Yazı ve Sızı

Yazı ve Sızı

Fotoğraf: Bülent Öntaş 

Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen konserde Yeni Türkü’nün şarkılarıyla buluşmuştu. Etkinliğin organizasyonunda görev alan arkadaşlarının daveti üzerine oradaydı ve salonda bulunan herkes gibi o da şarkılara eşlik ederken çok mutluydu. Gecenin ilerleyen saatlerinde üzerine çöken yorgunluğun etkisi ile eve gitmek için niyetlendi ve yanında oturduğu arkadaşı Feraye’ye daveti için teşekkür etti. Tam yerinden kalkacağı sırada arkasından bir elin omzuna dokunmasıyla irkildi. Geriye dönüp baktığında geçen haftalarda Feraye aracılığı ile tanıştığı Gizem ile göz göze geldi. Edebiyat öğretmeni olan Gizem konserde onları görünce yanlarına gelmiş ve samimi bir şekilde onlara sarılmıştı. Ercüment’in eve gitme isteği kaybolmuş, tüm yorgunluğu bedenini terk etmiş ve hayata yeniden doğmuş gibiydi… Düşündüklerini rahatlıkla ifade eden, her fırsatta şaka yapmayı ihmal etmeyen yapısının yanında sevdaya ve aşka dair anlarda suskunluğu, hatta beklemeyi tercih eden bir yapısı vardı. Burçlara inanmasa da bilinen ve kabul gören Terazi Burcu özelliklerinin hakkını verdiğini düşünüyordu bu yönüyle… Gözünden gönlüne sevda ateşi düştüğü anda hayata dair katılığını yitiriyor ve ürkek bir güvercine teslim ediyordu yüreğini… Kanatlanıp da sevdaya uçmak yerine kafesine çekiliyor ve bir çift gözün mahpusluğuna sığınıyordu gizlice. Yıllarca başka başka gözlerde hapis yatan biçare canını bu seferde Gizem’in gözlerine mi esir edecekti… Feraye’nin gülümsemesi sonrasında Ercüment ile Gizem’in bakışmaları sona ermiş ve sahneden gelen sese kulak vermişlerdi hep birlikte… Ercüment tutkulu ve zor bir ilişkinin kendisini beklediğinden habersiz şarkılara eşlik ediyordu. Delikanlı bir rüzgar esiyordu yeniden gecenin serinliğinde…

Uzun yürüyüşlere yazdım adını
beton kaldırımlara
duvarlara yazdım seni kırmızı
gece vaktinde
çekingen ve küçük harflerle
gökyüzüne yazdım
düşlerimi
seninle
sabaha yazdım sokaklarda
mavi bir otobüs geçiyordu yüreğimden
beynimde kalabalıklar
yüksek sesle
seni
söylüyordu şarkılar
hava karanlık
bu akşam
kalbimde ince bir sızı
siren sesleri yaklaşıyor çığlık çığlığa
aklımda sen
ve çıkmaz sokaklar
(https://www.antoloji.com/yazi-ve-sizi-sokaklar-siiri)

Konser bittikten Feraye’nin ısrarı üzerine kendisini gecenin olağan akışına bıraktı. İstiklal Caddesi’nin ışıklarının altında kendini hep mutlu hissederdi ve yanında kim olursan olsun anı yaşamayı severdi. Gizem’in de ekibe dahil olmasıyla birlikte önce bir çorbacıya sonra da bir eğlence mekanına uğradılar. Ercüment’in sessizliği ve düşünceli hali onu tanıyan herkesin dikkatini çekiyordu. Hatta konuşkanlığının zirve yaptığı anlarda kendine ait özlü sözler söyler ve bu sözler çoğu zaman akıllarda yer ederdi. Yıllar önce üniversitede bir arkadaşına söylediği sözün tam karşılığıydı yaşadığı an…
“ Ünlü Türk büyüğü Ercüment ne demiş biliyor musunuz arkadaşlar” diye başlardı ve hemen yüksek sesle ve espriyle karışık söylerdi sözünü;
– Kalabalık bir masada bakmaya kıyamadığın bir çift göz var ise sen onun esiri olmuşsundur… Bunun adı aşktır aşk…
Bilinen şeyleri süsleyerek, ballandıra ballandıra anlatmaktan mutlu olurdu.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Ercüment ortamdan kaçmak için bir bahane üretti ve çıkışa doğru ilerledi. Sonbahar mevsiminin soğuğuna aldırmadan üzerine ince bir şeyler giymişti. Mekandan çıkacağı sırada Gizem’in elleri onu arkadan saracak ve Ercüment bu elleri tanıyacaktı… “ Üşürsün. Bu atkıyı boynuna sar ve benden sana sıcacık bir hatıra olsun Ercüment’ciğim. “ İstiklal Caddesinin ışıklarına sığınmış bir halde ve hızlı hızlı ilerledi. Neyden kaçıyordu? Duygularını neden saklama ihtiyacı duyuyordu? Bu kadar sosyal ve sıcakkanlı olan birisi nasıl bu kadar kabuğuna çekilebiliyordu? Aşk ulaşılmaz olduğunda mı değerliydi onun için…Ya da sevilmek sevmekten daha güçlü ve dayanılmaz bir yolculuk muydu? Aynı yolculuğun bin bir türlü sorusu ile kafasını yastığa koydu… Hüzünlü olmadığı zamanlarda yaptığı gibi geceye sarılıp uyumanın tadını çıkardı.
Sabah uyandığında telefonunun bilmediği bir numaradan defalarca arandığını görünce hemen Feraye’yi aradı.
– Günaydın Feraye.
– Ooooo günaydın beyefendi…Gözlerinizi ne kadar da erken açmışsınız güne. Akşamdan kalma olduğunu düşünüyordum senin. Hem de sırılsıklam…
– Uğraşma benimle sabah sabah. Bilmediğim bir numaradan beni aramışlar defalarca…Acaba diyorum.
– Acaba değil canım ta kendisi… Mor atkısı sende olan, kömür gözlü birisi aramıştır seni… Benden bu kadar canım. Gerisi sende… Şairliğini konuştur bakalım. Yalnız bu sefer balık büyük dikkat et yutmasın seni, edebiyatçı kız… Hep sen yazacak değilsin ya biraz da seni yazıp çizsinler dostum…Bakalım nasıl oluyormuş bu işler.
Güne erkenden uyanmanın etkisiyle yola çıktı. Gizem’in takıldığı mekanları Feraye’den öğrenmişti. Yakınlaştıkça heyecanı artıyor ve Gizem’i aramaktan vazgeçme eğilimi içine giriyordu ki telefonu çaldı.
– Ercüment merhaba. Ben Gizem.
– Merhaba Gizem.

***

Aradan geçen zaman ikisini birbirine iyice yakınlaştırmıştı. Neredeyse her akşam birlikte zaman geçiriyorlardı. Ercüment halinden memnun olsa da Gizem’e olan taptaze aşkını içinde yaşamayı tercih ediyordu bir süre… Bu durum Gizem’i fazlasıyla rahatsız ediyordu. Üç aydır sürekli görüşmeler, birlikte vakit geçirmeler, karşılıklı hediye almalar, yazışmalar ve hatta zaman zaman sarılmalar, öpüşmeler…Sonrası büyük bir sessizlik.
– Hafta sonu sana taşınıyorum dostum. Ada’daki evde tadilat var. Beşiktaş’ta seninle yalnız kalamıyoruz. Benden çok teyzemle sohbet ediyorsun. Dostum ben artık seninle yaşamak ve yaşlanmak istiyorum… Anlamıyor musun beni sessiz adam.
– Olur. Akşam geçeriz birlikte.
Ercüment zamana bıraktığı bu ilişkinin sakinliğinden ve gidişatından memnundu. Gizem’in de onun evine taşınmasıyla birlikte sevgili olmuşlar ve sessiz adamın derinden ve uzak bakışları yerini sevdaya bırakmıştı. Zaman zaman yakın arkadaşlarıyla da birlikte vakit geçiriyorlar ve hayat onlar için eğlenceli bir şekilde devam ediyordu. Gizem’in evi düzene sokması, her akşam rengarenk ve mum kokulu masalarda hazırlanmış özel yemekler, şarabın kızıllığında tükenen akşamlar…ille de aşk…Birden bire değişen hayatında özel birine yer açması Ercüment için kolay olmasa da sonu güzel olmuştu…Geçmişten kopmayı beceremeyen Ercüment yeni bir ilişkiye başlarken zorlansa da sonrasında gitmeyi, terk etmeyi de bilmiyordu. Ne acayip bir adam…
Gizem’in edebiyatçı kişiliği nedeniyle Ercüment onun sadece ilişkilerine odaklanmasını istemiyor, edebiyatla ilgili etkinliklere katılmasını istiyordu. Gizem ise ilginç bir şekilde kendi kabuğuna çekilmiş ve yaşadıklarından çok mutluydu. Sanki girdiği bu kabuktan çıksa sihir bozulacak ve aşkları sahipsiz kalacaktı. Ercüment işte olduğu zamanlarda vaktini çoğunlukla evde geçiren Gizem sürekli kitap okuyor, temizlik yapıyor, birbirinden güzel yemekler yapıyor ve bu durumdan şikayet etmiyordu. Evdeki yemek ve temizlik kokusu her şeye baskın geliyordu. Her sabah Ercüment’ten önce uyanıyor, ona kahvaltı hazırlıyor ve onu içten bir öpücük uyandırıyordu.
– Reçelim akşam kaç gibi evde olursun? Ne yemek yiyelim akşam?
– Sen ne yaparsan onu yerime ben… İçinde zehir olsa dahi.
İlişkinin bu boyutta olması Ercüment’i mutlu ettiği kadar rahatsız etmesine rağmen sessizliğini koruyor, iş yoğunluğu nedeniyle de müdahale şansı bulamıyordu. Gizem’i evden çıkarmanın bir yolunu bulmak aklının bir köşesindeydi… Her fırsat bulduğunda birlikte dışarı çıkıyorlardı. İstiklal Caddesinin bitiminde yer alan ve sürekli uğradıkları yayınevine gittikleri bir gün Ercüment için gerçekten şaşırtıcı olmuştu. Dört saat süren sohbette Gizem’in konuşmaları oradakileri adeta büyülüyordu. Ercüment böyle anlarda özellikle kenarda duruyor ve Gizem’in özel alanı ile arasına mesafe koyarak onun kendisini gerçekleştirmesini keyifle izliyordu. Bazen bir bahane ile oradan uzaklaşıyor, Mevlevihane, Galata Kulesi ve Alman Kitabevi arasında mekik dokuyordu. İstiklal Caddesi ile Ercüment arasındaki ilişkinin başka bir tanımı bir anlamı vardı…Herkesten ve her şeyden kaçtığı anlarda gizli gizli buluşmak ikisinin de hoşuna gidiyordu.
– Hoş geldin Ercüment… Ben olmasam acaba ne yapacaksın sen?
– İstanbul’un caddeleri biter mi Sultan’ım? Ama senin yerini tutan olur mu bilemem? Yokluğunda denerim diyeceğim ama ona da benim ömrüm yetmez…
İstiklal Caddesi ile iç konuşmasını bitirdikten sonra yayınevinden içeri girdiğinde edebiyat buluşmasının sona erdiğini görerek rahatladı. Yayınevi sahibi Aydın, Ercüment’in de sohbetlere dahil olmasını istiyordu. Ercüment ise Gizem’in edebiyat sohbetlerini özel ilgi alanı olarak gördüğü için buna yanaşmıyordu. Bütün vakitleri birlikte geçecek değildi ya… Bu nedenle, şiir denemelerinden Gizem dahil hiç kimseye bahsetmiyordu. Kendisine reçelim diyen ve onu aşkla seven bir kadından şairliğini gizleyen ketum bir insan…Atsan atılmaz tutsan tutulmaz…Sen ne yaşıyorsun be kardeşim diye sorarlar adama…Ne acayip bir adam.
– Ercüment’ciğim sohbetin tam ortasında kaçıp gidiyorsun yahu. Olacak iş mi senin yaptığın
– Biraz gezip dolaşıyorum İstiklal’de Aydın hocam… İş hayatı beni çok yoruyor… Nefes alıyorum bu arada, izninizle…Gizem sizinle mutlu ya…O benim için yeterli.
– Efendim Gizem hocam derya deniz… Bitmek tükenmek bilmeyen düş kuramcısı… İçinde kaç hayat barındırıyor, kaç kişiliği birlikte yaşıyor, o konuştukça biz kayboluyoruz düşünceler aforizmasında…o anlattıkça hayat büyüyor gözlerimizde ve sonunda her şey okyanusta bir damla.
– Ne güzel.
– Bak sen yine de kendine dikkat dostum. Bu kadar engin ve derin düşünceler arasında gidip gelen, şaşırtıcı. yönleriyle sohbetlerimizi anlamlandıran bir insan ile yaşamak zor gelmiyor mu sana?
– Aksine hayatımı çok kolaylaştırıyor ve güzelleştiriyor Gizem.
Aynı zamanda yazar olan yayınevi sahibi Aydın, bu konuşmalarda kendisine bir şeyler mi anlatmak istemişti, yoksa genel geçer bir sohbetin bir parçası olarak mı düşünmek lazımdı söylediklerini… Ercüment ilk defa duyduğu bu cümlelerden rahatsız olmuştu… Edebiyatçı Gizem kim? Bu kadar birikimli birisini neden zorla evden dışarıya çıkarıyorum ben diye düşündü. Eğer öyleyse evdeki temizlik hastası ve kendisini birlikte yaşadığı adama adayan Gizem kim? Yayınevinden çıkıp birbirlerine sarılmış bir vaziyette İstiklal Caddesi’nden Taksim Meydanına doğru yürümeye başladılar.
Ercüment İstiklal Caddesi ile göz göze geldi ve düşünceler sarıp sarmaladı beyninin içini;
“Bu nasıl bir mutluluktur, az önce arkada bıraktığımız nedir? Yürüdüğümüz bu yolda kimin mor atkısı kimi koruyor soğuktan… Sevgilim senin ellerin benden başka ne yazıyor hayatın içerisine… saman sarısı kağıtlar ne bekliyor bizden… Hüzün ve gözyaşı uzak bir resim… Sen kimin hayalisin bende…”
Gizem’in kara gözlerine bakarak sordu:
– Acıktın mı?
– Çok acıktım reçelim. Hava da soğuk… Sıcak bir şeyler yiyelim
– Olur…Çorba içelim. Sonra sana Şampiyon’da Zümküfül ısmarlayayım…Seversin
– Seninle olduktan sonra… zehir olsa yerim ben.
Ercüment bir rüyanın içinde olduğunu fark ettiği anlarda sol yanağına bir tokat atıyor ve uyanmak istemiyordu uykudan… İstiklal Caddesi ile göz göze geldi yine ve etrafındaki tarihi binaları yorgan yapıp örttü üzerini… Konuşmak istemiyordu bu defa.

***

Sırtımda tel örgülerden bir siyah hüzün
aklımda kaldığı kadarıyla seni hatırlatıyor gün
kimin rüyasından çıkıp geldiğimi bilmiyorum
gözlerimi açtığımda
önümde saman sarısı kağıtlardan yazı ve sızı
ellerimle örttüm yüzümü boylu boyunca
sen çenemin ağrısı, suskunluğum
birazdan yola düşeceğim zoraki
gitmeleri sevmiyorum
gelmelerin başımın üstünde yeri var soluksuz
yokluğunda dağlar kıraç, denizler susuz
çırpınışından belli göçmen kuşların, mevsimler tepe taklak
ve aklımın ucunda saklı ezgiler
gündüzü ağlatan, geceyi güldüren
Balkanlar’dan gelen soğuk hava dalgası gibi makamsız
mekansız bir sevda
seni yaşatan, beni öldüren
(https://www.antoloji.com/orguler-siiri/)

Ercüment bir gün işyerinde hastalanıp erkenden eve döndüğünde Gizem’i evde bulamadı. Nereye gitmiş olabilir diye düşündü. Sitenin içinde dolaşmaya çıkmış olabileceğini düşündü. Biraz bekledikten sonra sitenin bahçesine çıktı. Giriş kapısında karşılaştığı güvenlik görevlisi Abdullah ile selamlaştı. Etrafta kimseler yoktu. Acaba alışverişe mi gitti diye düşünürken Abdullah söze girdi. Gizem hanımın çok çalıştığından, muhtemelen çalıştığı işyerinde yetkili ve önemli biri olduğundan ve her gün makam arabasıyla gelip onu alıp sonra da çok geç olmadan bıraktıklarından söz edince Ercüment’in gözleri büyüdükçe büyüdü… Sanki Gizem’den değil de, site sakinleri arasından başka birinden bahsediyordu. Ercüment telaşlı bir şekilde eve döndü. Bugüne kadar gözünü kapadığı evini incelemeye başladı. Gizem’in özel eşyalarına dokunmak istemediği halde iç sesi ona artık bunu yapması gerektiğini söylüyordu. Birkaç saat sonra Gizem’i beklemekten vazgeçti ve görebildiği tüm her şeyi incelemeye başladı. Gözüne çarpan en önemli şey Gizem’e benzeyen bir resmin olduğu sürücü ehliyetiydi. Resimde Gizem’e benzeyen kişinin ismi farklıydı. Bu kadar benzerlik olması mümkün olamazdı ama yine de ikizi olabilir diye düşündü. Alışveriş fişlerinde yazılı olan adresleri incelediğinde olağandışı bir şeylerin olduğunu iyice fark edecekti. İstanbul gibi büyük bir şehirde nasıl olur da bir insan aynı gün içinde farklı adreslerde alışveriş yapabilirdi. Hem de araçsız… Peki bu ilaçlar kimin ve kendisi bugüne kadar bunları neden hiç fark etmemişti. Evde daha fazla durmasının anlamsız olduğuna karar verdi. Kendisini iyi hissetmiyordu. Bir taksiye binerek İstiklal Caddesi’ne gideceğini söyledi. Taksici neresine diye sorunca da önce bir şey söyleyemedi. Sonra da yayınevinin olduğu yere yakın bir yerde indi ve hızlı adımlarla oraya doğru ilerlemeye başladı. İçeri girdiğinde karşısında ilk görmek istediği kişi olan Aydın ile karşılaştı.
– Aydın hocam merhaba.
– Merhaba dostum nasılsın. Hoş geldin.
– Sizinle özel olarak konuşmam lazım. Gizem ile ilgili olarak.
Yayınevi sahibi Aydın ile gerçekleştirdiği sohbette Gizem’in ileri seviyede bir hastalığı olduğunu öğrendi. Bugüne kadar bunu nasıl fark edememişti. Üstelik her şeyi zamana bırakmış ve yavaş adımlarla adım atmıştı bu ilişkiye… Aydın bildiği bütün her şeyi tüm çıplaklığıyla Ercüment’e anlattı. Gizem ile üniversiteden arkadaş olduklarını, hastalığı nedeniyle Gizem’in edebiyat bölümünü yarıda bıraktığını ve yollarının İstanbul’da tekrar keşiştiğini detaylı bir şekilde anlattı. Gizem’in Erzurum’dan İstanbul’a ilk geldiği günlerde kalacak yeri olmadığını ve Beşiktaş’ta yaşayan kendi teyzesinin yanına yerleştirdiğini, Adalarda bulunan evin de yine kendilerine ait yazlık ev olduğunu, aslında Gizem’in İstanbul ile daha önceden hiç bir bağının olmadığını anlattı. Gizem’in doktor muayenelerini yakından takip ettiklerini ancak ilaçlarını düzenli olarak kullanmadığı zamanlarda psikolojik sorunlar yaşayabileceğini üzerine basa basa söyledi.
– Peki bugüne kadar neden bana söylemediniz?
– Çünkü sen ona çok iyi geldin dostum. İlişkinizi yakından takip ediyor ve zaman zaman doktoruna da bilgi veriyordum. Yani mutlu bir hayatınız olduğu için izlemekle yetindik sizi. İlaçlarını da düzenli olarak kullanıyordu.
– Siteye gelen araç kimin? Nereye gidiyormuş gündüzleri
– Orasını bilmiyorum hocam. Tek bildiğim şey Gizem’in başka bir şehre gitme hazırlığı içinde olduğu… Senin bir şeyleri fark etmeni istemiyordu. Çünkü seni çok seviyor ve senin de onu beklediğinden çok fazla sevdiğini düşünüyordu… Bilmediğin, farkında olmadığın hikayeniz bu sizin…Yeterince edebi mi ona sen karar ver gizli şair. Ve İstiklal Caddesi’nden medet umma… Caddelerin tanrısı yoktur her vakitte… Evine ve hayatına dön bir an önce.
Ercüment gerçekten de eve dönmeye karar verdi. Taksiye bindiğinde eve dönüş yolunda kafasındaki sorular ve sorunlar çoğalmıştı. Sitenin önünde inerek hızlı adımlarla bahçeye adımını attı. Evden içeriye girdiğinde eşyalarını toparlama telaşında olan Gizem’le karşılaştı. Göz göze geldiler. Ercüment neler olduğunu sorduğunda Gizem büyük bir sessizliğe bürünmüştü.
– Gizem neler oluyor. Bana anlatır mısın?
– Bana hiç bir şey sorma. Mutluluk senin hakkın ve seni çok seviyorum adamım. İşte bu yüzden hayatından çıkıp gidiyorum. Ben en çok da senin sessizliğini sevmiştim. Beni sorgulamadan sevmeni sevmiştim… Oysa şimdi her şeyin farkındasın… Evet ben hastayım ve seni de hasta etmek istemiyorum…Seni seviyorum adamım…Reçelim…Unutmak bize yakışır bundan sonra…Ben sadece acı verebilirim sana…Reçelimdin tatlı bir rüya gibi, yaşandı ve bitti her şey…
– Bir çözümü vardır her şeyin… Seni seviyorum Gizem… O kimlikte yazan ismini de sevebilirim istersen… İkinizi de sevebilirim… Gizem’i de Zahide’yi de
– Senin için Gizem’im ben… Bir şey söyleme artık lütfen… Sev beni gönülden ve sessizce… Hoşça kal adamım…

Ercüment kendini çok güçsüz hissediyordu. Gizem ve Zahide sanki birlikte çıkıp gittiler kapıdan. Sitenin içine gelen bir arabaya binerek uzaklaştılar bir bilinmeyene doğru… Yapayalnız kalan evin içinde anlamsızca dolaşmaya başladı Ercüment…
Açık kalan radyoda “ Zahidem” isimli türkü çalıyordu acı acı…” Zahide kurbanım n’olacak halim /Yine bir laf duydum kırıldı belim…”
Ercüment gözü yaşlı bir halde Neşet Ertaş’ın yanık sesine eşlik etmeye başladı… “Kömür gözlüm al eline kalemi/ Ben söyleyim yaz başıma geleni…”
***
“Belki Başka Birgün ve Bir Başka Yerde Devam Ediyordur Hayat…Anlatması Zor Olsa Gerek…
Yazılamayan Yazılardan ve Hiç Geçmeyen Sızılardan Ötürü”

Bülent Öntaş
Kurmaca Vakitler Ülkesinde – 2024

Bu yazıyı okudunuz mu?

Kimlik Kavgası

Kimlik Kavgası Geçen gün kimliklerime kendi aralarında kavga ederken rastladım. Dürüstlük kimliğim şöyle diyordu. “Dürüst …