Özlem Korkmaz
Hepimiz Koronayız, Hiçbirimiz Değiliz
Koronayım, değilim.
Koronayım, değilim.
Koronayım, değilim.
Koronayım,
Değilim.
Papatyanın yapraklarını böyle koparan görsem şaşırmam! Siz şaşırır mıydınız?
Başımız ağrısa koronayız, dişimiz sızlasa korona. Üşüsek koronayız, ateşlensek korona. Nefes nefese kalsak koronayız, nefessiz kalsak korona. Yatıp kalkıp korona olan insanlarız. Kendimizi zannettiğimiz kadar korona olsaydık şimdiye kalmazdık. Kaç kere ölmüş olmalıydık. Kaç kere ölümden dönmüş. Allah yardımcımız olsun.
Ama üzücü olan son yaprağın ne söylediği değil. Son yaprağı görmek için bütün yaprakları koparmak. Tedbir almaksızın işini şansa bırakanların o gülünç durumunu görüyorum. Oturduğumuz yerden, alı al moru mor olmuş kırmızı suratlı haritayı izleyip “Vah! Vah! Vah!” deyip saçımızı yolmakla eş değerdir papatyayı yolmak. Hala haritaya kuş bakışı baktığımız için oluyor tüm bunlar. Herkes kuş kadar yazılarda kendi ilini bulup “Aaa! Burada kırmızı olmuuuuş!” dediği için maviye, sarıya dönüşmüyor allar.
Şöhreti kendinden önce Türkiye’ye ulaşan nam-ı değer koronavirüs, 11 Mart 2020’de -yaklaşık geçen sene bu zamanlar- da ilk vakasını göstererek bize de bulaşmıştı. O güne kadar “Çin’de bir hastalık çıkmış.” dan öteye gitmeyen bölük pörçük bilgiler dışında kendinden haberimiz yoktu. Ve sirenler hızla çalmaya başladığında, biz deprem tatbikatında birbirini ezen zedelere dönmüştük. “Ne oldu, ne olacak?” demeden vakalar -diğer adıyla koronalılar- artmaya başladı. Hastalık tanıtıldı. Önlemler söylendi. Tedbirler açıklandı.Yasaklar konuldu. Sonuçlar gözlemlenmeye başladı. Ölenler öldü. Ölüler gömüldü. Ancak görünen yoktu. Gören de yoktu. Bir hayalet gibi ensemizde dolaşan, sesi soluğu çıkmadan sesimizi soluğumuzu kesen bir yaratık vardı. Mikro altı mikro. Gücünün çok üstünde bir gövde gösterisi yaparak gövdeleri baştan ayırdı. Ve filmin baş rolünü kaptı. Her birimiz gövdesini yönetemeyen başlar, rolü bitince oyundan çıkarılan birer figüran olduk.Ve kimi oyuncu oldu. Kimi oyunu bozdu. Kimi oyundan atıldı. Kimi oyuna katıldı. Tüm yerküre camiasını sallayan bu hain, kötü oyuncu reyting almayı başardı. Ve zirvede kalmaya devam etti. Ama biz hala rolümüze çalışmakla, senaryoyu okumakla meşguldük. Sonra…
Sonrası pek çoğumuzun sosyal medyasının gündemini meşgul edip, etmeye devam ettiğinden herkesçe malum. Ama işin kısmi bir tarafı da vardı.
…
Hastalık başladı. İlk, ilk üç ay kabul ettik. Bahar geçti. Kabul etmemiz bitti. Sonra ki üç ay yaz mevsimine denk geldi. Tatildi, güneşti, denizdi derken koronayla, kumda oynadık. Sonra kimimizin ayağını akrep sokunca olayın ciddiyetini anca anladık. Anladık ama güz geldi. Yazın sinsi sinsi damarlarımıza giren, kanımıza karışan korona yapraklarımızı dökmeye başladı. Biz de tedbirlere -yarı yarıya- sarılmaya başladık. Öyle ki artık maskeyle içli dışlı olduk. Çenemize taktık, kolumuza, kulağımıza… Hatta maskeyi o kadar büyüttük ki başımıza çıkardık. Ama gözünü sevdiğimiz maskeyi, bir gözümüz dışarda tutamadık ona üzülürüm. Ağzımıza taktık burnumuz dışarıda kaldı. Burnumuza taktık ağzımız açıldı. Ve kış bitti. Ama şükür ki pandeminin ülkemize girişinin yıl dönümüne kadar bu işi öğrendik.
Tedbirlerden diğeri de mesafeydi. Maskeye mesafemiz kadar olmasa da, bir ileri iki geri derken sosyal mesafeyi daha kolay benimsedik. Öyle ki zahiri de uzaklaşan mesafeyi sanal da yakınlaştırdık. Böylece arayı kapattık. Artık internet bağlanabilen tüm cihazlara balıkçı ağındaki balıklar gibi bağlıydık. Aramızda kopmaz bir bağ oluşmuştu. Benim bağa güvenim tam da umarım ağa dolanmayız. Umarım ağa dolanmayız.
Üçüncü tedbir de literatürde hijyen diğer adıyla el yıkamak, halk dilinde dezenfektanla yıkanmak. Bu zor olmadı. Sıkılabilen tüm hijyenik dezenfektanları eve, çantaya, arabaya, iş yerine stokladık. Ne kadar sıkarsan o kadarı kâr diye birileri işkembeden sıktı. Biz de portakal sıkar gibi posasını çıkardık. Elimize sıktık, kolumuza sıktık, saçımıza sıktık, başımıza sıktık. Tasımıza, tarağımıza, kabımıza, kacağımıza, ne bulduysak ocağımıza sıktık. Canımız sıkıldıkça dezenfektan -mikropları kırma özelliği olan bu madde- den sıktık. Mikroplar kırıldı mı bilmem ama burnumuzun direğini kırdık. Neyse işte bir maskemiz kalmıştı ona da sıktık kurtulduk. Hijyen üstüne hijyen, tedbir üstüne tedbir oldu. Biz ki suya sabuna dokunmadan yaşıyorduk birden köpüğe bulandık. Ve bahar geldi. Yani koronayı; ağır ağır, mevsim mevsim içimize sindirdik. Fakat ağırlığı midemize oturdu içimiz de sindiremedik.
Diyeceksiniz ki ne yapsaydık? Yoo ben bir şey demiyorum. İçimizden ne geldiyse onu yaptık. Keşke elimizden geleni yapsaydık.
Yani diyorum ki papatya da yerinde kalsın yaprağı da. Sen ihtiyacı kadar sula. Gerisi emanet Allah’a. Siz de Allah’a emanet olun.
Özlem Korkmaz
7 Nisan 2021