Felsefi Sohbetler

Felsefi Sohbetler

-“Modern bir zamanda insan varlığının anlamını nasıl bulur ki?
-İnanın benim de bu konuda fikrim yok. Esasen, çevremde bu konuda derin düşünenlerin de çok fazla olduğunu zannetmiyorum. Günübirlik koşturmaların içinde, nereye koştuklarını bilmeyen bir sürü insan var. Halbuki sorsan hepsi özgür, hepsi istedikleri işi yapıyorlar. Lakin yüzlerine baktığımda neşeli ve üretken ruhları yok. Aksine her yer mutsuz, dertlenen, şikayetlenen insanlarla dolu. Düşünsenize, yıllarca okuyup didinip emek veriyorsunuz ve -sonuç, binaların içine tıkıştırılmış organizmalar gibisiniz.

-Öyle gerçekten. İşin tuhaf bir yanı daha var. Kendilerini dinlemek için dar bir vakit olan hafta sonları var. Onu da alışveriş merkezlerinde kazançlarını bırakarak, eve mutlu döndüklerini zannediyorlar. Mesela çocuklarına oyuncak alıyorlar, çocuk meraklı, haliyle evin dört duvarı arasında keşfetmek için elindeki malzeme o, kırıyor. Sonra da çocuğa “Bir sürü para verdik, kıymet bilmiyorsun!” diye laf ediyorlar. Sorsan en kıymetli varlıkları. Oysa kendilerine kıymet vermeyi bilmeyenlerin, aldıkları ürünlerle kıymet verilmesi gereken metaya dönüştüren kendileri. Sonra da şikayet ediyorlar, “Bu insanlar neden böyle?” diye. Durup düşünmüyorlar. Sistem de düşünmesinler diye elinden gelen her şeyi yapıyor.

-Bu konuda sana katılıyorum. Sistem bunu dayatırken öyle güzel manipüle ediyor ki insanları, kendilerinden bihaber geçip gidiyor ömürleri. Çok basit bir şey bak, gökyüzünü izlemeyi unutuyorlar. Yıldızları, renk tonlarını. Söylesen şey gibi gelir: “Ya sen de amma abarttın, ne var yani gökyüzüne bakınca hayatımda ne değişecek?” Halbuki öyle mi? Bedeninin kimyası ile birlikte ruhun da değişiyor. Şifa olduğunu bilmelerini istemiyorlar. Onun yerine dikdörtgen bir cihazın içine hapsolmuş binlerce kaydırmalı video kaydına bakıp, yaşayamadıkları hayatı görerek ya tatmin oluyorlar ya da “Benim asla böyle bir hayatım olmayacak!” diye depresyona giriyorlar. Herkes meşgul ama herkes aslında bomboş geçiriyor vaktini.
-Peki biz bunun önüne geçemez miyiz? Yani bu sistemin içinden tamamen kopmak elbette imkansız ama belki de daha az hasarla atlatmak mümkün değil mi?

-Elbette tamamen kopamayız ama kendimce okuduklarımdan, gördüklerimden ve izlediklerimden şunları fark ettim. Bizlerin yani insanların manipüle eden sistemleri okumayı öğrenmemiz gerekiyor. Ama öğrenmemiz yetmeyecek. Bu konuda aynı bir halka gibi genişleyerek en yakınımızdan başlayıp bilgilendirme yapmamız gerekiyor. Çünkü seni neyin manipüle ettiğinin, kontrol ettiğinin farkına varmazsan, yani demem o ki hapishanede olduğunu fark etmezsen, çıkmak için çaba göstermek zorunda hissetmezsin ki kendini.
-Öyle doğru bir noktaya değindin ki! Fark etmek. Her şey fark etmekle başlar. İnsanlar köle olduğunu fark etmezse, efendilerine hizmet etmek onlar için onurdur. Oysa köleler bir kez kullanıldıklarını anlarsa, özgürlük onlar için vazgeçilmez bir hedef haline gelir.

-Doğru ama şunu da eklemek isterim. Sistem her ne kadar köle etme odaklı ise de, özgürlük kavramının içi de doldurulması gerekiyor. Diyelim insanlar fark etti, daha özgür bir alan istedi. Daha kontrol edebileceği alanlar. Peki bu durumda bunu nasıl kullanacaklar? Bir başkasının yaşam hakkına saygı duymak konusunda yeterli ön bilgi, beceri ve deneyime sahip olmadıkları düşünüldüğünde, konu bayağı derinleşiyor, değil mi? Ama bu konuyu burada bırakalım. Benim bahsetmek istediğim şu: İnsanlar hayatın içinde eğer durup düşünüp kendi varlığının anlamını sorgulamaz, yaşamın güzel deneyimlerini para, makam, iş yerinde artılar almak, patronun gözüne girmek gibi sıkıştırılmış bir dünyaya kendilerini hapsederse, bir gün geriye baktıklarında verdiği emeklerden ziyade yaşayamadığı ve kaçırdığı, ıskaladığı anlara hasret gidecekler bu dünyadan. Zaman geri alınan bir şey değil ki. Yaşam amacını ne kadar erken keşfeder, kendini ve zamanını çalan şeylerin önceliklerine göre eleme konusunda titiz davranırsa, o kadar az hasarla ve o kadar çok farkındalıklı huzur ve mutlulukla yaşar diye düşünüyorum.
-Bu konuda beni aydınlattın aslında. Bazı konularda ne kadar bilsek de bazen hatırlamaya ihtiyacımız var. Durup düşünmeye. Anlamaya. Ama yine yapalım olur mu böyle sohbetleri? Zira kendimizi kaybetmemek için düşünen ve sorgulayan insanlar gerekiyor çevremizde. Bazılarına göre tatsız bir durum çünkü düşünmek sonucunda fikrimiz değişiyor, dönüşüyor ve biz de değişip dönüşürken o sorumluluğu almak bencil yanımızın işine gelmiyor.
Gülümsedim. Her insan gibi nihayetinde kendimizin ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Kahvem de bitmişti. Bir sonraki sefere görüşmek üzere ayrıldım. Zihnimde bir sürü soru oluşmuştu yine…Düşündüm, Sokrates geldi aklıma, “Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez,” diyen sesi fısıldadı kulağıma. Yaşamaktan neler anlıyordu acaba insanlar? Yaşamak dedikleri şey onlar için ne anlam ifade ediyordu? Havayı içime çektim iyice. Ne güzeldi akşam serinliği. Yüzüme vuran gün batımından ışık hareleri…”
Türkan Beyaz

Bu yazıyı okudunuz mu?

Eşitlik Değil, Hakkaniyet: Rawls’un Adalet Kavramına Bir Bakış

Eşitlik Değil, Hakkaniyet: Rawls’un Adalet Kavramına Bir Bakış Amerikalı filozof John Rawls, 20. yüzyılın en …