Ölmenin Tesellisi Kader Olmamalı!
Yaşam ve ölüm: Ne kadar zıt kelimeler değil mi?
Birkaç gündür yaşadığımız tam da bunun özeti gibi. Günün, güneşinin doğuşunun sıcacık yüreklerimize değdiği bir günün sabahından, rutin işlerin hesabını tutarken bir anda gelen ölümün titrek sesi ve uğultusu yüreğimize kor gibi düştü.
Öyle ki, sevdiğimiz kişilerin sesini duymak için çırpınan yüreklerin ritmi sanki sarsıntıların titrenişlerine karışmasıyla, depremin şiddetini daha da artırmıştı…
Yaşamın kendisini, ne kadar yorucu diye şikâyet etsek de aslında her birimiz can dediğimiz yeleğimize sarılmaktan kendimizi alamayız. Aslında iç içe olan duygu yoğunluğu bizi insan yapar. Korkmak, üzülmek, ağlamak, sevinmek, hepsi bizi biz yapan duyguların tümüdür. Bunları birbirinden ayrı düşünmek ve yaşamaya çalışmak, can dediğimiz ruhumuzun, yarım kalan hikâyesinde, eksik duygu çöküntülerine yol açar.
Doğarken nasıl ki sevdiklerimiz bizi sevinçle karşılamaya hazırsa, ölürken de o hüzünlü veda her birimizi yasa boğar.
Nitekim, zamansız ve ani gelen ölümler ciğerlerimizi paramparça ediyor. İhmalin yaşamımızdan bir tuğlasını noksan görmekten ve güven zemininin sarsıntısını her daim hissederek yaşamaktan milletçe yorgun düştük.
Ölmenin tesellisi kader olmamalı…
Ülkemizde yaşanan afetlerin an az hasarla atlatabilmek ve sakin kalmak temennisiyle…
Hacer Taşdemir