Breaking News

Ben Değil, Biz…

Ben Değil, Biz…
Mehmet Mücahit Yurteri
Merhaba değerli okurlarım… Yaşamımızda bizi yönlendiren duygularımızla başlamak istiyorum cümlelerime… Mutluluk, üzüntü, korku, şaşkınlık, öfke, ilgi, iğrenme, utanç… Sekiz temel duygu… İnsanlar dünyada bu temel duygular ile yaşamlarını sürdürürler… Diğer ikincil duygularımız ise bu sekiz duygunun kombinasyonlarından oluşur. Gurur, kıskançlık, mahcubiyet gibi… Bu temel duygularımızın yanında yaşam ve tecrübeyle edindiğimiz duygularımız da mevcuttur. Ancak ben burada bunları sayacak değilim. Ben; “Hepsi benim olsun…”, “En iyisi ben de olsun…”, “Niçin onda var?.. Bende de olsun…” diye ifade ettiğimiz en tehlikeli duygu ve düşüncelerimizden bahsetmek istiyorum. Kıskançlık… Evet… Hepimizde olan bir duygu… Az veya çok… Hattâ ki bu duyguya, kendimizi anlamaya başladığımızdan beri sahip olduğumuzu söylemenin hiç de yanlış olmayacağı düşüncesindeyim. Evet, kıskançlık… Bu duyguyu irdelemenin önemli olduğunu düşünüyorum.
***
Küçüklüğümüzde ilk kıskançlıklarımız “ Ahmet’in meşin topu var…”, “Zehra’nın bebeği ne kadar güzel…” diye hayıflanmalarımız ile başlayıp yerini giderek başka isteklere bırakmadı mı?.. Hangimiz okul sıralarında sınıfın bir veye iki çalışkan öğrencisini kıskanmamıştır ki?.. Hangimiz öğretmenlerimizin bu akıllı öğrencilere özel ilgi göstermesini kabullendik?.. İlk gençlik yıllarımızda, sevdiğimiz bir arkadaşımız olsa da çıktığı çocuk veya kız için “Hiç de güzel değil…” sözünü kimbilir kaç defa kıskanarak söylemişizdir değil mi?.. Daha sonra yetişkinliğimizde “ Onun işi iyi, şanslı, çok kazanıyor, hiç de hak etmiyor…”, “Onun evi idare eder, benim ki daha güzel…”, “Onun arabası fena değil, ben daha iyisini alacağım…” söylemlerine çoğu kez şahit olmadık mı?.. Bunun gibi bir çok örnek verebiliriz kıskançlık hakkında… Ancak kıskançlık, ileri zamanlarda beraberinde tehlikeli durumlar da arz etmiştir insanlar arasında… Kıskançlıkla sona eren hayatlar, kıskançlıkla yıkılan yuvalar, kıskançlıkla başkasının malına zarar vermek, kıskançlıkla başkalarını haksız yere suçlamak… Yani bunun gibi hayatta yaşanan bir çok olay bizlere kıskançlığın tehlikeli boyutunu açıkça göstermektedir.
***
Kıskançlığın diğer bir boyutu da belli bir zaman sonra yerini bencilliğe terk etmesidir. Herkes her şeyin en iyisinin kendinde olmasını istemeye başlamıştır. İnsanlar arasında bitmeyen bir yarış start almıştır. İşte insanlar için kıskançlığın en tehlikeli boyutu budur. Bencillik… Bencillik ise insanlığı saran bir virüstür. Bazı insanlar kıskandıklarına karşı en iyiye ulaşmak için; başka insanları ezmekten, saf dışı bırakmaktan, yoluna çıkanları yok etmekten çekinmemişlerdir. Neden?.. Bencilliklerinden… Niçin bu yola girmişlerdir?.. Kıskançlıklarından… Ne istemektedirler?.. Her şeyin en iyisini… Sonuç?.. En iyi olayım derken, en kötü olmak… İşte bu kıskanç kişilerin, bu bencil kişilerin elde edecekleri, hayatlarında sadece kötü olmak ünvanını göğüslerinde madalya olarak taşımaktan başka bir şey değildir… Günümüzde insanlar “Bende olsun, en iyisi olsun…“ ve hep “Ben, ben, ben…” diye diye “Biz…” demeyi unuttular. Toplumu “Ben…” değil, “Biz…” demenin birleştireceğini unuttular. Bu yüzden toplumlarda gerginlikler, cinayetler, kabadayılıklar, eşkiyalıklar, çocuk, genç, büyük, yaşlı demeden birbirlerine saygısızlıkta bulunmalar, kadını yok sayıp şiddet göstermeler aldı başını gidiyor… Niçin?.. “Biz…” kavramını unuttuğumuz için…
***
Bu temelinde “Ben…” yatan düzenin, bu şekilde sürüp gideceğine kimse inanmıyordu aslında. Herkes içten içe “Bu böyle gitmez…” demeye başlamıştı. Bu sadece ülkemizde değil, tüm dünya ülkelerinde de dile getirilmeye başlanmıştı uzun zamandır. Herkes bir şey olacağını bekliyordu. İnsanlığın bir ders alması gerekiyordu ve korkuluyordu. Sonuç ne oldu?.. Sonuç hiç kimsenin beklemediği şekilde oldu. Gözle görülmeyen, ancak gelişmiş mikroskoplarla varkığı kanıtlanan covit 19 denilen bir virüs insanlığı dize getirdi. Ve çok büyük bir ders verdi… Acaba insanlar bundan bir ders aldılar mı?.. Bilemiyorum… Düşünebiliyor musunuz? Ufacık, görülmeyen bu canlı bile diyemeyeceğimiz (çünkü virüs ancak başka bir canlıda hayat buluyor) bu düşman bize unuttuklarımızı tek tek hatırlattı. En başta da “Biz…” demeyi, “Biz…” olmadıktan sonra toplum olamayacağımızı… Bunun yanında daha neleri hatırlatmadı ki bu virüs… Her şeyden daha önemlisi ise toplum olarak, dünya insanları olarak birbirimize ihtiyacımız olduğunu öğretti. Şimdilerde özgürce, korkmadan, çekinmeden, yakınlarımıza, sevdiklerimize, dostlarımıza sarılmak kadar güzel eylemi gerçekleştirebiliyor muyuz yaşamımızda?.. Hayır… Korkmadan, çekinmeden, özgürce sosyalleşmek kadar güzel bir aktivite yapabiliyor muyuz hayatımızda?.. Hayır… Özgürce dolaşmak, insanların arasında birlikte bulunmak kadar güzel bir duyguyu yaşayabiliyor muyuz?.. Hayır… Daha bunun gibi bir çok güzellikleri yerine getirebiliyor muyuz?.. Hayır… Bunları şimdi anladık… Kaybedince…
Sevgili okurlarım, her şeye rağmen yaşam güzel… Hem de vazgeçemeyeceğimiz kadar… Aramızdan ayrılan duayen gazeteci Çetin Altan’nın ünlü sözü ”Enseyi karartmayın…” diyorum ben de… Kendimizi, yakınlarımızı ve dostlarımızı her daim koruyalım… Aynı zamanda başkalarına da gerekli özeni göstermekten geri kalmayalım… Artık “Ben…” değil, “Biz…” olan bir dünyada, sağlıklı bir şekilde, hep birlikte, tüm insanlarla, mutluluklarla dolu olarak ve de insanları sevgiyle kucaklayarak yaşamayı umut edelim ve de bu umudumuzu hiç bir zaman kaybetmeyelim…
Hoşça kalın…
Ağustos 2020

Check Also

Nida

Nida Sokak lambasını tutuyorum rüyama, Çıkıp gelsen ya içinden uykumun. Zihnimin en ücra köşesi hazır …

Bir cevap yazın