ELLER,
Merhaba Halk Edebiyatı Dergisi’nin sevgili okurları. Bu yazımda yine farkındalık yaratacak bir konudan söz etmek istiyorum. “Eller.”
“Ellerimiz, insan kolunun bilekten başlayarak parmak ucuna kadar olan; tutma, verme, atma gibi hareketleri yapmaya yarayan dokunma organımızdır.” diye açıklar ekşi sözlük. Ve devam eder.
“El, iki sıra halinde dizili ve bileğin hareketini sağlayan, sekiz bilek kemiğiyle başlar. Ayasında tarak kemiği adı verilen beş kemik bulunmaktadır. Bu kemiklerin her biri daha ileriye uzanarak parmakları meydana getirir. Baş parmakta iki, öteki parmaklarda üçer kemik bulunmak üzere bir elde toplam 27 kemik bulunur. Bir elde baş parmak, işaret parmağı, orta parmak, yüzük parmağı ve serçe parmak vardır. Elin iç bölümüne avuç denir. Parmak uçlarının üst kesiminde bulunan tırnaklar parmakların ezilmemesini ve küçük şeyleri tutmayı sağlar. Hayvanlarda ise el, yaşadıkları ortama göre değişerek pençe, kanat ya da yüzgeç halini almıştır.” İnsan anotomisi için güzel bir tarif bence.
Rahmetli annem, ben uyurken üzerim açıldığında, o yumuşacık pamuk elleriyle yorganı yeniden üstüme çekerdi. Hissederdim uykumun arasında. Mutlanırdım. Onun bir anısını anlatmadan da geçemeyeceğim.
Birgün elinde yıkadığı bulaşıkları mutfak rafına yerleştiriyormuş. Bir ara birden elleri boş kalıvermiş. Sonra da ellerine bakarak, Arşimet’in suyun kaldırma kuvvetini bulduğu gibi sevinçle “buldum” diye bağırmış. Meğer yatılı okulda okuyan ablamın çok sevdiği şarkının ismini hatırlamış o an. “Ellerim böyle boş, boş mu kalacaktı? Gözümde hep böyle yaş yaş mı olacaktı?”diye de hüzünlenmiş.
Ellerimiz hiç boş kalmaz ki! Bir düşünelim. Sabah yatağınızdan kalkarken önce yorganı üzerinizden kaldırırsınız. Sonra tuvalet ihtiyacınızı gidermek için kullanırsınız. Lavaboda ellerinizi, yüzünüzü yıkarsınız. Pijamalarınızı çıkarmak için de yardım eder size. Sonra giyinirsiniz. Kahvaltı yaparken çatal bıçak tutarsınız. Gazetenizi okumak için elinize alır, sayfalarını karıştırırsınız parmaklarınızla. Haberleri ya da sevdiğiniz programı seyretmek için televizyon kumandasına dokunursunuz. Ardından bir sabah kahvesi içmek için fincanı tutarsınız. Daha sonra ya da işinize gitmek için daha erken saatlerde dışarıya çıkarsınız. Evden çıkmadan önce ceket, palto, mantonuzu giyersiniz elleriniz yardımıyla, ayakkabınız bağcıklı ise bağlarsınız. Çantanızı elinize alır, inersiniz merdivenlerden. Belki de asansörle. Gün başlamıştır. Yapacağınız her harekette ellerinizin komutu vardır artık.
Ev hanımlığı zordur. Adı konulamayan bir meslektir. Ama ev hanımları elleriyle öyle çok ve güzel işler yaparlar ki. Evin temizliğini yaparlar örneğin. Yemek, çamaşır, ütü, bulaşık, çocuk bakmak hep onların sorumluluğundadir sanki.
Bazı erkekleri ve çalışan hanımları duyar gibiyim. Biz de yapıyoruz bu işleri diye. Bunların yapılması için ev hanımı ya da çalışan veya erkek olmak değil demek istediğim. Konumuz ellerimiz ya! Mesela yani.
Ne güzel bir harekettir kendi anahtarıyla arabanızın kapısını, evinizin, bahçenizin kapısını açmak, özenle suladığınız çiçeklerinizin kokusunu almak.. Güven verir insana değil mi? Ama galiba ellerimizin yaptığı işlerin en güzeli de para saymaktır. Paran var ise tabii.
Dün sabah annesi işe gidince usulca torunumun yanına sokuldum. Elleriyle her zaman yaptığı gibi yüzümü okşadı önce. Benim olduğumun farkına vardı uyku arasında. Sonra “Anneanne bana arkamdan sarılır mısın?”diyerek arkasını döndü. Uykunun kollarına attı kendini. Sımsıkı sarılıp kokusunu aldım önce. Sonra sırtını okşadım usul usul. Şanslıydık ikimiz de. Bir yerlerde sarılıp okşanmayı bekleyen çocuklar geldi aklıma. İçim burkuldu. Sevgidir, şefkattir ellerimiz. Yaraları sarar birleşince.
Daha yeni yaşanan İzmir depreminde, enkazın altından bir can kurtarabilmek için elleriyle toprağı kazıyıp onlara ulaşmaya çalışanları unutmadık. Enkazdan kurtarılma sırasında bir çocuğun “Amca elimi tutar mısın?” sözleri yüreklerimizi dağlamıştı. Bir düşünsenize. O çürük binaları yapan da birilerinin elleri değil miydi? Hesaplar, kitaplar meselesi bir yana depremde evini, barkını, yakınlarını kaybedenler geri mi gelecek? Ellerimizin gücü buna yetecek mi? Yaralar mı sarılacak? Ne zaman? İstanbul’da olası bir depremde beton yığınlarının altında kalan binlerce el görünecek belki de.
İçsel bir hesaplaşma gibi oldu içimde biriktirdiklerim. Neyse biz biraz daha güzel şeylerden söz edelim ellerimiz hakkında.
Son bir ay önce evimize aldığımız, yaralı bacağını iyileştirdiğimiz ve yumuşacık tüylerinin üzerinde ellerimi gezindirdiğim kedimiz Tatlı’yı konuşalım örneğin. Ve diğer kedi, köpek ve kuşları mesela. Ellerimizle pencere önlerine koyduğumuz ekmek kırıntılarını.
Sevdiklerimize sarılmamıza yardım eder ellerimiz. Dua için havaya kalkar, saklambaç oyununda sobeler. Telefonu kulaklarımıza uzatır, tarak tutar, bilgisayar klavyesinin üzerinde dans eder. Soğan doğrar, gözyaşımızı siler, iğne iplik tutar, dikiş diker, direksiyonu döndürür, kitap sayfasını açar, çöp atar, dalından meyve toplar. Tarlada, bostanda, bağda, bahçede ne çok işler ellerimiz. Aklıma şu an gelmeyen ne güzel işler yapar. Gözleri görmeyenler elleriyle dokunarak görür, kulağı işitmeyenler ve konuşamayanlar ellerinin hareketleriyle işitir, anlaşır.
Düğünleri de unutmayalım. Yakılan kınalar, birlikteliğe atılan imzalar, çekilen halaylar, oynanan oyun havaları ve ayrılırken sallanan eller.
Ben Şangay’da bulunduğum zamanlarda kızımın Çinli bakıcısı ile anlaşabilmek için ellerimi kullanıyordum. Örneğin, herhangi bir şey için istenilen malzemeleri ellerimle dolaptan alıp tezgahın üzerine koyarak gösteriyordum. O da sevinçle ellerini çırpıyordu. Sonra da anlaşabilmenin mutluluğuyla sarılıyorduk birbirimize. Bazen de telefonumdaki çeviri programıyla anlaşmaya çalışıyorduk.
Bir yıldır korona yüzünden yapamadığımız öyle çok şey var ki! Sarılmayı unuttuk. Dostlarla kucaklaşmayı, tokalaşmayı, öpüşmeyi unuttuk.
Yaptığımız tek şey ise ellerimizle maskemizi takarak, mesafemizi korumak. Binlerce kez dezenfektan veya kolonya ile temas eden ellerimiz artık kızarıp tahriş olurken, bol sabunlu suyla yıkayarak virüsü uzaklaştıracağımızı düşünmek.
Öyleyse iki elimizi birleştirip, avucumuza mis gibi çiçek kokulu dualarımızı, binlerce teşekkür sözcüklerini doldurup, minnetle bizim için canı pahasına yılmadan çalışan doktorlarımıza gönderelim mi?
Sonra ellerimizi yeniden birleştirip içini yine çiçekler, dualar ve teşekkürlerimizle doldurup, bu dönemde bin bir zorlukla uzaktan eğitim öğretim hayatını devam ettirmeye çalışan öğretmenlerimize gönderip gününü kutlayalım mı? “24 Kasım öğretmenler gününüz kutlu olsun öğretmenim!” diyelim mi?
Ve son olarak, maske, mesafe ve hijyen kurallarına uyanlara, bir avuç dolusu dileklerimizi de siz değerli okurlarım için gönderelim.
Unutmayın, “Bir elin nesi var? İki elin sesi var.” Kalın sağlıcakla. Selam, sevgi ve saygılarımla.
Ayşe Gülten KIRICI
23.11.2020