Yalnızlık Ebedi Bir Ölümdür !..

Yalnızlık Ebedi Bir Ölümdür !..

Yalnızlık kimi zaman tepkidir. Anlayışsızlığa, görgüsüzlüğe, saygısızlığa… Bu anlamda bir korunma içgüdüsüdür. İnsanların tahribatından kurtulmanın kalesidir. Güneş tek olduğu için aydınlatır dünyayı, oysa yıldızlar öyle mi? Hangi biri aydınlatabilir kelimelerimizi tek başına?

Elbette insanlardan kaçsak da yalnızlığın eline düşünce ondan da zararlar görebiliriz. Sahipsiz kuzuyu yalnızlık sahiplenecek değil ya!.. Bu anlamda bir faydalı yalnızlık, iki zararlı yalnızlık vardır. Acaba biz hangisindeyiz? Esasında her şeyin faydası ve zararı vardır.

Topluma karşı güvensizlik de yalnızlığı doğurur. Eğer yalnızlığı bir kaçış, belki de sığınma gibi görüyorsak bu tam olarak böyle değildir esasında. Çünkü insanın kendisiyle baş başa kalması dünyanın en korkutucu halidir. Bu yüzden bazı insanlar kalabalığın dilencisidir. Çünkü iç sesini ancak böylelikle duymaz. Yani, yalnızlaşınca, sorgulama, yüzleşme, hesaplaşma kaçınılmaz olur. İnsanlar tabii ki çoğu zaman yüzleşmekten kaçar, umumiyetle altında iyi niyet yatar: “Üzülmemek.” Fakat sorunlar çözülmeden hayatta mutlu olamayız. Kaçtıklarımız cesaretlenerek daha fazla üzerimize gelir. Kaçarak mı özgür oluruz yoksa savaşarak mı? Yalnızlık bir özgürlük müdür? Başkalarının esaretinden kurtulsak da kendi esaretimizden kurtulabilecek miyiz? Özgürlük kalesi sandığımız yalnızlık, esaret mahpushanemiz de olabilir. Üstelik benliği şişiren kibir, bizi tutsağı haline de getirebilir.

Bazı insanlar gerçeklerle yüzleşmeye cesaret edemezler, yalnızlıktan daha başka bir yalnızlığa kaçarlar. Bu yalınlık ufalar insanı ve görünmez kılar. Bu durumun Nirvana’sı: Ebedi bir ölümdür!.. Bununla birlikte bu içsel çatışmalardan çıkamıyorsak ve kendimize ayna olamıyorsak gidişat bizi depresyona sürükler. Hiçbir şeyden tat alamamaya başlarız. Bir duyumuzu kaybetmekle bitmez, görmemeye, işitmemeye başlarız. Üstelik hiçbir şeye dokunmadığımız halde her şey bize dokunmaya başlar. Yalnızlığın küflü odalarında kötü kokular almaya başlarız. Sezgimiz hiçbir şeyi sezmek istemez. Bu zararlı yalnızlık, bizi ufalamaya devam eder: Kendimizi yetersiz hissetmeye ve estetik kaygılara girmeye başlarız. Bu durum birey-toplum uyuşmazlığını doğurur ve haliyle bizi daha da yalnızlaştırır. Şeytan insanın yetersizlik duygusuyla beslenir. Belki de ağına yalnızları düşürmek ister, fakat kalabalıklarda da şeytan sürülerinin olmadığını söyleyemeyiz. İnsan erdeme ulaşırsa içerden ve dışardan gelen seslerin niyetini anlar ve ona göre önlemler alır. Sürekli kendimizi birileriyle mukayese etmek, hep yukarılara bakmak bizi nihilistlik çukuruna iter.

Yalnızlığın zararlı yönlerinden biri de bencilliktir. Hep “ben” diyenin imecesi olmaz. Kendine hayran arayanın hayranı olmaz. Zatını kimseyle paylaşmama ve her şeyde öncelik ve ayrıcalık beklemek de yalnızlığı doğurur. Sürekli “ben” diyenden “biz” olmaz. Bir de iletişim kusurlu, kimseyi beğenmeyenler, kibirli olanlar, insanları çok eleştirenler, insanlara kendini iyi hissettirmeyenler, menfaatçi, dedikoducu, şikâyetçi ve çok karamsar tipler de insanları kendinden soğuttuğu ve kaçırdığı için yalnız kalmaya mahkûm olurlar. Bu durum cahil tercihidir çünkü kendileriyle yüzleşmezler, hatalarından ders alarak onları telafi etmeye, düzeltmeye çalışmazlar, hep suçlar ve yargılarlar. Bu yaklaşımda cehaletle birlikte enaniyet ve güzel ahlaktan nasip alamamak vardır.

Şahsiyetli insanlar yalnız kalır deriz, fakat bu her zaman böyle değildir; bazı insanlar karaktersiz biri olduğundan dolayı yalnız kalırlar. Yani bazı insanlar erdemden bazıları da erdemsizlikten yalnız kalırlar. Erdemli yalnızlığın onurlu ve güç verici bir hissiyatı vardır. Erdemli yalnızlığın da sürekli kasvetli bir hali vardır. Esasında şahsiyetinden yani, dürüstlüğünden dolayı yalnız kalan insanlar asla yalnız kalmazlar çünkü yanına onuru alan kişilerin başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O, tek başına bir ordudur. Ayrıca dürüstlük vicdanınızdan hesap sormaz, fakat kötülük her zaman vicdanınızı rahatsız eder. İşte asıl özgürlük başkalarına ve kendinize hesap vermek zorunda kalmamaktır.

Necip Fazıl: “Ucuz malın alıcısı çok olur” derken kaliteli insanın yalnızlığını anlatır. Fakat dediğimiz gibi, yalnızlık erdemden de erdemsizlikten de kaynaklanabilir.

Yalnız insanlar, çoğu zaman en temel ihtiyaçlarını da karşılayamazlar: Takdir edilme, onaylanma, sevilme, sevme, ait olma, en önemlisi insanlarla anı biriktiremezler. Haliyle bu kişilerin tam anlamıyla mutlu olmaları da beklenemez.

Yalnızlığın en zararlı tarafından biri de yalnızlığı arkadaş edinmektir. Bu durum bencilliği doğurur. Çaresizliğin yalnızlığı kişileştirmesidir.

Gelelim faydalı yalnızlığa, bir kere sanat / bilim yalnızlığı gerektirir. Sanatçı için; tefekkür, yoğunlaşma, derinleşme için dönem dönem yalnızlık gereklidir. Sürekli yiyenin konuşmaya vakti olmaz. Maksim Gorki: “Bilim aklın şiiridir; şiir de yüreğin bilimidir.” der. Her ikisi için de yalnızlık şarttır. Newton, elma ağacının altında tefekkür etmeseydi yer çekim kanununu bulabilir miydi?

Cemil Meriç: “Bu Ülke’nin kalemi kırılmıştı, ben de kaleme sarıldım. Bu Ülke kelamını yitirmişti, ben de fildişi kuleme çekilerek herkesle, konuşmaya çalıştım.” der. Çoğu zaman yazarlar yalnızlığı dinleyerek biriktirirler ve esere dönüştürürler. Yalnızlık bu anlamda biriktirmek, arayış ve zamanı verimli kullanmaktır.

Sanatçı yalnızlığı bedbahtlık kadar da bahtiyarlıktır: İranlı Şair Sohrab Sepehri: “Bir adam tanıdım. Bir kuş çizdi yalnızlığının üstüne kanatlanıp uçamayan. Sonra da şöyle dedi: Seni, senden çalmışlar. İşte en büyük yalnızlık bu!” der.

Onun yalnızlığını yine en iyi şu cümleler anlatır: “Gelecek olursanız eğer benim mezarıma, usulca ve yavaşça gelin ki aman çatlamasın yalnızlığımın ince porseleni.” derken nasıl bir yalnızlık yaşadığını çok derinlerden kavrıyoruz.
Yazarlar iğne yer, bal elde ederler. Yaratmanın ve yaratıcılığın ruhunda vardır yalnızlık.

Çağımızda yalnız kalabilmek de pek mümkün değildir çünkü bırakmazlar, bunun altında bile birçok şey arar insanoğlu. “Sen değiştin, bizimle muhatap olmuyorsun.” gibi tacizlere de maruz kalırız, oysa yalnızlık kimi zaman hava, su, ekmek kadar ihtiyaçtır. Bu yüzden Charles Bukowski: “Çok şey istemiyordum hayattan, sadece yalnız bırakılmak…” der. İnsanların bu hakkına saygı duymalıyız.

Yine aynı şekilde kitap okumak da yalnızlığı gerektirir, elbette bilinçli okuma için… Hazmederek okumak ve kitapları arkadaş edinmek faydalı bir yalnızlıktır. Oğuz Atay: “İnsanlar kötüydü, kitaplara sığındım.” der.

Zaman zaman huzur için de insan yalnız kalmalıdır. Çünkü çoğu zaman huzuru yalnızken buluruz. Bilhassa bu huzuru ölülerde ziyadesiyle görürüz. “Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur.” der Yunus Emre, ölüm bırakmaktır, terk etmektir yükleri, bazen yalnızlık da böyledir. Yüklerden kurtularak yalnız kendimizi taşımaktır.

Bazı mistikler, dervişler de yalnızlığı tercih ederler. Bu da bu yolda gidenler için faydalı bir yalnızlıktır. Peygamberler mağaralarda tefekkür etmişler, felsefeciler doğaya açılmışlar, dervişler de diyar diyar gezmişler. Tabii bu tefekkür yalnızlığı ve varlıkla bir olma halidir. Çünkü insan yalnızken, eşyanın, bitkilerin, hayvanların özünü çok derinden kavrar. Her şeye hikmet gözüyle bakar ve bu her insanın kişisel gelişimi için şarttır. Böylelikle yalnızlığın acısını insan biraz olsun hafifletir. Fakat, tefekkür yalnızlığının başka kalbi bir lezzeti vardır.

Derviş ilahi aşka tutulduğu için onun vuslatı kalbidir ve orada ilahi olandan başkasını taşımak istemez, bu da haliyle kendisinin yol almasını sağlar.

Her insan içinde maddi- manevi yalnızlık hisseder. Bu manevi olduğunda inançlarını, hayatındaki amaçlarını ve değerlerini paylaşacak insanları bulamadığı zamanlardır. Maddi olduğunda var olan unsurların, takdir edilmemesi, beğenilmemesi, duygusal ihtiyaçların karşılanmaması vb. bu durum da haliyle kişisel kusurları doğurmaktadır.

Anlaşılmak için anlatmalıyız, bir bizim söylediğimiz, iki karşı tarafın anladığı, bazen idrak birbirine denk gelir, bazen de gelmez. Herkes kendince anlama özgürlüğüne sahiptir, bu durum bizi anlamamak değil, bizim gibi anlamamaktır, buna da saygı duymak gereklidir. Zaten yeterince anlaşılıyorsak gizemimizi kaybederiz ve kendimizi hızlı tüketiriz. Yani anlaşılmamak, insanlardan uzaklaşma nedenimiz olmamalıdır çünkü bazen kendimizi bile anlamayız.

Kalabalıklar içinde yalnızlık yozlaşmanın getirdi bireyselliktir. Çünkü kültür olarak; saygı, sevgi, kabul kültürü, hoşgörü, yardımlaşma, selamlaşma, içtenlik olsa, haliyle birbirimizden kaçmazdık ve bilakis de birbirimize doyamazdık. Yozlaşmak yalnızlığı doğurur. Güvensiz toplum, güvenli yalnızlığı kaçınılmaz kılar. Nitekim Peyami Safa “Yalnızız” romanında : Manevi değerlerin ortadan kalkması sonucunda yalnızlaşan bireylerin birbirleriyle yaşadıkları samimiyetsiz ilişkileri anlatır.

Âşık Veysel şiirinde : “Benim ile gezdin beni arattın” der. Bazı insanların varlığı, yokluğu gibidir. Bazı insanların yokluğu bile varlığından daha kuvvetlidir… İnsandan insana fark yalnızlıkla birliğin arasındaki fark gibi…

Günümüzde sanallaşmak da bir kaçıştır çoğu zaman çünkü gerçek hayatta var olamayan insanlar burada çeşitli iç-dış maskelerle riske girmeden daha kolayca var olabilmektedir. Elbette burada işini hakkıyla yapanları kastetmiyoruz. Kişiler maddi-manevi yetersizliklerini, başarısızlıklarını, sosyal medya üzerinden daha kolay gizleyebilmektedir. Nitekim bu durum da sanal yalnızlıktır. Çünkü bizim burada gerçek anlamda dost edinebileceğimiz insan sayısı çok azdır. Çünkü burası gerçek hayattan daha fazla kimliğin gizlendiği bir alan. Bizim görmek istediğimiz, olmasını temenni ettiğimiz bir dünya, fakat gerçekler öyle değil… Bu durum hayal-gerçek çatışmasıdır.

Kişinin kendini kandırması da yalnızlığını görmezlikten gelmesi de bir inkar yöntemidir. Konuştuğumuzda bizi dinleyen bir kulak, harekete geçen birileri, baktığımızda yalnızca duvarları görüyorsak, hasta olduğumuzda kapıyı yastıkla kapatıyorsak, biz halletmezsek hiçbir şey hallolmuyorsa, her tarafımız ilaçlarla dolmuşsa, yiyeceklerin son kullanma tarihi geçmişse, çöpler birikmişse, faturalar birikmişse, telefonumuz çalmıyorsa ve kapımız çalınmıyorsa, sürekli doğaya, hayvanlara, sosyal medyaya kaçıyorsak, ismimizi kimse söylemiyorsa, ölümden korkuyorsak ya da ölümümüzü düşündüğümüzde geride kalan kişileri aklımızdan geçirdiğimizde burnumuzun sızlayacağı kişiler yoksa, o halde gerçekten yalnızız demektir.

Kendimizden başka kimsemiz yok, aynada kendimizi görürüz, ellerimize baktığımızda kendi elimizi görürüz, bunu kabul etmeliyiz. Mezara girdiğimiz gün de başkasını gömmezler. Yalnızlık bir tercih mi, değil mi, ona bakmalıyız. Şayet tercihse ya da değilse nedenlerine bakmalıyız. Bize zarar verecek bir yalnızlığın içindeysek bu durumu çözmemizde fayda vardır. İnsan ömrü boyunca ya birlikteliğini biriktirir ya da yapayalnız kalır. Tercihse, huzura ve faydaya dönmüş bir yalnızlıksa sorun yoktur. Yalnızlıktan şikâyet ediyorsak ve kendimizi mağdur görüyorsak ömrümüzü ve insanlara yaklaşımımızı gözden geçirmeliyiz. Bu yüzden bir insanın yalnız olup olmayacağını önce aile sonra içinde yaşadığı kültür ve kendisinin insanlara davranışları belirler. Çünkü aile çocuğun rol-modelidir. Fakat bu olası iç-dış engelleri aşabilirsek bir tekâmülden bahsedebiliriz.

Sosyal olmamız gayet normal olduğu gibi, yalnızlık da öyledir, fakat yalnızlık kontrol edilirse ve bilinçli yaklaşılırsa faydalı bir duruma doğru evrilir. Yalnızlık kişisel gelişimimize ciddi katkılar sağlar ve birçok duygumuzu tatmin açısından da kıymetlidir. Her şeyde denge çok önemlidir. Fakat zarar veren yalnızlık birçok psikolojik ve fiziksel rahatsızlığa -çözüm bulunmazsa- neden olur. Tefekkür eden insan için yalnızken ayna, kendi içidir, dış dünyadayken de toplumdur. Her olumsuz bir duygunun olumlu bir karşılığı vardır. Yalnızlık varsa birliktelik de vardır. Seçimlerimiz, yaklaşımlarımız konumumuzu, statümüzü ve hatta ruh halimizi belirler. Sürekli beklentiye girmek de bizi yalnızlaştırır. Beklersen teklersin, yürürsen çiftlersin. Yalnızlık yaratılışın ve özgünlüğün gereğidir. Birliktelik bir olmaktan geçer. Allah da gücünü tek olmaktan, yalnız olmaktan ve insanlarla arasına koyduğu zaman mesafesinden alır belki de. Bir de yalnızlık bize bir şeyleri seçme gücümüzü gösterir. Hâsılı, atasözü: “Yalnızlık Allah’a mahsustur.” der. Öyledir, her insanın harcı değildir yalnızlık, ilim, sabır, dayanma gücü ister, esasında kimse kimsesiz değildir. Yalnız olanlar da yalnız değildir. Yine atasözünde: “Tek taştan duvar olmaz.”denir. Hayatta var olabilmemiz için başka insanlara ihtiyacımız var, ölünce de kendimiz yürüyemeyeceğimize göre yine insana ihtiyacımız var. Güzel insanlar biriktirmek bizim elimizde. Yani yalnızlık kader değildir, zaman zaman bir ihtiyaçtır bu kadar, fazlası fazla olmakla beraber nedenlerini araştırmalıyız. Garibanın ayrı, zenginin ayrı bezen ülkelerin bile ayrı ayrı yalnızlıkları vardır. Güçlü olmak etrafımızı doldurabilir, fakat asıl dostlarımız kara günde belli olur. Her şey bize bir şey öğretir. Öğrenciysek ve çalışkansak sınıfları geçeriz. Elimize eleğimizi alalım, tüm sallantılara rağmen elekte kalan bizimdir. Yalnızlık bize değil, biz ona hükmetmeliyiz.

Yalnızlık sığındığımız bir elek,
Düşecektir de ondan bir bir kelek,
Anlayalım, acaba kim dost kim düşman?
Gösterecek bize elbette felek!..
Şenol Tombaş

Bu yazıyı okudunuz mu?

Ölmenin Tesellisi Kader Olmamalı!

Ölmenin Tesellisi Kader Olmamalı! Yaşam ve ölüm: Ne kadar zıt kelimeler değil mi? Birkaç gündür …