Akkız

AKKIZ

Yazar: Sultan Uras

Saat on iki sıralarında köyün en tepedeki evinde tatlı bir telaş vardı. Evin erkekleri Kızılırmak
kenarında toplanmıştı. Ebe kadının getireceği müjdeyi bekliyorlardı. Evde ise kadınlar su
ısıtıyor, odadan odaya koşuşturuyordu. Askerden yeni gelmiş oğullarının ilk dölü doğacaktı
birazdan. On altı yaşında gelin olmuş kadın, dokuz ay sonra söyleyebilmişti kocasına, ona da
söylemek denirse işte!.. Adam eve geldiğinde, annesinin babasının elini öptükten sonra
sevdiceğinin elinden ayran içerken fark etmişti karnını. Teskere sevincine bir de baba olma
sevinci eklenmiş, yüzündeki mutluluk bütün mimiklerine işlemiş, bütün vücuduna yayılmıştı.
Gülümsemişti. Coştukça coşmuştu yüreği ama ataları yanındayken nasıl sevincini haykırsın
ki? Coşkusunu içine sakladı. “Ben baba oluyorum. Kızım olacak, tıpkı komutan gibi nam
yapacak. Benim kızım olacak, bu dağlarda atlarla dolanacak. Eşkıyaya meydan okuyacak.”
diye içinden haykırdı. Heyecanını saklayamıyordu. Karnı burnunda karısına baktı. Anasına
döndü. “Ana ben bir kahvehaneye doğru gideyim,” dedi. Oturduğu yerden kalktı. Evden ilk
defa bu kadar mutlu çıkıyordu. Biraz yürüdü, kahvehaneye gitmedi. Heyecanla içi kıpır kıpır
yürüdü. Kızılırmak kenarına geldi. En sevdiği ağacın gölgesine yaslandı, biraz oturdu. Sonra
kalktı Kızılırmak kenarında haykırdı. “Baba oluyorum. Ey güzel yemişler veren ağaçlar!
Kızım da sizin meyvelerinizden yiyecek, salıncaklar yapacağım dallarınıza, müsaade var mı?”
diye sordu. Bu müjdeye ağaçlar yapraklarını sallayarak eşlik etti. Gülümsedi. İçindeki coşku
gittikçe artıyordu. Biraz dolandıktan sonra kahvehaneye de uğradı. Birkaç arkadaşıyla
görüştü. Sonra akşam vakti eve döndü. Evin kadınlarının kurduğu sofraya oturdu. Yemek
yediler. Bugün büyük ana izin vermişti hamile gelinin sofraya oturmasına. kocasıyla beraber
aynı sofrada ilk defa yemek yiyordu. Kadın oğlum olunca daha çok otururum bu sofraya diye
düşündü. Yemekten sonra herkes odasına çekildi. Nihayet karı koca yalnız kalmıştı.
Konuştular, saatlerce hayaller kurdular. Taze baba “Onu bu köyün en mutlu çocuğu
yapacağım, kahkahaları bütün köyü saracak,” dedi. Sımsıkı sarılıp uyudular. Birkaç gün böyle
geçti. Adam tarlaya gitmeye başlamıştı. Gelinin sancıları başlayınca tarlaya haber gönderdi.
Bir de ebe kadına… Adam da koştu içeri. Ebe “Dur bakalım deli oğlan, çık buradan,” dedi.
Doğum için hazırlandı. On altı yaşındaki bedene çok ağır gelmişti çocuk doğurmak ama kendi
canı pahasına başardı. Birkaç gün kalkamadı. Çok kan kaybetmişti. Bebek çok kiloluydu.
Tam dört kilo elli gram doğmuştu. Müjde gönderildi Kızılırmak kenarında bekleyen
erkeklere, herkes gülümsedi. Cinsiyetinin kız olduğunu öğrenince bir tek adam sevindi.

Yaşlılar gelin, küçük daha çok döl tutar deyip adamı teselli etti. Adam gülümsedi. Taze baba
içinden cevap veriyordu.
“Senin oğlun var da ne olmuş şarapçının teki!” dedi.
“Bir şey mi dedin” diyen Ahmet amcaya “yok amca” deyip evin yolunu tuttu. Eve gidince
karısının hâlsizliği üzdü, kızını kucağına alınca,herşeyin iyi olacağına inandı. Pamuk gibi bir
kız bebekti. İsmini büyük ananın adı Ayşe koydular. Çok güzel, bembeyaz tenin içinde
kapkara gözleri vardı. Elini de hemencecik babasının göğsüne koymuştu. Baba kız birbirlerini
sevmişlerdi. Anne ise hâlsiz ama gururlu görevini yerine getirmişti. İçten içe oğlan olaydı
diye geçirse de kim bilir belki o da haklıydı. Gelin olurken babaannesi tembihlemişti. Aman
kızım döl tutasan erkek çocuğun olursa rahat edersin. Kız kısmı baba evinde gidecek kişidir
kız çocuğu, koca evinde el derdi. Babaannesi “Kızların yurdu yoktur. Yerinizi sağlamlaştırın
oğlan doğurun,” diye “unutmayasan dediklerimi” deyip uğurlamıştı ellere giden torununu.
Büyük ana gelinine iyi baktı. Gizli gizli sütler içirdi, ballar yedirdi, taze yumurtalar topladı.
Bin bir çeşit otlardan yemek yaptı. Gelin ayaklandı. Adam sevindi kızları üç aylık oldu.
Babası hiç ağlamasına izin vermedi. Uyanır uyanmaz koştular. Düşecekken tuttular.
Yorulacaksa yerine yürüdüler. Okula gönderdiler öğretmeni tembihlediler. “Aman ha sakın
bizim kızımız hiç ağlamadı, sakın kızmayasın ha! O hep gülsün biz onu bir kere bile
ağlatmadık. Onu yedirdik içirdik salıncaklar yaptık Ak kızımıza.. Nazlı mı Nazlıdır, bir o
kadar da zekidir benim pamuk kızım. Komutan olacak büyüyünce, kadın komutan olacak.”
Günler bu şekilde geçmeye başlamıştı. Öğretmen de kızdaki farkı görmüştü. Babasının
dilediği gibi neşeli, bol kahkahalı, geçiyordu günleri. Köyün en güzel evinde mutlu bir şekilde
yaşıyordu. on iki yaşlarına gelmek üzereydi. Akkız bir gün annesini ağlarken gördü.
“Anne, Anne! Neden ağlıyorsun?” dedi.
Annesi “Öyle duygulandım güzel kızım. Anamı özledim, kardeşlerimi özledim.” dedi.
Akkız annesine sarıldı. “Ağlamak rahatlatır mı?” dedi.
“Evet bazen insanın yüreğini ferahlatır, ama sen hiç ağlama kızım.” “Neden ağlıyım ki herkes
etrafımda” deyip gülmeye başladı. Aslında o da merak ediyordu. Bir kere çok acıklı şeyler
düşünmüştü ama gülmüştü. Akşam vakti olmuştu. Yemek sofrası kurulmuştu. Akkız bostanın
en kızarmış domateslerini toplamış, ev halkına salata yapmıştı. Çok severdi herkes onun
salatasını. Çeşit çeşit desenler verirdi. Yemek yedikleri sırada sesler duymuşlardı. Erkekler
eşkıyaların geldiğini anladı. Akkız’ı sakladılar. Tembihlediler “bizden birinin sesini
duymadığın sürece çıkma buradan” dedi babası. Sımsıkı sarıldı Akkızı’na, sonra sandığa

yerleştirdi. Bütün ev halkını öldürdüler. Büyük ana korkudan bayılmıştı. Eşkıyalar onu da
öldü sandı. Birkaç saat sonra köylülerden sağ kalanlar, Akkız’ın öğretmeni eve gelmişti.
Büyük ana ayıldı. Akkızı sordu hemen, saklandığı yerden çıkardı. Büyük ana sarıldı. Ağladı,
ağıtlar yaktı. Akkız sadece boş gözlerle baktı. Annesi gitti, babası gitti, atası gitti!.. Öylece
baktı, sadece boş boş baktı.
Birkaç gün sonra büyük ana da dayanamadı öldü. Kız tamamen yalnız kalmıştı. Muhtar
İstanbul’daki akrabasına haber verdi. Yaşlı, kaba adam bu konuya çok sevindi. Otuz yaşına
gelen hiçbir işe yaramayan oğlu belki evlenir, adam olur diye düşündü. Karısına anlattı. Karısı
sevindi. “Ama bey çok küçükmüş yazık olur kıza taşıyamaz oğlanı” dedi. Yaşlı kaba adam
sinirlendi. Karısına bağırdı. “Sen bu eve geldiğinde kaç yaşındaydın? Bir kaç yıl yaşar burada.
Sonra alışır” dedi. “Bana yolluk hazırla uzak yola çıkacam” diyerek konuyu kapattı. Köye
gelip kızı aldı. Akkız’ın öğretmeni tembihledi. Birkaç okul ismi verdi “Aman amca bu kızın
okuması lazım!” dedi.
“Sen merak etme öğretmen,” dedi yaşlı adam. Tabii palavrasıydı bu.
Kız önce mezara gitti. Çantasını hazırladı. Sonra otomobile bindi. Her gün şen şakrak
yürüdüğü yollarda bu sefer bomboş gözlerle bakıyordu. Onu sallayan ağaçlara, türlü yemişler
topladığı bostanına, sarı ineğe, kuzulara bomboş gözlerle veda ediyordu. Uzun bir yolculuktan
sonra eve varmışlardı. Koskoca bir apartmanın önünde durdu araba. Akkız bakındı. Alamadı
gözünü “Nasıl bu kadar yüksekte duruyor, bizim bütün köy sığar buraya,” dedi kendi kendine.
Adam apartmanı göstererek “Yürü kız,” dedi. Asansöre binmişti ilk defa. Kendi kendine
düşündü “Babam bu aleti önceden görseydi , büyük anaya yapardı” diye düşündü. Eve
girerken yaşlı temiz yüzlü kadın karşıladı. “Buyur bey,” dedi. İçeri girdiler. “Kızımız bu mu?”
diye de ekledi hemen kadın. Akkız elini öptü salona doğru ilerlediler.
“Bu işte. Her şeyi öğret ona, Önce yemek hazırlayın bana,” dedi. Kadınla beraber mutfağa
girdi, yemek hazırladılar. “Korkma kızım merak etme, ben sana bakarım, korurum,
iyileşirsin,” dedi kadın.
Otuz yaşlarında hiçbir işe yaramayan oğulları geldi akşam. “Hoş geldin,” deyip odasına geçti.
Akkız da işe yaramaz oğlanda başlarına gelecekten habersizdi. Evin hanımıyla arada pazara
çıkıyor, o zaman dışında hiç gülümsemiyordu. Okulların açılmasına iki ay vardı. Akkız
umutla merakla okula gideceği günü bekliyordu. Okul eve çok yakındı. Hayaller kuruyor
köydeki okuldaki kadar mutlu olabilecek miyim diye aklından geçiriyordu. Evini yurdunu
özlüyordu. Her hafta pazara çıkmaya o kadar alışmıştı ki; sabahtan heyecanla uyanır,

basından kalan parayla kendine tokalar kıyafetler alırdı. O apartman dairesinden bir tek pazara
giderken çıkıyordu. Ne arkadaşları vardı, ne yetiştirdiği bitkiler, ne de dallarına salıncak
yapacak ağaçları… Günler böyle geçerken okulların açılmasına bir hafta kalmıştı. Heyecanı
artıyordu. Evin hanımına kaç kez söyledi. “Gidelim kaydımı yaptıralım. Bu hafta pazardan
çanta alıcam, hadi gidelim” dedi. Bütün hafta bıkmadan usanmadan söyledi. Evin hanımı
üzülse de hiç ses çıkarmıyor, kocasını ikna edemiyordu. Evin hanımı hastalık numarası yaptı
o hafta pazara gitmediler. Akkız soldu. Yemedi içmedi. Okullar açıldı. Akkız balkondan
gidenlerin arkasından bakakaldı. Bir kaç hafta sonra pazara gittiler. Akkız kafasına koymuştu.
Okula gidip öğretmenlerden yardım isteyecekti. Pazarda bir anda kayboldu. Okula gitti.
Okulda kimse yoktu. Ders bitmişti. Bir sınıfa girdi. Tebeşiri aldı. Büyük harflerle “BENİM
ADIM AKKIZ BENİ OKULA GÖNDERMİYORLAR LÜTFEN YARDIM EDİN. ÇOÇUK
GELİN OLMAK İSTEMİYORUM. ADRES: GÜZELLİKLER CD. HAYAL AP. NO 15”
yazdı. Pazara doğru yürüdü. Evin hanımı anlamıştı. Köşede bekliyordu. Akkız “kayboldum
sandım” dedi. Evin hanımı Emine yenge gülümsedi sadece. Akkız birkaç gün önce Emine
yengeyle kocasını konuşurken duymuştu. “Artık evlendirelim bunları, seneye de bir çocukları
olur. Bizde torun severiz ”demişti aksi adam. Emine yengeyse “bey çok küçük olmaz
ölümüne sebep oluruz” dedi. Akkız bunları duyduktan sonra çok korktu. Emine yengeyi çok
sevdi. Bütün gece ağladı. Hiç ağlamayı bilmeyen Akkız gözyaşlarını bütün gece akıttı.
Yastığında kuru yer kalmamıştı. Evde derin bir sessizlik vardı. Bir kaç gün kimse
konuşmamıştı. Evin oğluna söylemişlerdi “seni evlendiriyoruz” demişlerdi. Bir sabah,
bakakalmıştı annesinin suratına, bir iki dakika sonra babasına döndü “kaç memeli baba” dedi.
Kahkaha attı. Evin beyi sinirlenmişti. “Gül goncası, ay parçası kız, hazırlanın nikahınız olacak
birkaç gün sonra demedi demeyin” dedi çıktı gitti. Ana oğul tartışırken, Akkız evden sessizce
çıktı, okula gitti. Müdürü buldu, konuştu anlattı. Müdür adresini aldı. Polisle geleceğim dedi,
Akkızı gönderdi. Ne gelen vardı, nede giden. Kapı çalmıyordu. Emine yengenin bir komşusu
vardı. O da kapıyı tıklatır, öyle girerdi eve. Pazara çıkacakları gün küçük kağıtlar hazırladı.
Notta ‘Ben Akkız, beni evlendirmek istiyorlar, lütfen bana yardım edin. On iki yaşındayım,
adresim..” yazdı. Pazarda kiminin arabasına, kiminin tezgahına, kiminin eline verdi. Bir
akşam Emine yenge sandıktan gelinliğini çıkardı. Akkız’ın odasına bıraktı. Akkız odasına
girince yatakta boylu boyuna uzanan gelinliği gördü. Vaktin yaklaştığını anladı. Gözünden bir
kaç damla göz yaşı aktı. Gelinliğin yanına uzandı. Umutlarının tükendiğini düşünürken,
sessizce hayallerine veda ediyordu. Artık her şeyin bittiğini düşünürken, zilin çaldığını duydu.

Sultan Uras

Bu yazıyı okudunuz mu?

Lügattaki Eksik Kelime

Lügattaki Eksik Kelime Üzüntü içinde çevirdim lügatın sayfalarını bayram akşamı; gözlerim dolu, güçlükle yutkunarak. Öyle …