Akıl Dayağı
Gözler dolar dolar ve öylece yanaklara sarılır,
Hiçbir şeyi değiştiremeyen kaderine darılır,
Burnun elem kokusuyla ki öyle derinlerden sızlar,
Aklın sayfaları açılır nice çareler aranır…
Beton kırar gibi kafanı duvarlara vurursun,
Ayaz vurmuş bozkurt gibi çile dağlarında ulursun…
Değişmez bir türlü geçmiş, zavallı gelecek ne yapsın?..
Ve hakikat boğazını sıka sıka sen değişirsin !..
Şayet elimde olsa gelmezdim şu keder meydanına,
Yokluğumla kafa tutardım, elbette fani ilahlara…
Kim itti beni varlık değirmeninin kanlı suyuna?
Varlık “var” etmedi beni, tüm umudum artık yoklukta,
Ne yapsam da bükemedim ebediyetin bileğini,
Nihayetinde öpeceğim muktedir olan kelemi…
Ezelden ebede söylerim doğruyu, yüzün derimi!
Zaten ne yapayım ben, doğrusuz kalan yalan yerimi?..
Sonunda varlığımı gönüllü yokluğa bağışladım ben,
Bağışlardan bağışlandım, toprağa ekilmiş tohumum ben…
Şenol Tombaş
Şiirlerin üzerine düşünmek alışkanlığı yıllardır ilke edindiğim bir yaşam tarzı. Son dönemde düşündüklerimi de yazmaya karar verdim. Zira üzerine düşünülmemiş satırlar, bizlerin derinleşmesini engellemekte. Ne kadar üzerine düşünürsek, ne kadar anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırsak, öylesine okunup geçilmiş satırlar yerine, zihnimizde iz bırakan cümlelerle doluyor ruhumuz bence.
Bugün, Şenol Tombaş kaleminden yazılan şiir üzerine, felsefi bir bakışla inceleme yapıyorum. Elbette herkesin baktığı yerden satırları şekillendirdiği yer vardır ama kendi açımdan düşüncelerimi paylaşmak istedim.
“Akıl Dayağı” şiiri, varoluşsal bir sorgulama ve çaresizlik duygusunu derinlemesine işleyen bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Şiirde, bireyin kendi varlığı, kaderi ve evrenle olan ilişkisi üzerine yoğun bir düşünsel çatışma ve iç hesaplaşma gözlemleniyor.
Gözler dolar dolar ve öylece yanaklara sarılır,
Hiçbir şeyi değiştiremeyen kaderine darılır,
Burnun elem kokusuyla ki öyle derinlerden sızlar,
Aklın sayfaları açılır nice çareler aranır…
İlk dört satırı incelediğimizde “değişmeyen kader”e karşı bir isyanla başlıyor. Bu, kadercilik ve özgür irade arasındaki felsefi tartışmayı yansıtıyor. Şair, kaderin acımasızlığına karşı çaresizlik hissederken, aynı zamanda bu duruma karşı bir başkaldırı sergiliyor.
İlk dize, derin bir üzüntü ve çaresizlik halini tasvir ediyor. Gözlerin dolması, duygusal bir yoğunluğu ve acıyı simgeliyor. Gözyaşlarının yanaklara süzülmesi ise bu acının fiziksel bir tezahürü. “Öylece” kelimesi, çaresizliği ve kabullenmeyi vurgulamakta. Şair, acısıyla baş başa kalmış ve hiçbir şey yapamadan sadece onu yaşamaktadır. Bazen acıyı yaşıyor olmayı betimlemek kolay değildir. Tek bir kelime içine sığdırmaya çalışsak da “öylece” kelimesi bize o devam eden derinliği hissettirir.
İkinci dizeye bakınca , kadercilik ve özgür irade arasındaki felsefi bir çatışmayı görüyoruz. Şair, başına gelenlerin kaderin bir sonucu olduğuna inanıyor ve bu duruma öfke duyuyor. “Hiçbir şeyi değiştiremeyen” ifadesi, çaresizliği ve güçsüzlüğü pekiştirir. Kaderin acımasızlığına karşı bir isyan sergiliyor.
Üçüncü dize, acının sadece duygusal değil, fiziksel bir boyutu olduğunu da gösteriyor. “Elem kokusu” ifadesi, acının yoğunluğunu ve keskinliğini vurgulamakta. Burnun sızlaması, bu acının bedene nüfuz ettiğini ve onu derinden etkilediğini simgelemekte. “Öyle derinlerden” ifadesi, acının kaynağının derinlerde olduğunu ve kolay kolay geçmeyeceğini belirtiyor burada.
Kalan dizelerin geneline baktığımda, varoluşçu felsefenin temel temalarından biri olan insanın dünyaya atılmışlığı ve bu dünyadaki anlam arayışının başarısızlığına işaret ediyor. “Tüm umudum artık yoklukta” dizesi, nihilizme açık bir gönderme yapıyor. Şair, varoluşun anlamsızlığı karşısında yokluğu bir kurtuluş olarak görüyor. “Varlığın değirmeni” ve “fani ilahlar” gibi ifadeler, varoluşun kendisinin sorgulanmasını ve reddedilmesini simgeliyor. “Ezelden ebede söylerim doğruyu” dizesi, hakikate olan bağlılığı ifade ediyor. Ancak, bu hakikat arayışı da acı verici olabilir (“yüzün derimi”). Şair, doğruyu söylemenin bedelini ödemeye hazır olduğunu belirtiyor.
Şiir, varoluşun anlamsızlığına karşı bir direniş ve başkaldırı içeriyor. Şair, kaderin ve varoluşun acımasızlığına rağmen, kendi hakikatini aramaya ve ifade etmeye devam ediyor. Genelini felsefi bağlamda ele aldığımızda aslında varoluşçu felsefenin (özellikle Albert Camus ve Jean-Paul Sartre’ın eserlerinde görülen) absürt ve varoluşsal kaygı temalarıyla örtüşüyor. Nihilizm, Arthur Schopenhauer ve Friedrich Nietzsche gibi filozofların eserlerinde de işlenen bir tema olarak şiirde kendini gösteriyor. Yani bu açıdan varoluş konusunda derinlikli hissiyatı, satır aralarında düşüncede derinleşebilirsek, hissedebilir hale geliyoruz. Şiir, insanın varoluşsal sorgulamalarını, acılarını ve umutsuzluğunu derin bir şekilde ifade ederken, aynı zamanda bu duruma karşı bir başkaldırı ve hakikat arayışını da ortaya koyuyor. Şair, varoluşun anlamsızlığına rağmen kendi anlamını yaratmaya çalışıyor.
Sonunda varlığımı gönüllü yokluğa bağışladım ben,
Bağışlardan bağışlandım, toprağa ekilmiş tohumum ben…
Bu dizelerle bitiriyor şair şiir. Varoluşsal sorgulamalarının ve acılarının ardından ulaştığı nihai bir kabullenişi ifade edip yoklukta bile bir anlam ve potansiyel olduğunu kabul ederek, varoluşun döngüsel doğasını ve sürekli değişimini vurgulayarak, kendi özünü ve umudun her zaman yine de var olacağını bizlere hatırlatarak sonlandırıyor.
Türkan Beyaz