Mutluluğun Onda Dokuzu Kaçmaktır
Erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır diye bir söz var. Kaçma eyleminin mutluluktaki payı tam kaçtır bilmiyorum ama ona da onda dokuz dersek zararı olmaz herhalde. Schopenhauer “Mutlu Olma Sanatı” adlı eserinde mutlu olmak için yapılabilecek tek şeyin acıdan kaçınmaya çalışmak olduğunu söyler. Acısız hayat yok ancak bu kaçınmayı bir eğilim olarak benimsersek tahammül edilebilir bir varoluşa sahip oluruz der. Acılarla yoğrulan bir coğrafyada acı çekmeye olumlu anlamlar da yüklenebiliyor maalesef. Dolayısıyla acıdan kaçınmaya çalışmak bazı kulaklara küçük düşürücü gelebilir. Bir adım geri çekilip bakarsak, ruhumuzu acıdan uzak tutmaya çalışmak en az kolumuzu ansızın değen ateşten kaçırmak kadar doğal.
Yeni çıktığını söyleyemem ama özellikle son 5-10 senedir yoğun olarak maruz kaldığımız bir dayatma var: İdeal hayat dayatması. Bu tür eleştirileri sık sık duyuyoruz, yeni değil. Bunun içsel acıdan kaçınmayı oldukça zorlaştıran bir dayatma olduğunu düşündüğüm için bir de ben yazmak istedim. Olan yaşantımızın “olması gereken”le örtüşmediği noktalar birer acı kaynağı. Bu noktalarla muhataplığı seyrek olan biri için, hakkında yazmaya ve okumaya değer bir konu olmayabilir bu. Oysa uzun süre ve sıklıkla yanyana gelince bu noktalar, sevimsiz bir doğru oluşturabiliyorlar.
Bir süre öncesine kadar Instagram hesabıma koymak için “yeterince iyi çekilmiş fotoğraf”ım olmadığını düşünüyordum. Mecburiyet hali yoksa eğer (mesela mesleki bir durum) bir insan bunu niye düşünür? Yeterince iyi çekilmiş fotoğraf ne demek?
Bu tabii küçük bir mesele. Ama daha ciddi sorunlar olduğunu düşünüyorum. Bahsi geçen sorgulamaları artık ruh sağlığı problemi yaşayacak seviyelere taşıyan konular. Bir diyalog uyduralım:
– Sen paylaşmamışsın yılbaşı geceni sayfanda?
– Evet.
– Kimlerleydin, ne yaptınız?
– Evdeydim film izleyip yattım.
– Aa niye?
Ne niye? Söyleyeyim neyin niye olduğunu: Niye yalnızsın? Gerçekte üç ihtimal var; sorgulanan kişi aslında yalnız olmayabilir, gerçekten arkadaşı olmadığı için isteksizce de olsa yeni yıla uyuyarak girmiştir ya da yalnızdır ve şikayetçi değildir. Hangisi olursa olsun, doğal karşılanan ama doğal olmayan bu sorgulamaya maruz kalmak daha merkezi bir soruyu gündeme getiriyor: Yalnızlık kusur mudur? İstemek ya da istememek ekseninde cevap verilmemeli bu soruya. Yalnızlığın bizi eksik ya da yanlış kıldığını ima etmek ahlaki bir sorun ve başka ahlaki sorunlara yol açtığını düşünmek için sebeplerimiz var.
Bir boşanmanın ardından tüh tühlenen bir arkadaş gerçekten bizim mutluluğumuzu mu gözetiyor yoksa bilinçsizce de olsa bir “başarısızlığı” mı ayıplıyor? Ayrım yapmak kolay değil. İster ayrılık ister başka bir sözde başarısızlık olsun; emeklerin boşa gittiği düşüncesi insanı yeterince zorlarken başarısızlıkları ayıplamak bence ancak bir dayatmanın sonucu olabilir. Bazı psikopatlar dışında hiçbir insanın kendi haline bırakılınca bu kadar kötü olabileceğine inanmıyorum.
Dayatmayı kabul etmemek bir seçenek. Hatta amaç acıdan kaçınmaksa bence tek geçerli seçenek. Ancak çocuk oyuncağı değil. Diyelim ki 25 yaşında bir genç, ilk işinden kovulmuş, başka bir sebepten arkadaşlarıyla bozuşmuş üstüne bir de ailesiyle papaz… İstenmeyen bir durum olsa da bu senaryo da hayata dahil. Bu arkadaşın yaşadığı sorunlar yüzünden suçlu duruma düşürüldüğü zaman vereceği doğal tepki çoğu örnekte “olabilir” olmayacaktır. “Olamaz”lar önümüze yetişkin olup aklımız ermeye başladığında konmuyor. Onlarla büyüyoruz. Bu olamazlar, gözümüzün yaşına bakmadan arka arkaya olmaya başladığındaysa kendimizi eksik, yanlış, sorunlu görebiliyoruz. Kimsenin sen böylesin demesi gerekmiyor, öyle hissediyoruz.
Acıdan kaçınma çabasında önemli bir yetenek toplumun onayını almadığımızda, başarısız olduğumuzda ya da yalnız kaldığımızda da değerimizden bir şey eksilmediğinin bilincinde olmak. Instagram örneğini konuya girebilmek için vermiştim. Sosyal medyaya has bir sorun değil bu, toplumsal yaşamın bütünü böyle. Ama madem oradan girdim orayla toplayayım. “Olamaz”lara kıyısından dahi poydum şansı verilmeyen bir yer orası. Nasıl kullanacağımız konusunda kafamızdaki eş, dost, fenomen seslerinin arasında kendi sesimizi duymaya çalışmak, bahsettiğim yeteneği kazanmak için bir alıştırma olabilir.
Acının insanı geliştiren bir şey olduğu söylenegelir. Doğru ama bu şekilde söylendiğinde çarpıtmaya açık. Geliştiren şey acıyı çekmek değil onu geride bırakabilmek demeliyiz.
Bu yazıyı okudunuz mu?
Çarenin Şavkı
Çarenin Şavkı Hareketleri acıtıyordu, burkulmuş duygularım Çare aradım kırk yolda kırk adım attım Sonunda bir …