriz. Okudukça bakış açın gelişir, kurduğun cümleler bir o kadar özenli olur. İyi bir okuyucu olmak, yazar olmanın en iyi maya yöntemlerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Yazdıklarımızın bize özel olmasını istiyorsak sezgilerimize önem vermeliyiz. Yazmak bir alışkanlıktır, işin sonunda da tutkuya dönüştüğünü göreceksiniz. Bir bakacaksın ki; kalem kendiliğinden yazmaya başlamış. Sonunda sen bile inanamayacaksın yazdıklarına. Bu sanatın ilk adımı da oturup yazmaya başlamaktan geçer. Başka sorunuz var mı?
Ayşe Çetin: Hayır, tamamladık Nilgün Hanım. Tüm sorularımızı içtenlikle cevapladığınız için çok teşekkür ediyoruz. Güzel ve sağlıklı günlerde yüz yüze röportajlar gerçekleştirmek dileğiyle…
Nilgün Atalay: Halk Edebiyatı Dergisi’ni temsilen benimle bu röportajı gerçekleştirdiğiniz için ben de sizlere teşekkür ediyorum. Emeği geçen tüm ekibe saygı sevgi ve selamlarımı gönderiyorum. Güzel İstanbul’umuzun bir köşesinde sağlıklı gönlerde buluşmak dileğiyle…
https://www.nilgunatalay.com/