Breaking News

Kaç Şiddetinde Bu Acı

Özlem Korkmaz

Kaç Şiddetinde Bu Acı


Eğer kalem yazı yazarken kırılacaksa herhalde depremi yazarken kırılır olsa gerek. Bu kadar derin ama ince bir acıyı tarif etmek bir hekimin harcı değil. Anca onu sancıyı çekene sormak lazım. Günü demden ayıran bir oluşun içinde kıvranıyoruz. En acımasızın bile yüreğinin bir kenarında sızlayan bir şey vardır bugünlerde. En merhametlisinden en merhametsizine kadar uzanan bir sızı bu en yakınımızdan en uzağımıza kadar olan insana kadar…
Tarifi olmayan birşeyin izahını yapmak ne mümkün. Kaç kelime bir araya gelse bu yükü boşaltabilir. İçimizde söylenmemiş sözlerin ağırlığı varken söylenecek olanlar için geç ise bir de o zaman susmak kalbin ilacı mıdır ki bu acıya bir ilaç var mıdır?
Deprem kokusu sofralarımıza kadar işlemiş ve yün yorganın altında hala üşüyorsa bedenlerimiz, ısınamayanlar içindir. Herkesin herkesi etrafında tam olmasına rağmen yarım hissediyorsa ruhumuz, tamamlanamayanların sebebi iledir. Bir yerlerde ağıt yakılıyorsa içimizdeki hangi şen söylenen güzel şeyleri ölüm hissine değişebilir. Ne çok acı var sokaklarda, güneş bile aydınlatamaz deprem gecesinin gündüzlerini; kim o karanlık çığlığa yetişebilir?

Ülkemizin her bir bölgesinin her bir toprağının karış karış sarsıldığı, her şehrinin her insanının fay hattında kırıldığı, tüm ülke her milyonun aynı acıya sancıdığı şu günlerin hiç yaşanmamış olmasını ne çok ümit ederdik. Ancak hayatın içinde yer alan bir gerçek şu ki acı da mutluluk kadar, hüzün de sevinç kadar, dert de şifa kadar, ölüm de doğum kadar var ve vazgeçilmez bir gerçek. İster adına doğal afet deyin ister deprem felaket, ister ağıt ölüm deyin ister ihmal ihanet ama bu gerçek bizimle beraber gelecek. Dün de vardı bugün de var yarın da hep var olacak. Acı insanın kaçınılmaz bir varı. İnsanoğlunun varı yoğu ne derseniz deyin birazı mutluluksa, kalanı acı…
Kimi zaman sel kimi zaman yangın kimi zaman deprem kimi zaman savaş kimi zaman hastalık kimi zaman kaza kimi zaman yoksulluk… İnsanoğlunun doğarken kendiyle beraber getirdiği bir geni gibi her coğrafyada her ocakta şekil değiştirse bile var olan kaçınılmaz bir gerçek. Acı…

Acıya dayanıklı olur mu insan? O sizin takdiriniz, ben böyle bir dayanıklılığın varlığından şüpheliyim. Acıya alışır mı insan? O yine sizin takdiriniz, ben acıyı alışılabilir saymaya gücenirim. Bu dünyada insanı, toplumu hatta milletleri en çok değiştiren, dönüştüren bir şey varsa o da acıdır. Nerede acı çekmiş bir insan, bir toplum, bir millet varsa gözünün içindeki bakışından bile bellidir yüreğinin ne kadar eridiği, ne kadar yandığı. Kimi zaman bireyseldir bir acı kimi zaman ortak. Bugün ülke olarak, millet olarak, coğrafya olarak bu ortak acımızı yaşıyoruz. Birilerinin anası, babası, evladı, kardeşi, sevdası, akrabası ama hepimizin bir yanı eksildi. Birilerinin evi, ocağı, binası, eşyası ama hepimizin aynı toprak parçası yıkıldı. Şimdi ne dersek diyelim, hangi teskin edici sözü kullanmaya çalışırsak çalışalım, bu durumun bir tesellisi yok. Bir yanını kaybetmiş bir kişi, bir toplum artık eski kişi olabilir mi, olamaz. O acı hiç yaşanmazdan önceki o kişiye dönebilir mi, mümkün değil. Kolunu kaybeden bir beden artık hep bir yanı eksiktir. Şimdi bizim de bir yanımız eksik kalacak. Öncelikle bunu kabul etmeliyiz ama bu eksik yanımızla da olsa yaşamak zorundayız, bunu bilmeliyiz. İşte bu noktada bize umut gerek. Kocaman bir umut… Asıl bu konuya eğilmeliyiz.

Nasıl bir umut biliyor musunuz? Günlerce beton yığınlarının altında, karanlık ve yanı başında en sevdiğini kaybetmiş olanın, gözünü küçücük bir aydınlığa dikip beklediği bir umut. Tonlarca beton molozlarının, taş toprak yığınlarının yanı başında gözünün üstündeki kumu silip çöken binanın altından ana, baba, evlat, kardeş, eş bekleyen o yarı kumlu gözün baktığı umut. Zifiri karanlıkta, eksi şubat soğuğunda, soluk bir fener ışığından taş bloklar arasına sokulan bir çift gözdeki umut. Herşeyi yıkılıp viran olmuş, üzerindeki ince ceketiyle “Yaşayan var mı?” diye sesin sese değmediği beton aralıklarından bağıran o sesteki umut. Kapkaranlık, eli kolu bacağı sıkışmış, sadece bir nefeslik yeri olan “Acaba beni duyar mı?” diye tereddüt etmeden “Burdayım!” diyen duvara vuran eldeki umut. Saat değil, günler günleri devirmesine rağmen hala nefes alan biri vardır diye iğneyle kuyu kazıp taştan taşı delip bir ses duymak dileğiyle duvara dayanan kulaktaki umut. Hiçbir kan bağı olmayıp kilometrelerce uzaktan yardımlar gönderip yıkılanı onarmaya çalışan yürekteki umut. Saatlerce aç susuz kalıp enkazın altından tebessümle çıkan yüzdeki umut. Güvenen, direnen, durmayan, beklemeyen umut. İşte bize her konuda her zaman gerek olan şey böyle bir umut.
Ve işte böyle bir umut taşırsa yürek karşısına ne çıkarsa çıksın içinden kurtulmayı, altından kalkmayı, her koşulda yaşamayı ve yaşatmayı becerebilir insan. Ve işte böyle bir umut taşırsa yürek anne hayırsız evlattan, baba uğursuz iflastan, evlat değersiz yuvadan, eş tuzsuz aştan, hoca başarısız sınıftan, hasta dermansız dertten, tabip çaresiz vakadan, polis uslanmaz suçludan, kul affolmaz günahtan, yoksul artmaz rızıktan, dargın taşlaşmış yürekten, sürgün kavuşmaz ıraktan umut kesmez. Ve böyle bir umut insanı ayakta tutabilir anca böyle bir umut insanın elinden tutabilir.

Dilerim bir daha böyle bir acıyı ülke olarak, millet olarak, insan olarak yaşamayız.

17 Şubat 2023 / 18:30

Özlem Korkmaz

Check Also

Sulara Gömülen Hayal

Sulara Gömülen Hayal Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” isimli şiirinin mısraları beynimde çınlarken, mutluluktan gözlerim …

Bir cevap yazın