Sendromlar Şehri

Sendromlar Şehri


Adam, o sabah işe yetişmek için maraton koşucusu formunda saniyelerle yarışıyordu.

“Hanımefendi, çekilin önümden, yoksa vapuru kaçıracağım!” diye seslendi, önünde yavaş yavaş yürüyen kadına. Bir seksen boylarında, fit görünümlü, yeşil gözlü omzuna kadar uzanan kumral dalgalı saçlarıyla otuzlu yaşlarının başında yakışıklı görünümlü bir adamdı. Sabahları sahilde geziniyormuş gibi, umursamaz bir tavırla yürüyen insanlara sinir oluyordu. Bu şehrin kalabalığı her geçen gün daha da artıyordu. Her sabah ve akşam bu kadar insanın çekirge sürüleri gibi nereden çıktıklarını anlayamıyordu. Koşturarak vapura son anda yetişti. Derin bir nefes alarak rahatladı ve pencere tarafındaki bir koltuğa oturdu. Koşturmanın yorgunluğuyla hemen uyuyakaldı. Vapurun yanaşma sesiyle irkildi ve uykusundan sıçradı. Tekrar maratona başladı. Vapurdan inme çilesi onu geriyordu. “Biraz dikkatli olur musunuz? Ayağıma bastınız, cık cık,” diyerek, ince topuklu ayakkabılarıyla önünde durma mücadelesi veren sarışın bir kadına söylendi. Kadın, onun söylediklerini duymamış gibi davrandı. Bu durum onu daha da sinirlendirdi. Bir hamleyle öne geçip, vapurdan önce inerek kadına karşı zafer kazanmış edasıyla gülümsedi. Yolun karşısına geçip iş yerinin göründüğü yokuşa ulaştığında, sokağın başındaki simitçi amca onu fark etti. “Ne zaman bu koşturmayı bırakacaksın?” diye sordu. “Zengin olduğum zaman,” diye yanıtladı adam.” “Öyleyse daha çok koşturacaksın desene…”dedi simitçi amca.

Adam, simitçinin bu sözlerine sinirlenerek, “Bu adam da sabah sabah sinirlerimi bozmasa olmaz. Sana ne benim koşturmamdan!” diye içinden geçirdi ve hızla yoluna devam etti. Asansöre nefes nefese yetiştiğinde, asansörün boş olduğunu görünce şaşırdı. Günlerdir uykularını kaçıran ihale görüşmesi aklındaydı. “Ya alamazsak… Hayır, hayır, unut o ihtimali. Patron beni bu kez kesin işten atar,” diye düşünceleri arasında kayboldu. “Bugün nasıl görünüyorum acaba?” diye de içinden geçirdi. Evden apar topar çıkmış, aynaya bile bakmamıştı. Koştururken dalgalı saçları iyice dağılmış olmalıydı. Asansör onuncu kata doğru çıkarken arkasındaki aynaya döndü. Bir gariplik vardı. Aynada kendi görüntüsünü göremiyordu. Elini aynaya uzattı, sildi ama hiçbir şey değişmedi. “Aman Allah’ım! Nasıl olur, görüntüm yok!” diye düşündü. Kesinlikle aynada bir sorun olmalıydı. Hemen iş yerindeki aynaya bakmak için ofise koştu. Danışmadaki kızlar onu görüp dalga geçmesin diye lavaboya yöneldi. Çantasını yere bıraktı ve aynaya baktı. Hala kendisini göremiyordu. Kafası ve gövdesi yok gibiydi. “Kör mü oldum acaba?” diye düşündü. Hemen gözlüğünü çantasından çıkarıp taktı ama hiçbir şey değişmedi. Yalnızca siyah kumaş pantolonunun paçaları ve kahverengi rugan ayakkabıları görünüyordu. Bir de gri evrak çantası… “Geriye kalanım nerede peki? Aklımı mı kaçırıyorum?” diye düşündü. Biraz sakinleşip mantıklı düşünmeye çalıştı. Çevresindeki eşyalar aynada görünüyordu ama kendisi yoktu. “Bu, bu olamaz,” diye tekrar düşündü. Çeşmeyi açıp suya dokundu; suyun akışını hissediyordu. Avucunu uzatıp suyu göremediği yüzüne doğru çarptı. Bir nebze ferahladı. Demek ki hala canlıydı. Bu durumu birine danışmanın en iyisi olacağına karar verdi. Çantasını aldı ve dışarı çıktı. Bankodaki kızların önünden geçerken, hep bir ağızdan “Günaydın!” dediklerini duydu. Onları duymazdan geldi. İçini rahatlatan tek şey, kızların onu görebiliyor olmasıydı. Tam mutfağa geçiyordu ki içlerinden biri “Ne kadar da garip bugün, saçı başı dağılmış, üstü perişan. Ne olmuş buna?” dedi. Kızlar kendi aralarında gülüştüler. Mutfağa girip bir bardak su doldurdu. Çaycı abla her zamanki gibi meşguldü. Suyu içerken ağzını tam tutturamayıp üzerini ıslattı. Oğlum, bu sabah ayılamadın galiba, suyu olduğu gibi üzerine içirdin,” dedi abla. “Bir bulsam ağzımın yerini, sorun olmayacak da…” diye mırıldandı adam.

”Ne dedin?” “Yok bir şey abla. Bana bir baksana, nasıl görünüyorum karşıdan? Daha doğrusu beni görüyor musun?”

Çaycı abla, onun yüzüne bakıp şöyle dedi: “Tabii ki görüyorum. İyice yaşlandırdın sen de beni. Git şu saçını başını bir bağla. Kız gibi geziyorsun ortalıkta. Kravatını düzelt. Yüzünün rengi atmış, aç karnına işe başlama. Adam gibi kahvaltını et, betin benzin yerine gelsin.”

“Tamam abla, ben kahvaltı yapıp geleceğim o halde. Patron sorarsa ‘işi varmış, hemen gelecek’ de,” dedi ve kızların bakışlarından kaçarak dışarı fırladı. Simitçi amcaya tekrar yakalanmamak için arka sokaktan sahile indi. Arada bir uğradığı kafeye oturup çay söyledi. Çayı içerken ağzını tutturmakta zorlanıyordu. Dikkat etmeye çalışırken birden çayı üzerine döktü. “Eyvah, yandım!” diye bağırdı. Tanıdık garson hemen yanına geldi:

“Abi, bir şey oldu mu? İyi misin?”

Adam, “Yok, yok iyiyim. Aklıma bir şey geldi de ondan bağırdım,” dedi, yanan bacağının acısıyla zoraki bir gülümseme takınarak. Daha fazla rezil olmamak için kalktı ve bir banka oturdu. Gözlerini kapatıp martıların ve vapurun sesini dinlemeye başladı. Telaşı bir an için geçti ve bacağının acısı da hafifledi. Gözlerini açtığında inanılır gibi değildi; bacaklarından yukarısı, çantayı tutan sağ eli görünüyordu. Çantayı bırakıp elini yüzüne götürdü; işte yüzü de buradaydı. Birden kahkaha atmaya başladı. Sol tarafı hala eksikti ama bu kadarı bile yeterliydi. Simitçiden bir simit ve çay alıp karnını doyurdu. Keyfi yerindeydi, ta ki patronun aradığını görene kadar. “Off! Açsam mı, yok olmaz,” diye düşündü. Hemen yerinden kalktı ve koştura koştura binaya girdi. Asansöre bindiğinde, görüntüsü yine kaybolmaya başlamıştı. Kafası yine ortada yoktu. Stresi iyice artmıştı. Patronun odasının kapısını tıklattı. ”Gir,” diye seslendi patron. Adam, kapının kolunu çevirip içeri girdi. Patron onu görünce sesini yükseltti: “Oo, nerelerde kaldınız? Keşke gelmeyip bugün de izin yapsaydınız, beyzadem.”

Adam, “Kusura bakmayın, ihale dosyasını tamamlıyordum, o yüzden geciktim,” dedi. Göbekli, yüzü kızarmış, kel patron iyice hiddetlenip ayağa kalktı: “Eğer bu hafta ihaleyi kazanamazsak başına ne geleceğini biliyorsun değil mi?” dedi ve kapıyı işaret etti.

“Elimden geleni yapacağım, merak etmeyin,” dedi adam ve hızla odadan çıktı. Kasım ayının ortasında olmasına rağmen terlemişti. Aynada kendine baktığında, görüntüsünün tekrar kaybolmaya başladığını fark etti. Yine sadece ayakları görünüyordu. Mesai bitimine kadar bu şekilde çalıştı. Dosyayı tamamlayıp patronun masasına bıraktı. Asansöre bindiğinde aynaya son kez baktı ve kendisini neredeyse tamamen kaybolmuş halde gördü. Tekrar sahile indi.

Adam, vapuru kaçırmış olmasına rağmen artık bunu pek de umursamıyordu. Sahildeki bir banka oturup ayaklarına baktı. “Neden bu haldeyim ben?” diye düşünceler içinde kayboldu. Gözlerini kapattı. İçinde ses, ona şöyle fısıldadı.

“Yaşamın içinde o kadar koşturma içindesin ki durup kendine bakmıyorsun bile. Sadece kazanmak ve iş hırsı üzerine kurulu bir hayatın var. Kendinle baş başa geçirecek bir vaktin yok. Tükeniyorsun günden güne azalarak. Yok ediyorsun kendini. Bir tarafta bitmek bilmeyen dünyasal zevklerin, arzuların diğer tarafta koşturmaca içinde unuttuğun kendin… Ayakların geriye kalan son parçan. Bunun nedenini merak ediyor musun?”

“Adam, şaşkınlıkla “Evet,” diye kekeledi. Kendi ayaklarıyla konuştuğunu fark ettiğinde, bu durumun akıllıkla delilik arasındaki son noktası olduğunu düşündü. Etrafına bakındı; kimse ona dikkat etmiyordu, herkes kendi koşturmacası içindeydi. İçindeki ses yeniden konuşmaya başladı. “Ağacı güçlü kılan dalları değil kökleridir. Senin de ayakların, yaşama bağlanan köklerindir. Köklerin ne kadar derin ve güçlüyse, o kadar yükselirsin dallarınla gökyüzüne. Ayaklarına iyi bak, onu da kaybettiğinde artık senden geriye bir şey kalmayacak. Seçim senin şimdi. Kendini bu kazanma telaşında tükenirken seyretmek mi istiyorsun, yoksa kendine değer vermek mi?” Bu düşüncelerle sarsılan adam, vapura binip eve döndü. İşle ilgili düşüncelerini bir kenara bırakıp uzun zamandır ilk kez erkenden uyudu. Sabah, alarm çalmadan önce, bedeninin tamamıyla bir bütün halinde uyandı. Ayaklarına baktı ve gülümsedi. “Bu sabah iş yok. Taşınıyoruz bu hırs yüklü, sendromlar şehrinden…” diye mırıldandı.

Yazar : Didem Kaya

Bu yazıyı okudunuz mu?

Bence Kasten

Bence Kasten Kim ne derse desin ne düşünürse düşünsün benim şahsi görüşüm; ülkemizde çıkan orman …