Platon Devlet kitabının yedinci bölümünde şöyle bir yer tarif eder: “Yer altında mağaramsı bir yer, içinde insanlar. Önce boydan boya ışığa açılan bir giriş… İnsanlar çocukluklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire vurulmuş bu mağarada yaşıyorlar. Ne kımıldanabiliyorlar, ne de burunların ucundan başka bir yeri görebiliyorlar. Öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki, kafalarını bile oynatamıyorlar. Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parıldıyor arkalarında. Mahpuslarla ateş arasında dimdik bir yol var.” ve sonra soruyor Platon karşısındakine: “Bu durumdaki insanlar kendilerini ve yanındakileri nasıl görürler?
Sonra devam ediyor: “Ancak arkalarındaki ateşin aydınlığıyla mağarada karşılarına vuran gölgeleri görürler, değil mi?
Devamında Platon: “Mahpuslardan birini kurtaralım; zorla ayağa kaldıralım; başını çevirelim, yürütelim onu; gözlerini ışığa kaldırsın. Bütün bu hareketler ona acı verecek. Gölgelerini gördüğü nesnelere gözü kamaşarak bakacak.” diyor. Ve hatta “Onu aydınlığın kendisine bakmaya zorlarsak gözlerine ağrı girmez mi? diye de soruyor. Burada gözü ışığa alıştıktan ve burayı bir nimet olarak gördükten sonra bu kişiyi tekrar mağaraya indirdiğimizde bu sefer gözünü karanlığın rahatsız edeceğini ve orada hala mahpus olan kişilerin onu boşu boşuna yukarı çıkmış, bir de gözünü bozmuş olarak görüp alay edeceklerini söylüyor. Bu adam oradakileri çözmeye, yukarı götürmeye kalkışsa yani onları ışığa bakmaya zorlasa “Ellerinden gelse bu adamı öldürmezler mi?” diyor.
Şimdi Platon’un bu harikulade örnekleminde sözünü ettiği karanlığı cehalet, bilmemek, önünü görememek, hayatı sadece görebildiği şeylerden ibaret sanmak sayarsak, yukarıdaki ışığı aydınlanmak, bilmek, öğrenmek ve öğrendikçe hayatın kendi görebildiklerinden daha fazlası olduğunu fark etmek olarak tanımlarız. Bu karşılıklı tezatlık içinde var olan hakikati görememe halinin tasvirini taa asırlar, medeniyetler öncesinde anlatan bilgenin, bugüne uzak bir şey söylediğini düşünebilir miyiz? Ne mümkün… Bugünün modernlik şemsiyesi altında toplanan insanın yahut insanlığın bilenle bilmeyen karşılaştırması buna benzer değil mi?
Bugün sokakta birini çevirip ona herhangi bir konuda fikrini sorsanız kendi düşüncesini o kadar gerçek kabul etmiştir ki ona başka yöne bakmasını söylemeyi bırakın tavsiye etmeniz bile tartaklanmanıza sebep olabilir. Bu sadece sokakta çevirdiğiniz herhangi biri için değil aileniz, akraba çevreniz, arkadaşlarınız, komşularınız yani en sevdiklerinizden en tanıdıklarınızdan birileri de olabilir. Çocukluğundan itibaren düşünce dünyasını kendi ufkuna sığdırmış olan herhangi biri için farklı yöne bakmak kolay olmayabilir. Bilmediğini fark etmek, yanlış bildiğini fark etmek, eksik bildiğini fark etmek o kadar uzun zaman alabilir ki gözü alıştığı karanlığın ne kadar karanlık olduğunu idrak edemez. Ta ki ışığı görüp ona bakmaya cesaret edene kadar. Ancak ışığa bakmak gözüne, aklına, ruhuna biraz acı vereceği için çünkü o kadar alıştığı dünyanın genişlemesi korkutucu gelebilir, caydırıcı gelebilir. Merak ve inançla beraber yukarı bakmayı hedef edinen birisi o mevcut karanlığa razı gelmekten vazgeçerse önce biraz bocalasa bile sonra geldiği yerin bıraktığı, vazgeçemediği o yerden çok daha yaşanabilir, çok daha keyifli ve anlamlı olduğunu keşfeder. Bu seferde eski yerine dönmekten, eski haline dönmekten korkar.
Yaşadığı bu aydınlanmayı, öğrendiği bu bilgilenmeyi, baktığı bu ışığı birileri de yaşasın, görsün, onlar da faydalansın ister ancak bunu yaparken karanlıkta kalanların yanına uğraması gerekir. Onlara tamamen sırtını dönmemesi gerekir. Her ne kadar eski cehalet hali ve tavrı onu rahatsız etse bile bunu başka insanların da yaşaması için bir müddet fedakarlık etmelidir. Nitekim bu kişi bilir ki zaten gözleri bir kere ışıkla buluşmuş, onun aydınlığıyla kamaşmış ve onun varlığına alışmıştır. Nereye giderse gitsin bu kişi için artık karanlığın küçücük ateşiyle ortaya çıkan belli belirsiz gölgeler yetersiz kalacaktır. Diğer taraftan kendi doğrusunu kendi düşüncesini kendi karanlığını benimsemiş, ondan başka bir dünya tanımamış diğerleri için bu güneşi tanımış kişinin söylediklerini dinlemek söz konusu bile değildir. Gördükleri bu kişi onların yanına gelince ister istemez gözleri ağrıyınca zannederler ki onun gözleri ışıktan bozulmuş. Halbuki gözleri ışığı görmüş biri için karanlığa alışmak eziyetlidir. Ama onu konuşturmazlar bile. Diyor ya Platon o kişiler elinden gelse onu öldürmezler mi? Ve yine diyor ki Platon: “ Aklı başında olan bilir ki, insanın gözü iki karşıt sebepten, iki türlü bulanır. Biri aydınlıktan karanlığa geçişte olur. Öbürü de karanlıktan aydınlığa geçişte.
“En iyisi bizim bildiğimizdir, en doğrusunu ben bilirim, benim bildiğim gerçek ve faydalıdır.” diye diye gözümüzü alıştırdığımız karanlıklardan; ışığa, aydınlığa düşman yaşarsak tutsak olduğumuz mağaranın içinde hiç güneşsiz yok olup gideriz. Bu mağaraya hapsettiğimiz kalıplarımızı korkularımızın üstüne giderek, deliklerden sızan ışığı takip ederek, gözümüz kamaşsa bir süre karanlık aydınlık hiçbir şey göremesek de hayatımızın sonuna dek kalacağımız karanlık kadar körlük yaşamayız.
Yeni bir şey öğrenmekten, denemekten, tanımaktan; ışığa bakmaktan korkmadığımız, ışıkla ve ışığa bakanlarla kavgalaşmadığımız güzel günlerimiz olsun. Karanlığın gölgesine sığınmayalım. Unutmayalım ki güneş tam tepedeyken gölge oluşmaz.
25 Ocak 2024
Fot: Özlem Korkmaz