Unutmak Üzerine
Rüzgarın saçlarını sıyırıp geçtiği, temmuzun öğlen sıcağı. Yan evden eşine seslenen bir kadının sesini duyuyordum. Cırcır böcekleri kendi halinde takılıyordu. Doğanın kendine has seslerinde, beni rahatlatan bir şey var. Belki de beklentisizce, oldukları haliyle kabullenme durumundandır. Nihayetinden insan, insandan bekler. Seslendiğinde baksın ister. Duyulmak ister. Görülmek ister.
Oysa doğada durum öyle değildir. Sen istedin diye çiçek açmaz ağaçlar. Zamanı geldiğinde, olması gereken vakitte çiçek açar ve sen onunla yetinmeyi öğrenirsin. Meyvesini beklersin sabırla. Ağzına attığın bir kirazın, olgun ve lezzetli haliyle tadını çıkarırsın. Neden kışın kiraz yok, diyemezsin. Onun vakti yazdır. Güneştir.
Balkonda oturup bunları düşünürken, sessizliğin içinde, aslında ne kadar zenginlik olduğunu yeniden anımsadım. Zira bazen bildiklerini de unutuyor insan. Zihin öyle bir şey ki, unutmayacağına emin olduklarını, yavaş yavaş silip elinden alabiliyor. Belki bir günlüğe birkaç satır yazdığında, gülümseyerek ya da hüzünle hatırlayabiliyoruz. Ne garip değil mi? Bedenimizin bize ilk ihaneti gibi bir eylem, unutmak.
Fakat diğer açıdan da bakınca, unutmak, hediye gibi de sanki. Düşünsene, onca acı, onca kayıp ya da onca yaşadığın farklı olaylar, hepsi satır satır aklında yazılı olsa, aynı şekilde kalabilmemiz mümkün olur muydu? Bu açıdan bakınca, unutmak, hem çok korkutucu hem de çok güzel geliyor kulağa. Her şeyin zıddıyla var olduğu bu evrende, unutmak, kendi içinde zıddıyla var olabilmiş. Hatırlamak değil kast ettiğim. Anlamsal ve varoluşsal bir durum söz konusu.
Derin bir nefes alıyorum. Birkaç arı çiçeğe konuyor. Birazdan kahve içip, bir şarkı açacağım. Unutmak isteyip unutamadığımız zamanları, unutmak istemeyip silinen hafızamızı, kutlayacağım… Sonrası mı? Varsın zihnimiz bize oyunlar oynasın. Yaz akşamlarının, gün batımlarının, cırcır böceklerinin tadını çıkarın. Unuttuğumuzda, belki de elimizdekiler sadece bu anlar olacak.