Özlem Korkmaz
İzafi Bakış Açısı
Fizik’ te bir kuram var. Buna Görelilik deniyor. Bu kurama göre olaylar gözlemcilerin varlığından ve zaman da konumdan bağımsız değildir. Günlük hayattan bir örnekle basitleştirmeye çalışırsam; Güneş battı, siz de kalkıp odanızın ışığını yaktınız. (Buna 1. olay diyelim) Aradan 5 saniye geçti elektrikler kesildi. (Buna da 2. olay diyelim) Tam elektriklerin kesildiği anda elinizdeki su bardağı kırıldı. (Bu da 3. olay olsun) Size göre 1.ve 2. olaylar arasında geçen süre ile 1. ve 3. olaylar arasında geçen süre aynıdır. Yani size göre ışığın yanmasıyla elektriklerin kesilmesi arasında geçen süre ile ışığın yanmasıyla bardağın kırılması arasında geçen süre aynıdır. Fakat size göre oradan geçen arkadaşınız yani başka bir gözlemci bu ilk iki olay arasında geçen süre ile birinci ve üç üçüncü olay arasındaki geçen süreyi farklı görecektir. Yani iki farklı gözlemcinin aynı olayları görme süresi bu iki farklı gözlemcinin konumuyla ilişkilidir. Yani zaman, göreli ve olayların konumlarına bağlıdır.
(Latife deyimiyle beynimizi biraz yakan bir örnek gibi duruyor.)
Şimdi diyeceksiniz ki bunu bize niye anlatıyorsun? Aslında burada derdim ne meşhur kuramın sahibi Albert Einstein’ı anmak ne de ışıkları söndürüp yakmak. Derdim bardak kırmak da değil kalp kırmamak.
Tarihte mevcut fizik yasaları kimi doğa olaylarını izah etmede yetersiz kalınca bilim insanları, matematikçiler kolları sıvayıp bu sonuçları elde etmişler. Bahsi geçen kuramın ardında ciltler dolusu hesaplar, ispatlar, bilmediğimiz emekler, gayretler, sabırlar var.
Aslında olayları doğru okursak bu kuramların bu fizik kabullerinin bize söylediği önemli mesajlar var.
Olaylar gözlemci referans alınarak uzay-zaman paradigması içinde ve zaman da başka bir gözlemcinin hareketine göre değişen bir şey bunu mu söylüyor? Peki şimdi size, bize, ona, bana, sana soruyorum siz günlük hayatınızda bir olayı değerlendirirken, konuşurken, kınarken hiç bulunduğunuz konuma, algıya, bakış açısına göre hesap yaptınız mı? Söyleyenin bulunduğu konumunu, zamanını, algısını, geçmişini ve artalan bilgisini dikkate aldınız mı?
Biri size geldi: “Bu böyle oldu.” dedi. Siz onun, o kişi ya da kişilerle olan münasebet mesafesini, söyleyen kişinin aklı ve kalbiyle olan mesafesini, söyleyen kişinin dili ve düşüncesiyle olan mesafesini, söyleyen kişinin huyu ve niyeti ile olan mesafesini ölçtünüz mü? Hiç sözün geldiği kaynağın gelme süresi ile size ulaşma süresini sözün birincil kaynak ile ikincil ve üçüncül kaynak arasındaki konum ve mesafesini hesap ettiniz mi? Tüm bunları hesaba katsanız sizce söyleyen kişi ile sizin hesabınız aynı tutar mı?
Televizyonu açıyoruz, haberlere programlara giriyoruz, sosyal medyayı dolaşıyoruz, arkadaşımızdan ayak üstü duyuyoruz, pencereden yarım yamalak işitiyoruz, bir yerlerden kulak misafiri oluyoruz sonra çıkıp dünyayı bu yasalarla izah etmeye çalışıyoruz, yaşamımızı böyle yönetiyoruz, iletişimimizi buradan muhakeme ediyoruz biz hiç bilginin, bilgilerin kaynağına, olayların konum ve zamanına ve oradan geçen gözlemcinin durumuna göre bir muhasebe yaptık mı?
Ayşe’yi anlamak için Ayşe’nin bulunduğu konumdan olaylara baktık mı? Ahmet’i gördüğü gözünden görmeye çalıştık mı? Veli’yi bulunduğu mekan ve zamandan tanımaya çalıştık mı?
İnsan iletişimi aslında doğanın kendi içindeki iletişiminin bir tezahürüdür. Eğer mevcut doğa yasalarını doğru okuyabilirsek bir ağacın niçin kışın yaprak döktüğünden, bir bataryanın niçin iki kutbunun olduğundan, suyun niçin ancak belli bir sıcaklıkta kaynadığından bir mana çıkarabilir ve insanı da toplumu da o yönde doğru okuyabiliriz.
Herkesi aynı konum, mekan ve zemin fiziki terimle konuşlanma noktasında görmeye çalışmak doğanın yasalarına bile ters düşerken insan ki her bir hücresi her bir zerresi bu kainatın kendine hizmet ettiği özel yaratılmış varlık onu bu kadar mevcut koşullarından bağımsız olarak kabul etmek ilme bilime değil insana ve insanlığa haksızlık değil midir? Biz ne söylersek söyleyelim evrende her mevcudat kendi zerreciğine komut edilmiş kanunlar çerçevesinde hareket edecektir. Ama biz bu kendi kanunlarından bir gün bile taviz vermeyen evrenin içinde kendimizle, birbirimizle olan münasebetimizde verdiğimiz her taviz için hücrelerimize komut edilmiş her bir insani duyguya ters düşmüş olmayacak mıyız?
Evrenin tek bir yasasını anlamak için üniversitenin bir sömestr dönemini kapsayan bir dersi kadar mesai harcanan bu dünya, Ayşe’nin Fatma için söylediği bir sözünün üzerinde hemen muhakeme yapmayıp kafa yormayı hak etmez mi?
Siz buna empati deyin, başkası kendimi ötekinin yerine koymak desin, öteki başkasını anlamak desin, bir başkası dedikodu yapmamak desin ben buna izafi bakış açısı diyeceğim. İzafiyet, sempatik fizikçimiz Einstein’dan gelsin, açı matematiksel anlam taşısın ancak bakış, bakmak eylemi en az insanlığın tarihi kadar eskidir.
Özlem Korkmaz
24 Mayıs 2024 / 18:14
Fot (Teodolit): Özlem Korkmaz /Rahmi Koç Müzesi