Bereket Allah’tan, Ekmek Bizden
Çocukluğum İç Anadolu’nun bozkırlarında, uçsuz bucaksız uzanan buğday tarlalarının arasında geçti. Buğday başakları önce yemyeşil yeşerir, sonra altın sarısına bürünüp rüzgârlarla dans ederlerdi. Bizim için, püfür püfür esen rüzgârda tarlaların arasında oynamak, toprakla içi içe yaşamak –şimdi çok daha iyi anlıyorum ki- bulunmaz bir nimetti.
Şeker pancarı da yetiştirilirdi bu ovalarda. Hasat zamanı geldiğinde tarlalarda çalışan işçiler, kızgın güneşten korunmak için başlarına şapka, ellerine çorap geçirip toplarlardı pancarları; sonra onları traktör kasalarına doldururlar, yola koyulurlardı. Ağızlarına kadar dolup taşan bu römorklar, tarlaların etrafındaki engebeli toprak yollardan geçerken sallandıklarında, bazı pancarlar kendilerini dışarı atarlardı. Tarla sahipleri, bu pancarları yerlerde bulan çocuklara helal ederlerdi. Bizler de bunu bildiğimiz için traktörlerin arkasından koşar, küçük ellerimizin içinde kocaman görünen o kaçak pancarları yakalar, alır, eve götürürdük. Düdüklü tencerede kaynatıp yediğimiz pancarların tadı hala damağımdadır…
Konya Ovası demek, buğday demekti o zamanlar; şeker pancarı demekti, yüzlerini güneşten ayırmayan, güler yüzlü ayçiçekleri demekti…
Geçen sene uzun bir yolculuğa çıkmıştım. Çocukluğumun en güzel yıllarını geçirdiğim o uçsuz bucaksız tarlalarda ekili olan ürünleri görünce çok şaşırmıştım. Hemen hemen bütün topraklar mısırla kaplanmıştı. Üstelik bu ürünler bizim bildiğimiz geçmişin o gerçek, doğal mısırları değil; genetikleriyle oynanmış, eski tadından eser kalmamış, GDO’lu mısırlardı. Gözlerim, yol boyunca buğday tarlalarını aradı, ama maalesef göremedim.
Sonra sordum çiftçi tanıdıklara, “Neden?” dedim, “Neden her yerde mısır ekili?” Dediler ki “Buğday para etmiyor, çiftçi mısırdan para kazandığı için artık her sene mısır ekiyor.”
“Peki, bizim yediğimiz ekmeklerin buğdayları nereden geliyor? Hani Konya Ovası ülkemizin “buğday ambarıydı”? Hani biz dünyada, tarımda, kendi kendine yetebilen ender ülkelerden biriydik?..”
Fakat anladım ki artık kendi kendine yeten bir ülke değildik! Artık Konya Ovamız “buğday ambarı” değildi ve artık buğdayı, büyük bölümü Rusya’dan olmak üzere başka ülkelerden alıyorduk! Üstelik dışarıdan aldığımız bu buğdayların da tohumları bizim değildi; onlar da tıpkı mısırlar gibi genetiğiyle oynanmış buğdaylardı ve şeker hastalığından kansere, çölyak hastalığından obeziteye kadar birçok hastalığa neden oluyordu!
Dünyamız uzun zaman önce yeni ve zor bir döneme girdi. 2020’de virüslerle yeryüzünü dizayn etmek isteyenler, Rusya- Ukrayna savaşıyla sıcak savaşlar dönemine götürüyorlar dünyayı ve bu dönemde “gıda” en önemli meselelerden biri olacak. Ülkeler ürettiği gıdayı kendilerine saklayıp satmayacak ve tarımda üretici olmayan ülkeler çok zorlanacak…
İç Anadolu Bölgesi bu sene, yıllardır hiç olmadığı kadar yağış aldı. Özellikle Karaman ve Konya bölgesinde kış boyunca kar yerden kalkmadı. Uzun zamandır böyle yağış almayan bölge kara da yağmura da doydu çok şükür. Gökyüzü “yağış olmayacak, kuraklık gelecek…” diyenlere inat aylarca bereket yağdırdı.
Bundan sonra bize düşense, kendi buğdayımızı, kendi ata tohumlarımızla ekmek ve çoğaltmak. Genetiği bozulmuş buğday tohumlarını bırakıp kendi doğal tohumlarımızla yeniden ovalarımızı buğday ambarlarına dönüştürmek. Eğer biz, bunca yağışa, berekete rağmen hala buğday, pancar, ayçiçeği… vb. ekmezsek bundan sonra hiç şikayet etmeye, dövünmeye hakkımız olmayacak…
Kur’an diyor ki: “Başınıza gelenler kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir…” Allah bereketini yağdırırken biz hala “para etmiyor” bahanesiyle buğday ekmezsek başımıza gelecekleri hak etmişiz demektir. Unutmayalım, bu yıl son şansımız olabilir…