Bay Daron

Bay Daron


Mehmet Mücahit Yurteri

Yirmi bir temmuz iki bin on dokuz pazar… Sıcak bir yaz günü… Sıcak ama öyle böyle değil, insanı mum gibi eriten bir sıcak… Bakırköy Tren İstasyonu’nun kapısından kızarmış tavuk gibi çıkan adam, sinirli adımlarla İstasyon Caddesi’nden İstanbul Caddesi yönüne doğru yürüyordu. Her adımında:
“Pazar günü de bu olur mu yahu…” deyip duruyordu. İlginç bir adamdı. Uzun boyluydu, bir seksen rahat vardı büyük bir ihtimalle… Ancak kilolu yapısından dolayı daha kısa gösteriyordu. Muhtemelen kırklı yaşlarındaydı. Aksi bir adam olduğunun emarelerini yüzüne baktığınızda anlıyordunuz. Alnındaki ve kaşlarının arasındaki derin çizgiler bunu söylüyordu çünkü. Komik bir giyim tarzı vardı. Göbek üstünde bir pantolon, kısa bir ceket, boynunda peçete bağlanmış görüntüsü veren kısa bir kravat, desenli mavi bir gömlek… Hepsi de birbirinden farklı renk ve desende… Bu sıcakta cesaret isteyen bir giyim tarzıydı aslında… Fırça gibi uzun sakalları her gün tıraş olanlardan olmadığını belli ediyordu. Adamın en ilginç yanı delici mavi gözleriydi. Bu gözler öyle bir maviydi ki maviden de maviydi…
İlginç adam giysilerinin aksine düz, beyaz mendiliyle bir yandan ensesinde, yüzünde biriken terleri silerken bir yandan da hedefine doğru kararlı adımlarla yürüyordu. İşte İstanbul Caddesi’ne varmış, sola dönerek yoluna devam etmişti. Huban sokağın başına kadar gelen adam bir an için durmuş, ciğerlerinde boşalan havayı uzun bir solukla doldurmuş ve yavaşça boşaltmış, ardından yine söylenmeye başlamıştı kendi kendine:
“Gene makaraya saracaklar, ne oldu amirim, yine mi arabanız hastalandı?..”, “Amirim, İl Emniyet Müdürlüğüne söyleyin artık, size genç, sağlıklı, koşturan bir araç tahsis etsinler…” diyerek bir anlığına susmuş ve sonrasında tekrar söylenmeye devam etmişti:
“Amaaan ne derse desinler…” demişti kızarak ve kararlı adımlarla tren yoluna açılan sokağın başından, sol taraftaki üçüncü apartmanın önünde toplanan kalabalığa doğru yürüyüşüne devam etmişti… Kalabalığın önündeki emniyet şeridinin ardından olay yeri komiseri Cevdet seslendi:
“Eşref başkomiserim…” dedi ama lafın devamını getirememişti. Başkomiser:
“Cevdet, yine makaraya alacaksan vazgeç, hiç havamda değilim…” demişti sert bir ifade ile…
“Başkomiserim, siz de yaşlandıkça, pardon yaş aldıkça tahammülsüz oldunuz…”
“Bak Cevdet, beni kızdırma… Ne varmış yaşımda?.. Daha kırk beş yaşındayım… Üç otuzunda değilim ya…”
“Estağfurullah Eşref başkomiserim, olay yeri olarak hemen hemen işimizi bitirdik, tam zamanında geldiniz diyecektim…”
“Tamam!.. Tamam!.. Bir de birlikte bakalım…” diyerek konuşmayı sonlandıran başkomiser önde, olay yeri komiseri arkada binaya doğru yürümüşlerdi…
***
Huban sokak kırk iki numaralı apartmanın bodrum katı üç numaralı dairede geniş, uzun arkalıklı patron koltuğunda elli, elli beş yaşlarında, kafası arkaya sarkmış, kolları iki yana düşmüş oturur vaziyetteki cansız adama dikkatlice bakıyordu Eşref başkomiser… İlk gözüne çarpan, gözünden fırlayan kanlı gözlüğün adamın sol tarafında yerde durmasıydı, bir camı parçalanmış, gözlük çerçevesi yamulmuştu. Adamın sağ tarafında, yönü kapıya dönük dokuz milimetrelik tabanca yerde idi. Maktul kısa boylu, minyon tipli bir adamdı. Başkomiser cesede daha yakından baktığında en fazla altmış yaşında olduğunu düşünmüştü. Hafta sonu olmasına rağmen sineklerin kayarak slalom yapacağı tıraşını olmuştu. Beyaz gömlek, keten kumaştan mamul, yelekli takım giymişti. Elbise krem, kravat sarı renkliydi. Seyrek beyaz saçları kısa kesilmişti. Siyah zeytin gibi küçük gözleri şaşırmış, ‘Mortadella Salamı’ gibi irileşmiş, açık kalmıştı. Sanki tanıdık biri tarafından vurulmadan önceki şaşkınlığını gösterir gibiydi gözleri… Alnındaki belli belirsiz çizgileri saymazsak yüzü gayet düzgündü. Ceketi muntazam bir şekilde dilsiz uşakta asılıydı. Başkomiser radar gibi etrafı tarıyordu. Bütün deliller numaralandırılmış, fotoğrafları çekilmişti. Bir cinayette sonuca gitmek için delillerin dikkatlice tespit edilmesi gerektiğini tüm cinayet büro elemanları iyi bilirlerdi. Eşref başkomiser delilleri uzman bir doktorun tahlil sonuçlarını incelediği gibi tek tek gözden geçiriyordu. Dokuz milimetrelik tabanca, mermi çekirdeği ve mermi kovanı, gözlük, masanın üstünde oynanmış at yarışı kuponu, maktulun önünde içilmiş çay bardağı, maktule göre masanın sağ tarafında ise yarısı dolu çay bardağı, kapının hemen kenarında üzerinde pazartesi kargoya verilecek notu bulunan bir koli… Başkomiser adamın sağ şakağından vurulduğunu, kurşunun kafasının sol tarafından sol gözünü parçalayarak çıktığını görüyordu. Yakından ateş edilmişti. Eşref başkomiser:
“Cevdet!..” diye seslendi. Komiser:
“Buyurun Eşref başkomiserim…”
“Savcıya haber verildi mi?..”
“Yolda efendim, geliyor…”
“Kimliği tespit edildi mi?..”
“Evet, Daron Dadrian, 1 Ocak 1956, İstanbul doğumlu, altmış üç yaşında… ”
“Ben de altmış yaşında tahmin etmiştim…”
“Göründüğü gibiyse adam terziymiş, başka bir iş yapmıyorsa…”
“Evet başkomiserim, uzun yıllar bu dairede terzilik yapıyormuş…”
“Olay ne zaman olmuş?..”
“Bize saat 11:30’da haber verildi, biz saat 13:00 gibi olay yerine intikal ettik. Yaptığımız incelemeye göre cinayetin yaklaşık olarak sabah saatlerinde 8:00 ila 10:30 arasında işlendiğini düşünüyoruz…”
“Kim bulmuş cesedi?..”
“Dairede çay, temizlik, yemek işlerini yapan yardımcı kadın… Dışarıdan bir şeyler almış, mutfak malzemeleri filan, anahtarı varmış, malzemeleri bırakmak için daireye girince bu manzarayla karşılaşıyor, tabii basıyor çığlığı, herkes koşuyor, sağlık ekiplerine, polise haber veriyorlar, sonrasında bizi olay yerine yönlendirdiler…”
“Kadın kim?..”
“Araksi Halıcıyan, 20 şubat 1977, Mardin doğumlu, kırk iki yaşında, yıllardır terzide çalışıyormuş…”
“Kadını göz altına almamız lâzım…”
“Sizinkiler aldılar bile başkomiserim…”
“Tamam, anlaşıldı…” komiser kafasında oradan oraya dört nala koşturan fikirleri değerlendirmeye çalışırken bir yandan da sorularına devam ediyordu:
“Ne düşünüyorsun Cevdet?..”
“Acemice intihar süsü verilmiş cinayet, beş- altı santim mesafeden ateş edilmiş gibi…”
“Seninle aynı fikirdeyim komiserim, bitişik atışa yakın bir atış…”
“Silah sesini duyan olmamış mı?..”
“Hayır başkomiserim, malum, tren yoluna yakın bir daire…”
“Cevdet, bütün delilleri topladınız değil mi?..”
“Elbette başkomiserim, merminin çekirdeğini duvara saplı olarak bulduk, maktulden, yardımcı kadından el swap izlerini, kadının parmak izlerini aldık. Keza dairedeki parmak izlerini tespit için gerekli işlemleri yaptık, mermi kovanını da bulduk, önemli olabilir gerekçesiyle incelemek üzere bazı dosyaları aldık. Daha bir sürü ıvır zıvır evrak var, ancak önem arz etmiyor, onları bıraktık. Sizinkiler de bir baksınlar, gerekli görürseniz inceleriz…” diyen Komiser Cevdet, başkomiserin işaretiyle susmuştu… Eşref başkomiser:
“Dur, dur, dur Cevdet, bir de ben bakayım. Siz, tekrar kontrol edin, atlanmış bir delil kalmasın…”
“Emredersiniz efendim, tekrar bakıyoruz…”
Eşref, dikkatlice etrafı tarıyordu. Tecrübesine ve sezgisine güveniyordu. Bir kere ufak bir terzi dükkânı olduğu belli olan daire son derece tertipliydi. Yerler pırıl pırıl, kumaşlar raflarda düzgün bir şekilde yerleştirilmiş, terzi masası tertipli, keza çalışma masası topluydu. Terzinin titiz biri olduğu belliydi. Eğer yerdeki kan ve izleri, kırık gözlük, silah olmasa odadaki adamın uyuduğu sanılabilirdi… Ayrıca katil veya katiller de düzgün davranmışlar, hiçbir yeri dağıtmamışlardı. Etrafta kırık dökük eşyaların bulunmaması, eşyaların yerli yerinde durması belli ki boğuşma, itiş kakış olmadığının göstergesiydi.. Muhtemelen terzi canına kasteden kişi veya kişileri tanıyordu. Kapıda zorlanma yoktu. Başkomiser Eşref delici mavi gözleriyle tüm odayı taramaya devam ediyor, delil veya deliller arıyordu. Maktulün çalışma masasının her iki yanındaki antika sandalyeler başkomiserin dikkatini çekmişti. Sandalyeleri yakından incelemeye başlayan Eşref başkomiser, davudi sesiyle:
“Cevdet, gel!.. Gel!.. Oğlum nasıl delil topluyorsunuz?..”
“Ne oldu başkomiserim?..”
“Cevdet, bak… Burada sarı, uzun saç telleri var. Muhtemelen kadın saçı… Bir de siyah beyaz, hayvan kılına benzer tüyler var belki bunlardan bir şeyler çıkabilir, bunları da delillendir… ”
“Pardon başkomiserim, hemen…” Eşref başkomiser yanıt vermemiş, derin düşünceler içinde odayı dikkatle inceliyordu… Sessizliği yine başkomiser bozmuştu:
“Cevdet…”
“Buyurun efendim…” başkomiser sandalyeyi incelerken masanın altında parlak, gemici dümeni motifli düğmeyi de Cevdet komisere uzatmış ve devam etmişti:
“Gerçi düğme bulmamız normal, terzi dükkânındayız farkında olmadan düşmüş olabilir ama sen yine de bunu delil olarak kaydet. Hııımmm, Cevdet bir şey dikkatini çekti mi?..”
“Ne gibi efendim?..”
“Baksana, odadaki tüm eşyalar antika…”
“Haklısınız başkomiserim, ben de farklı bir şey var burada dedim kendi kedime ama… Ben antikadan pek anlamam ki…”
“Belli, belli anlamadığın. Baksana oğlum oda orta çağdaki terzi odalarına benziyor…” Cevdet komiser etrafa yeniden görmüş gibi bakıyordu… Haddizatında odadaki çalışma masası, koltuk ve sandalyeler, kumaş kesim masası, terzi makası, kumaş raf ve dolapları, süs eşyaları, duvardaki tablolar hepsi, hepsi antikaydı. Ancak hiçbir şeye dokunulmamıştı. Her şey yerli yerinde duruyordu. Eşref başkomiser zorlu bir cinayet olayıyla karşılaştığını düşünüyordu. Aklına gelen bir soruyu daha Cevdet’e yöneltti:
“Cevdet, ben mi fark etmedim, apartman girişinde, kapı zilinde terzi diye bir yazı, tabela yoktu değil mi?..”
“Başkomiserim, çok dikkatlisiniz, evet ne girişte, ne kapı zilinde burasının terzi dükkânı olduğunu belirten bir ibare yok?..” Eşref başkomiser Cevdet’in övgüsüne hafif bir tebessümle karşılık vermişti… Bir an neşesi yerine gelen başkomiser kendi kendine:
“ Zor bir olay ama bunu da çözeriz evelallah…” ardından da:
“Umarım…” diyerek olay yeri ekibine ve Cevdet komisere veda ederek binadan ayrılmıştı… Asıl sıkıntının, bu sıcakta aynı yolu tekrar katetmek olduğu başkomiserin yüzündeki memnuniyetsiz ifadeden anlaşılıyordu… Bu gün ikinci defa tren vagonu denilen fırında kızarmış tavuğa dönecek olmak fena halde canını sıkıyordu her ne kadar bugünkü trenlerde klima mevcut olsa bile kalabalık vagonlar yine de sıcak oluyordu insan yığınları klimaları bile alt etmeye yetiyordu…
***
Eşref Başkomiser, odasında masasına eğilmiş, önündeki Bakırköy’de işlenen Daron cinayeti dosyasını defalarca inceleyip duruyordu ancak dişe dokunur bir delil, çözüme gidecek bir yol bulamıyordu. Delil denilen ögeler, kime ait olduğu belli olmayan bir kaç saç teli, bir kaç hayvan kılı ve her yerde Bay Daron’ait parmak izleri, temizlikçi kadına ait parmak izleriydi fakat dairede başka parmak izler de bulunmuştu… Muhtemelen katil veya katillere ait izler olabilirdi… Etrafın temizlendiği veya hafta sonu temizliği yapılmış gibiydi daire… Ama yine de dip bucak temizliği yapılmış gibi değildi… Masadaki ve yarısı içilmiş çay bardağındaki izler duruyordu. Ya unutulmuştu, ya da katil aceleyle çıkmak zorunda kalmıştı. Silah ruhsatsız dokuz milimetrelik bir tabanca idi. Seri numarası, imal numarası silinmişti. Belli ki kötü niyetli kullanım için hazırlanmış ve bu olayda da kullanılmıştı… Silahta sadece bir kişiye ait parmak izi vardı. Büyük olasılıkla bu parmak izi terziye ait çıkacak görünüyordu. Muhtemelen katil silahı kullandıktan sonra kendi parmak izini yok etmiş, silahı maktulün eline tutuşturmuş olabilirdi. Kırık gözlük, oynanmış at yarışı kuponu, “Hız” adlı kargoya verilmek üzere hazırlanmış koli, gemici motifli bir düğme… “A.koyum, bunlardan bir şey çıkar mı?..” diye yüksek sesle söylenen başkomiser kendi sesinden irkilmişti. Tam bu sırada cinayet büro polis memuru Meliha çekinerek, sessizce kriminal incelemeden gelen dosyayı başkomiserin önüne koymuştu. Başkomiser Eşref dalgın bir halde aldığı dosyayı umutsuzca inceliyordu. Daron ve temizlikçi kadının parmak izinden başka üçüncü bir kişiye ait parmak izi, bardaktaki DNA tespit edilmişti edilmesine ama taramalardan bir şey çıkmamıştı. Ancak bir şüpheli bulabilirlerse bu izleri karşılaştırabilirlerdi… Temizlikçi kadın da işi gibi temiz çıkmıştı… Silahta terziye ait parmak izi bulunmuştu ama Daron’un ellerinde barut izine rastlanmamıştı intihar süsü verilmek istendiği apaçıktı… Bu aşamada bu delillerle bir yere ulaşamazlardı. Başkomiser kendine bir eylem planı hazırlayarak tekrar Bakırköy’ün yolunu tutmuştu… İlk önce sokaktaki esnafla konuşmaya karar vermişti. Gerçi yardımcıları, cinayetin işlendiği apartmandaki komşularla, çevredeki esnafla konuşmuşlardı ama bir de kendisinin konuşmasının iyi olacağını düşünüyordu. Yardımcıları komiser yardımcısı Abdullah Acar, komiser yardımcısı Atilla Atak genç çocuklardı ve meslekte yeniydiler. Abdullah’ı kargo şirketine, Atilla’yı da cinayet mahallini tekrar incelemesi için görevlendirmişti… Başkomiser Eşref bu defa Bakırköy’e arabayla gitmişti gitmesine ama bu kez de park sorunu yüzünden kan ter içinde kalmıştı. Bakırköy’de araba park etmek kolay değildi… Eşref başkomiser arabasını park ettikten sonra Huban Sokakta cinayetin işlendiği apartmanın karşısındaki ufak marketle işe başlamaya karar vermişti. Kendinden emin adımlarla marketten içeri girmişti.
“Merhaba…”
“Merhaba, buyurun…”
“Market sahibiyle görüşmek istiyorum…”
“Kimsiniz?.. Niçin görüşmek istiyorsunuz?..” kimliğini gösteren başkomiser çalışanı heyecanlandırmıştı…
“Efendim, patronumuz burada değil ama sizi müdürümüz Cengiz beyle görüştürelim..” başkomiserin olur vermesiyle görüşme başlamıştı…
“Cengiz bey, Terzi Daron’u tanır mısınız?..”
“Evet efendim. Terzi Daron’nu herkes tanır…”
“Fakat terzi dükkânını belirten bir tabela, vaya kapı zilinde, böyle bir ifade yok…”
“Evet yok, çünkü onu üst düzey yöneticiler, sporcular, patronlar bilir, bir de sokaktaki esnaf… Herkese elbise dikmezdi…”
“Ailesine ulaşmak istiyoruz ama siz yakınlarını tanır mısınız?..”
“Başkomiserim, Daron bey yalnız yaşar, boşandığı eşi ve iki oğlu Amerika’da…”
“Neyse biz ailesine ulaşırız. Cengiz bey, terzi nasıl birisidir?.. Kimler gelir gider dükkâna?.. Ne de olsa apartmanın karşısındasınız. Haliyle sokaktaki tek marketsiniz. Bir şekilde herkes sizinle alış veriş yapmıştır mutlaka…”
“Valla amirim, şeeey, aslında Terzi Daron için pek de iyi söylentiler yok…”
“Nasıl?.. Anlamadım?..”
“Efendim, nasıl söyleyeyim?.. Daron bey için tefecilik yapıyor diyorlar ama bu bir söylenti… Ben, şahsen şahit olmadım bu duruma?..”
“Anladım… Peki, hiç terzinin dairesine gittin mi?..”
“Bazen siparişleri oluyor, çocuklar götürüyor ancak bir iki sefer gitmişliğim var…”
“Pekâlâ, dikkatini çeken bir şey oldu mu hiç?..”
“Vallahi başkomiserim, her taraf eski eşyalarla dolu…”
“Antika…”
“Nasıl?..”
“Boş verin Cengiz bey, ben size kartımı vereyim, aklınıza bir şey gelirse beni ararsınız…”
“Tabii başkomiserim…” konuşma sona ermişti. Eşref başkomiser diğer esnafla görüşmeye giderken, arkasından market müdürü heyecanla seslenmişti:
“Başkomiserim!.. Başkomiserim!..”
“Başkomiserim, demin söylemeye unuttum, belki önemli olabilir…”
“Evet Cengiz bey, sizi dinliyorum…”
“Başkomiserim, terziyi hemen hemen ayda bir veya iki kere genç bir kadın ziyarete geliyordu… Yani erkek terzisine bir kadın niye gelir, bilmiyorum…”
“Siz veya esnaftan kadını tanıyan var mı?..”
“Ben tanımıyorum efendim, esnafın tanıdığını da sanmıyorum…”
“Pekâlâ Cengiz bey, kadın nasıl biriydi, biraz tarif edebilir misin?..”
“Genç biri, otuzlu yaşlarda, orta boylu, biraz kilolu yani balık etli denilebilir, sarı saçlı, güzel bir kadındı…”
“Tamam Cengiz bey, teşekkür ederim…” diyerek tekrar işine koyulan başkomiser diğer esnafla konuşmaya devam etmişti. Bir yandan da kadının sarı saçlarına takılmıştı. Cinayet mahallinde sarı saç telleri bulmuştu. Ne olursa olsun, muhakkak bu kadına ulaşmalıydı…”
***
Başkomiser Eşref, Cinayet Büro Amirliği odasındaki toplantı masasında düşünceli bir şekilde oturuyordu. Bu Daron cinayeti kendisini yormuştu. Terzinin çok tanıdığı yoktu. Çevresi kısıtlıydı. Hakkında çok da kötü yapılan yorumlar yoktu. İspatlayamamışlardı ama tefecilik yaptığını birkaç kişiden daha dinlemişlerdi. Ulaştıkları yakınları da kendi halinde bir insan olduğundan bahsetmişler, bir düşmanı olduğunu sanmadıklarını, herhangi bir tehdit aldığından haberleri olmadığını ifade etmişlerdi. Yurt dışından gelen ailesi de iyi şeyler söylemişlerdi terzi için. Yardımcıları komisere kaygılı bir halde bakıyorlardı. Başkomiser:
“Ne yaptınız çocuklar?..” diye sordu. Komiser yardımcısı Abdullah hemen öne atılarak anlatmaya başlamıştı:“
“Başkomiserim, kargo şirketine gittim, Terzi Daron, her ay Ankara’ya koli içinde elbise gönderiyormuş… Sanırım milletvekili, üst düzey bürokratlara filan… Kargo şirketi terzi aradığında koliyi gelip kendileri alıyorlarmış. Pazartesi için terzi onlara haber vermiş koliyi almaları için… Oynanmış at yarışı kuponu için oynanan bayi buldum ve bayiye gittim. At yarışlarına meraklıymış terzi… Düzenli olarak hep aynı bayiye gidiyormuş…”
“Yani bir şey bulamadın Abdullah öyle mi?..”
“Yok başkomiserim…”
“Pekâlâ Atilla, sen ne yaptın?..”
“Başkomiserim, olay yerine gittim. Her yere tekrar tekrar baktım. Ancak pek bir şey bulamadım. Yalnız dairede ne kadar dosya, kesilmiş fatura, sipariş notları, kenarda ne kadar kâğıt, evraka benzer şey varsa hepsini toparlayıp getirdim. Bir kısım dosyaları olay yeri inceleme almıştı. Olay yerinin almaya gerek görmediği tüm yazılı kağıtları toparladım bir şey çıkar diye…”
“İyi yaptın Atilla… Getir bakalım hepsini, beraberce tek tek inceleyelim bakalım belki bir şey çıkar, kim bilir… Tüm evrakları incelemişlerdi ancak en ufak bir ip ucu bulamamışlardı.
Başkomiser tekrar Bakırköy yollarına düşmüştü. Yine kendini cinayet mahallinde bulmuştu. Bu daireden bir türlü ayrılamıyordu. Buradan mutlaka bir şey çıkacaktı. Bunu şiddetle hissediyordu. Ama ne?.. Gözden kaçırdıkları bir şey, bir delil, kendilerini katil ve katillere ulaştıracak bir ip ucu mutlaka olmalıydı… Başkomiser eli titreyerek yaktığı sigaradan ciğerlerinin en icra köşesine gidecek kadar bir nefes dumanı içine çektikten sonra Terzi Daron’nun çalışma masasının solundaki sandalyeye oturmuş etrafa, eşyalara tek tek bakıyordu sigarayı bırakmaya çalıştığını unutmuş görünüyordu… Eşref başkomiserin terzinin çalışma masasındaki antika okuma ışığı dikkatini çekmişti. Başkomiser lambayı eline alarak evirip çevirmeye başlamış, incelemeye devam ederken lambanın altında yazan yazılar dikkatini çekmişti. Yazıları okumaya çalışmıştı ancak okuyamıyordu. “Hay ben senin…” diyerek küfrü basmıştı. “Artık bir göz doktoruna gitmek şart…” diye düşüncesini yüksek sesle söylemişti. Başkomiser avizeyi yerinden alarak pencere kenarına kadar gelmiş, gün ışığında yazıyı okuyabilmeyi umuyordu… Ve “Bingo!..” diye bağırmıştı… Yazı avizenin imal yerini, tarihini gösteriyordu ama en önemlisi ‘Galeri Galeri’ ibaresi idi. Okuma ışığının alındığı galeriyi bulmuştu. Şimdi bu galeriyi bulmak çok önemli hâle gelmişti… Başkomiser Eşref’in keyfi yerine gelmişti… “Galiba bir şey yakaladım…” diye keyifle söylenmeye başlamıştı…
***
“Cinayetin üzerinden yirmi dokuz gün geçmiş, ağustos ayının on dokuzu olmuştu. Çözüme gidecek bir yol bulamamak Eşref başkomiseri son derece sinirli yapmış, zaten ters yapısı iyice kırıcı olmuştu. Ağustos sıcağında ‘Galeri Galeri’ adlı antikacıya giden yokuşu oflaya puflaya çıkarken, “Bana inat mı bu galeriyi yokuşun sonuna açmışlar amk. duğumunun sk. kafalıları…” diyerek küfürlerini sıralamaya başlamıştı… Başkomiser, galeriden içeriye gürültü yapmamaya çalışarak süzülür gibi, sessizce adımını atmıştı atmasına ama kapı üzerindeki çanların çıkardığı sesle içeriye birinin geldiği gürültülü bir şekilde ortaya çıkıyordu. Etrafına şaşkınlıkla bakıyordu Eşref başkomiser. Hiç bu kadar antika eşyayı bir arada görmemişti. Merakla etrafı inceliyordu. Arkasından gelen hoş ve ahenkli sese döndüğünde güzel bir sarışınla karşı karşıya kalmıştı…
“Merhaba, hoş geldiniz, nasıl yardımcı olabilirim?..”
“Merhaba, ben Cinayet Bürodan Başkomiser Eşref Eren Edremit…” “Çok şaşırdım başkomiserim. Benim polisle ne işim olabilir ki?.. Kaldı ki cinayet büroyla…”
“Telaşlanmayın hanımefendi, sadece bilginize baş vuracağız. Bu arada isminiz nedir?..”
”Adım Ayşe Arın…”
“Ayşe Hanım, Daron Dadrian’ı tanır mısınız?..”
“Elbette. En iyi müşterimdir. Ayda bir veya iki kere mutlaka kendisine uğrar, bir şeyler satarım. Hiç bir zaman beni geri çevirmemiştir…”
“En son kendisini ne zaman gördünüz?..
“Sanırım yaklaşık bir ay önce gördüm. Yurda da üç gün önce döndüm…” bu sözler üzerine Eşref başkomiser hâyal kırıklığına uğramıştı. Galerici katil olamazdı. Başkomiser Ayşe hanıma cinayet olayını anlatmış, genç kadını üzüntüsüyle baş başa bırakarak galeriden ayrılmıştı…
***
Eşref başkomiser’in olayla ilgili elinde sorgulayacak şüpheli bir kişi bile kalmamıştı. Galerici Ayşe Arın’ın baş şüpheli olduğuna o kadar emindi ki… Ama düşündükleri olmamıştı. Aslında kadın sarışındı, kedisi vardı hem de siyah beyaz tüylü… Olay yerinde bulunan delile uyuyordu… Başkomiserin kafasına takılmıştı. Kadının gerçekten Amerika’da olup olmadığını araştırmanın yerinde olacağına karar vermişti… Yapılan araştırmalar sonunda Eşref başkomiser galerici kadının cinayet işlendiğinde yurt dışında olduğunu kesinleştirmişti. Bu durum karşısında daha önce şüphelendiği iki kişiyi tekrar sorguya almaya karar vermişti… Birincisi kargo şirketindeki çocuk, ikincisi ise terzinin devamlı at yarışı oynadığı bayii… Kargocu çocuğun cinayet işleyeceğine ihtimal vermiyordu… Çok genç, saf, çelimsiz bir çocuktu… Ancak son bir kez daha merkeze çağırıp sorgulamak iyi olacaktı. Birden başkomiserin aklına Terzi Daron’la ilgili esnafın söyledikleri geldi. Ne demişlerdi?.. Terzinin tefecilik yaptığını ima etmişlerdi… Kargocunun değil ama at yarışı bayinin paraya ihtiyacı olabilirdi… O zaman… Eşref başkomiser kararını vermişti… Yardımcılarına kükrer gibi seslendi:
“Abdullah, Atilla buraya bakın hele…” yardımcıları koşarak başkomiserin masasının başında dikilmişlerdi…
“Abdullah, sen ekibinle birlikte kargocu çocuk neydi adı, neydi?..”
“Bülent başkomiserim…”
“Hah, evet, onu ve at yarışı bayii Sermet’i al getir. Yalnız ben sorgulayacağım..”, “Atilla sen de şu galerici Ayşe’yi takibe al, ne yaptıysa, kimle görüştüyse hepsini not et, bana getir. Ben gerekli izinleri hallederim.
***
Başkomiser on dakikadır karşısında tir tir titreyen gence bakıyordu sessizce… Sonrasında yavaş yavaş konuşmaya başladı:
“Oğlum, bize niye söylemiyorsun?..”
“Ne, neyi başkomiserim?..” kargo elemanı Bülent Tüysüz korkudan bayılacak bir halde kekeliyerek yanıtlamıştı başkomiseri…
“Oğlum, çocuğum, terziyi öldürdüğünü niye söylemiyorsun?..”, “Biz her şeyi biliyoruz yavrucuğum, anlat hadi, bizi üzme, yoksa seni çok fena üzerim…”
“Başkomiserim, yemin ederim, ben bir şey yapmadım?..”
“Oğlum, cinayet mahallinde parmak izlerin var, içtiğin çay bardağında da hâlâ inkâr mı ediyorsun?..”
“Başkomiserim, ben ayda bir kere uğrarım Daron amcaya, hiç bir şeye dokunmam, koliyi alır giderim… Hiç bir zaman Daron amcayla da oturup konuşmuşluğum yok… Zaten bu kargo şirketinde altı aydır çalışıyorum. Üç veya dört kere gitmişimdir terzi dükkânına…”
“Pekâlâ, cinayet günü, yirmi bir temmuz pazar günü 8:00 ile 10:30 arası neredeydin?..
“Komiserim ben her pazar Ümraniye’ye arkadaşlarla halı saha maçı yapmaya gidiyorum. Sora bilirsiniz?..”
“Tamam ulan, tamam… Ben şimdi gidiyorum. İyi düşün… Nasıl öldürdün terziyi?.. Neden öldürdün?..” Bunları etraflıca muhakeme et, bana tek tek anlatacaksın. Yoksa seni buraya gömerim çocuk…”
Başkomiser çocuğun masum olduğuna inanmış görünüyordu fakat “Ummadığın taş baş yarar…” ata sözünü de “Unutmamak lazım…” diyordu. “Biraz daha tutup sıkıştırmanın da yararlı olacağını…”, sonrasında ”Duruma göre serbest bırakırım…” cümlesini seslice dile getirmişti. “Bir de şu yarışçıyı bir sorgulayayım bakalım ne çıkacak?.. diyerek ikinci sorgu odasına düşünceli bir şekilde yönelmişti…
“Sermet Bey, Sermet Oynatan, söyle bakalım Bay Daron’la ne gibi bir ilişkiniz var?.. Alacak, verecek meseleleriniz hangi safhadaydı?.. Araştırmamıza göre işlerin iyi gitmiyormuş, terziden de yüklü miktar borç almış, ödememişsin. Tabii en kolay yol, terziyi öldürüp borçlardan kurtulmaktı değil mi?.. ”
“Yalan başkomiserim, dediğiniz gibi bir durum yok. Bay Daron benim bayiye gelir, haftada üç gün altılı ganyan oynar giderdi. İlişkimiz “Merhaba, merhaba…” şeklinde selamlaşmaktan ibaretti. Hem zaten Daron Bey bayide kimseyle konuşmazdı ki… Kaldı ki ben kimseden borç almadım. Tüm esnaf bilir, benim kimseye borcum yok. Çok şükür işlerim de iyi… ”
“Pekâlâ, cinayet günü, yani yirmi bir temmuz pazar günü saat 08:00 ile 10:30 arasında neredeydin?..”
“Nerede olacağım başkomiserim… Sahibi olduğum ganyan bayinde, işimin başındaydım…”
“Dükkânı kaçta açıyorsun?..”
“07:30 ila 08:00 arası… Saat 08:00’i hiç bir zaman geçirmedim. Çevredeki tüm esnafa sorabilirsiniz…”
“Soracağız tabi ulan!.. Ben şimdi gidiyorum. Ben gelene kadar iyi düşün. Cinayeti nasıl planladın, nasıl işledin?.. Kimlerle birlikte yaptın?.. Ya da kimleri azmettirdin?.. Bunları tek tek açıklayacaksın…” diyerek sorgu odasını son derece sinirli bir halde terk etmişti.
Başkomiser umutsuzluğa düşmüştü… Şüphelilerden bir şey çıkmayacak gibi görünüyordu. Yine de göz altı sürelerini uzatmak için izin almayı düşünüyordu. Bu arada şüpheli üç kişinin laboratuvar sonuçları çıkmış, terzi, kargocu, antikacının DNA’ları bardaktan alınan DNA ile uyuşmamıştı… Yani işler iyice çıkmaza girmişti. Ama yine de Başkomiser Eşref cinayetin bu üç kişi ile ilintisi olduğunu hissediyordu. Ki şimdiye kadar meslek hayatında hisleri kendisini hiç yanıltmamıştı tabii bazen yanıldığı da oluyordu hâliyle.
***
Başkomiser ofisinde sıkıntılı bir şekilde sigarasını yer gibi içiyordu. Kapalı yerde sigara içme yasağını umursamıyordu bile… Bay Daron cinayetinde tüm şüphelileri serbest bırakmaktan başka çaresi kalmamıştı… Herkes cinayet saatinde bulundukları yeri şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ispatlamışlardı… Başkomiser yüksek sesle düşünüyordu:
“Ben neyi kaçırıyorum?..” diyordu. Sonrasında:
“Katil nasıl biri olmalı?.. dedi kendi kendine ve devam etti: “
“Birincisi terziyi iyi tanıması lâzım, ikincisi terzinin de katili tanıması lâzım, üçüncüsü cinayet sebebi olması lâzım, dördüncüsü dikkat çeken biri olmaması lâzım, beşincisi dikkat çekmeden kolayca kaçabilecek biri olması lâzım… Kim bu pezvk, pşt…” diye devam eden Eşref başkomiser çok sıkılmış, bu cinayet dosyasında başarısız olduğunu kabullenmesi gerektiğini düşünüyordu ancak mücadeleci yapısı buna izin vermiyordu. Tam bu sırada olay yeri komiseri Cevdet neşeli bir şekilde Başkomiser Eşref’in karşısına elindeki iki dosya ve bir fihrist defterle dikilmişti ve:
“Amirim, bu dosyalar belki işine yarar diye sana getirdim…” diye söze girmişti.
“Cevdet nedir bunlar?..”
“Amirim, bunlar Terzi Daron’nun borç verdiği kişiler ve imzalattığı senetler…”
“Bu fihrist ne peki?..”
“Amirim, fihriste borçluların isimleri var. Borcunu ödeyenlerin isimleri kırmızı ile çizilmiş. Biz senetlerde değişik kişilere ait parmak izlerini tespit edip senetlerdeki isimlerle eşleştirdik, ancak bazı senetlerdeki parmak izlerini tespit edemedik. İzler üst üste binmiş karışmış… Parmak izi taramaları da yaptık… Fakat parmak izleri taramalarından bir sonuç alamadık. İsterseniz sizin ekipte bir araştırsın…”
“Tamam Cevdet, bırak bakalım, bir şey çıkmaz ama…”
***
Eşref başkomiser dosyaları tek tek incelerken bir isim dikkati çekmiş, “Acaba olur mu?.. Olur…” demişti şaşkınlıkla. Sonrasında “Neden olmasın ki…” diyerek heyecanlanmıştı. Dosyadaki Cengiz Cinoğlu… Marketteki müdürün isminin Cengiz olduğunu hatırlamıştı… Senetteki meblağ iki buçuk milyon gibi çok büyük bir meblağdı.
“Vay pezvk. Vay… Eğer oysa… Önce benim güvenimi kazandı, sonrasında beni yanlış yönlendirerek galerici kadını işaret etti… Ama tabi ki senetteki isimle market müdürü aynı kişi olursa…” diyen Eşref başkomiser yardımcılarına adeta bağırarak:
“Abdullah, Atilla, Bakırköy’e gidiyorsunuz…” komiser yardımcılar şaşkın şaşkın amirlerinin yüzüne bakıyorlardı…
“Market müdürünü alıp bana getiriyorsunuz, sorgusunu ben yapacağım, kendisine bilgisine başvurup yazılı ifadesini alacağız dersiniz. Hadi bakalım, daha duruyor musunuz?.. Hadi!.. Hadi!..
Komiser yardımcıları Abdullah ve Atilla marketten içeri girdiklerinde market müdürü çalışanları ile kısa toplantı halindeydi. Gelenleri gören müdür:
“Beyler, şu an toplantı halindeyiz. Elemanlarımız on dakika içinde size yardımcı olacaklardır..” demişti gülerek… Komiser yardımcısı Atilla:
“Teşekkür ederiz müdür bey, biz sizin için geldik…”
“Anlamadım kimsiniz?.. Nasıl yardımcı olabilirim?..”
“Cinayet Büro… Bizimle merkeze kadar gelmeniz gerekiyor…” sözlerini işiten müdür Cengiz’in yüzü beyazdan da beyaz olmuştu…
Başkomiser Eşref, sorgu odasında market müdürü Cengiz’e ateş eden maviden de mavi gözleriyle bakıyordu… Her zamanki gibi sakince sorularına başlamıştı…
“Evet Cengiz Bey daha doğrusu Cengiz Cinoğlu, soyadınız Cinoğlu’ydu değil mi?..”
“Doğrudur amirim… Cengiz Cinoğlu…”
“Pekâlâ, Terzi Daron Dadrian’ı neden öldürdün?..”
“Ben mi?.. Ben bir şey yapmadım amirim…”
“Hadi ulan!.. Terziye verdiğin iki buçuk milyonluk senedin altında imzan ne arıyor o zaman?..”
“İsim benzerliği amirim, o senet benim olamaz, öyle bir senedin varlığından bile haberim yok…”
“Öğreniriz merak etme… Senetteki parmak izi, yazı, imza senin çıkarsa ne diyeceksin bakalım müdür efendi?.. Haaa bardaktaki DNA ile senin DNA’nın uyuşacağına adım gibi eminin pşt. herif…“
Sonrasında cinayet hızlıca çözülmüştü. Dairede ve senette bulunan parmak izleri uyuşmuş, yazı ve imzanın market müdürüne ait olduğu ispatlanmış, en önemlisi de bardaktaki DNA ile Cengiz müdürün DNA’ları birbirleriyle örtüşmüştü… Cengiz müdürün cinayet saatinde kasiyere iki saate kadar döneceğini söyleyerek işinden ayrıldığı ispatlanmıştı. Çünkü market açıldığında müdürün işinin başında olmadığı diğer çalışanlarca da doğrulanmıştı. Müdür markete saat 10:35’de dönmüştü. Kendisi de 08:00- 10:30 saatleri arasında nerede olduğunu izah edemiyordu. Artık market müdürü Cengiz Cinoğlu’nun katil olduğu şüpheye yer vermeyecek şekilde ispatlanmıştı. Akrabalarının marketini işleten Müdür Cengiz emanete hıyanetlik etmiş, market kazancından büyük bir meblağı ki iki buçuk milyon gibi bir parayı zimmetine geçirmişti. Yurt dışında başka işlerle meşgul olan patronların kontrole geleceğini duyunca Terzi Daron’dan aldığı borçla şirketten zimmetine geçirdiği parayı yerine koymuş, terziye olan borcunu da ödememişti. Terzinin sıkıştırmalarından ve tehtidlerinden bıkan Cengiz müdür cinayeti çözüm olarak görmüştü hiç yakalanmayacağını sanarak…
***
Eşref Başkomiser yine Bakırköy’e gidiyordu… Ama bu sefer güzel bir eylül günü, Bakırköy’ün güzel sahilinde, güzel demli bir çay içerek zorlu bir cinayeti daha çözmenin mutluluğu içinde…
Ayvalık, Ağustos 2024

Bu yazıyı okudunuz mu?

Bence Kasten

Bence Kasten Kim ne derse desin ne düşünürse düşünsün benim şahsi görüşüm; ülkemizde çıkan orman …